Latife Fegan’ın aşağı yukarı bir buçuk yıl önce yazdığı kitabı (“Yazmasaydım Olmazdı!”, Belge, Ekim 2020) yeni elime geçti ve iki günde okudum. Fegan’ın, 1940’lardan günümüze uzanan, neredeyse 80, yoğun olarak da, devrimci uyanış dönemi olan 1960’lardan günümüze kadarki 60 yılı kapsayan ve çeşitli örgütsel ve fraksiyonel mücadele ve karmaşıklıklarla geçen, Kıvılcımlı gibi tarihi bir şahsiyetin hayatına ve görüşlerine yakından tanıklık eden hatıratını böyle kısa bir yazıda layığınca değerlendirmek bir hayli zor görünüyor.
Ben bu yazıda sadece birkaç ana noktaya değineceğim.
Hatırat yazmak, en çok bireysel dürüstlük ve sorumluluk gerektiren yazım türüdür. Genel olarak söyleyecek olursam, Latife Fegan’ın, hatıratıyla, bu bireysel dürüstlük ve sorumluluğu gösterdiği kanısındayım. Hatıratı, toksözlü, adil, herkese hakkını vermeye çalışan, vicdanlı bir anlatı olarak gördüm. Latife Fegan’ın anlatımlarında belirleyici rolü olan Kıvılcımlı çevresinin iç ilişkilerini bilmediğim halde nereden varıyorum bu sonuca? Esas olarak sezgisel diyeceğim ama şunlar da var: Fegan’ın hatıratını, dürüst bir hatırat yazımının üç temel koşulu olan; birincisi, ideolojik konularda savunmacı değil, eleştirel; ikincisi, kendine karşı savunmacı değil, özeleştirel; üçüncüsü, başkalarına ya da ideolojik muarızlarına karşı hırpalayıcı değil, adil olmaya çalışmak açısından olumlu buldum. Bunun ötesinde, Kıvılcımlı çevresinin kendi iç ilişkilerini ve tartışmalarını bilmem mümkün değil elbette. Bilmediğim konulara da burnumu sokmak istemem.
Bunun dışında, kitaptan çıkarttığım bazı notlar üzerinde durmak istiyorum:
AŞK: Latife Fegan, kitabın bir yerinde “Kadın erkek ilişkileri, evlilik ve aşk konusunda… sol hareketimizin görüşleri, yıkmayı hedefledikleri toplumun değerlerinden hiç de farklı değildi” (s. 47) diyor. Fakat, evli olduğu, sonradan kaybolan Fuat Fegan’ın, Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın Latife Fegan’a âşık olması karşısında, tipik “Türk erkeği” tavrının dışında bir tavır takınması (s. 86) bu genel yargının dışında kalıyor bence. Bunun nedeni, Fuat Fegan’ın, Türkiye’nin yasakçı kültüründen daha farklı bir kültüre sahip olan Kıbrıs’tan gelmesi olabilir mi?
Latife Fegan’ın, Doktor Kıvılcımlı’nın kendisine olan karşılıksız aşkını hatıratında açıklama yürekliliğini göstermesinin, Kıvılcımlı çevreden çoğu kişi başta olmak üzere, Türkiye sol çevrelerinin tutucu ve ahlakçı tepkisiyle karşılaşacağını tahmin etmek zor değildir. Oysa Latife Fegan, bu olayı sakınımsızca açıklayarak ve Kıvılcımlı gibi, ömrünü sosyalist mücadeleye adamış bir insanın da, yaşına, konumuna rağmen umutsuz bir aşka kapılabileceğini göstererek, sadece teorik kitap ve metinleriyle tanıdığımız Kıvılcımlı’yı “tanrılar katından” alıp insanların arasına katmıştır. Liderleri tanrılaştırmaya pek meraklı Türkiye solunun hâkim eğilimi açısından affedilemeyecek bir suç!
TKP’NİN REORGANİZASYONU: Kitapta elbette herkesi çok ilgilendirmeyecek ama belli çevrelerin ilgisini çekebilecek konular da ele alınıyor. Örneğin, Kıvılcımlı’nın kendilerine emanet ettiği arşivini olağanüstü koşullarda, her türlü tehlikeyi göze alarak saklayan ve ülke dışına kaçıran Latife Fegan, Kıvılcımlı’nın Yugoslavya’da ölümünden sonra, Fuat Fegan’la 1970’li yıllarda, Almanya’da yeniden buluşur. Kıvılcımlı’dan “miras kalan” bir “TKP’yi reorganize etme” fikri vardır. Bu fikir çerçevesinde hareket edip, “TKP’yi reorganize ediyoruz” diyen Fuat Fegan ve Latife Fegan, “Kıvılcımlıcıların” kurduğu ve örgütlediği işçi derneklerini TKP’nin bünyesine katarlar. Bu, son derece naifçe bir tutumdur. Sonradan pişman olurlar ama artık iş işten geçmiştir. Bu uygulamada başı çeken Fuat Fegan’dır. Fuat Fegan neden bu şekilde davranmıştır? Bunun nedeni, son derece halim selim ve yumuşak başlı bir insan olan Fuat Fegan’ın, gençlik yıllarında, Kıbrıs’ta, Sovyetler Birliği’nin dış politika çıkarları gereği iktidarı almaktan imtina edecek ölçüde Moskova’ya bağlı Kıbrıs Komünist Parti (AKEL) tarafından eğitilmesi olabilir mi? Oysa, Kıvılcımlı çevreden başkalarının ileri sürdüğüne göre, Kıvılcımlı’nın “reorganize” fikrinin “TKP’yi reorganize” etmekle, hele ona katılmakla alakası yoktur; Kıvılcımlı, bütün “sol yuvarların” bir araya geleceği bir yeniden örgütlenmeyle “işçi sınıfı partisi”ni yeniden oluşturma özlemi içindedir. Kıvılcımlı’ya ilişkin bu yorum bana da daha doğru geliyor.
PARTİZAN YOLU: Latife Fegan, TKP konusundaki yenilginin ardından, kendisinin ve Fuat Fegan’ın, 1980’li yıllarda, Sarp Kuray’ın başında bulunduğu, “Kıvılcımlı çizgisi”nde olduğunu iddia eden “Partizan Yolu” adlı örgütüne katılışlarını, bu örgütteki çalışmalarını, örgütün, bu tür konspiratif yapılarda hiç de yabancısı olmadığımız despotik tek kişi diktatörlüğünü, bu arada Fuat’ın kayboluşunu anlatıyor. “Son derece kadın düşmanı, feodal, tamamen erkek egemen anlayışın hâkim olduğu bu örgütte geçirdiğim iki yılım, 50 küsur yıllık devrimci hayatımın en şanssız deneyimidir” (s. 190) diyor Latife Fegan ve örgüt içindeki adeta “sınıfsal” ölçülere varan farklılıkları şöyle somutluyor: “Kendisi ailesiyle birlikte İsviçre’de villalarda yaşıyor, çocukları özel okullara gidiyor… (ken) örgüt insanları çok zor koşullarda sefalet içinde yaşıyordu.” (s. 192). Demek, “nomentlatura”, daha iktidara gelmeden önce kendi sınıfsal kale ve burçlarını inşa edivermiş. Bununla birlikte, örgütün şefi ve yakın çevresine ilişkin birçok olumsuz uygulamayı açık seçik ortaya koymasına rağmen, Latife Fegan’ın, Fuat Fegan’ı Sarp Kuray’ın ortadan kaldırmış olabileceği yolundaki spekülasyonları reddetmesi, bir kere daha onun vicdan ve adaletinin kanıtını oluşturmaktadır (s. 208, 212).
STALİNİZM VE SOVYETLER BİRLİĞİ’NİN NİTELİĞİ: Latife Fegan, “Kıvılcımlı SBKP’ye sonuna kadar bağlı kalmıştır. Diğer ülkelerdeki komünist partilerini idealize etmiştir… Stalinist bozulmayı görememiştir… bu yüzden İsmail Bilen’leri Brejnev’e şikâyet edebilmiş, ona ‘sosyalist adaletinizi umabilir miyim?’ diye sorabilmiştir” (s. 115) diyerek bu konudaki yargısını açıkça ortaya koyuyor. Sovyetler Birliği, kanser hastasıyken ülkeden kaçmış bir komünisti kabul etmemiş, Bulgaristan ve Doğu Almanya kapı dışarı etmiş (s. 124) ve sonunda Kıvılcımlı, kabul edildiği Yugoslavya’da ölmüştür.
Latife Fegan da ülke dışına çıktıktan sonra bir ara Bulgaristan’a gider. Orada, Stalin devrinden beri yürürlükte olan, imtiyazlı nomentlatura için kurulmuş, halkın alışveriş yapamadığı özel mağazaları gözlemler (s. 150). Bulgar makamları kendisine sahte pasaport sağladığı halde Sofya sokaklarında Bulgar gizli polisi tarafından izlenmesine akıl erdiremez (s. 151). Bu ve bunun gibi şeyler onda, “sosyalist sistem”e ilişkin büyük soru işaretlerine yol açar.
Sonunda Latife Fegan, Stockholm’deyken bazı arkadaşlarının da etkisiyle Stalinizmden tamamen kopar ve Troçkist olur (s. 224). Kendi deneyleriyle de birleştirerek Stalinizmi sorgular, son derece yetersiz bulduğu Kıvılcımlı’nın bu konudaki tutumunu yeniden gözden geçirir. Arkadaşlarından biri, Kıvılcımlı’nın bu konudaki yetersizliğinin, “kapitalizm öncesi medeniyetlerin yüzündeki peçeyi indirme ve onların hareket yasalarını” bulmaya yönelen, yıllar süren yoğun bir çalışmadan kaynaklandığını, bu tür çalışmalar içindeyken Stalin’in uygulamalarını tahlil etme fırsatı bulamadığını ileri sürer (s. 225). Latife Fegan, Kıvılcımlı’yı yıkıntının altından kurtarmaya yönelik bu savunuyu objektif olarak aktarmakla yetinir. Ne var ki, kanımca ikna edici bir argüman değildir bu. Bir bilim insanı, “ben bilimsel çalışmalarıma yoğunlaşmıştım, bu yüzden Nazizmin niteliğini göremedim” dese nasıl inanmazsak, buna da inanmak mümkün değildir. Mesele atmosfer meselesidir. Kıvılcımlı, sonuç olarak TKP’de, Stalinist bir eğitimle yetişmişti. Evet, TKP’li kadrolar içinde en derin, en bağımsız düşünenlerden biriydi ama o solunan atmosferi yarıp, Stalin despotizmini, Sovyetler Birliği devletinin reaksiyoner niteliğini görmesi, imkânsız değilse de bir hayli zordu. Nitekim, Kıvılcımlı’nın, ülke dışında oradan oraya sürüklenişini belgeleyen günlüklerinde yazdığı gibi, kısa bir süre için gittiği Suriye’de bile “sosyalizm” görme çabası, 50 yıldır kendisini sarmalayan Komintern atmosferinden çıkamadığını ortaya koyuyor.
BİRKAÇ HATALI İFADE YA DA SAPTAMA: Latife Fegan, Beyaz Aydınlık-Kırmızı Aydınlık ayrılığını anlatırken Proleter Devrimci Aydınlık’ın (Beyaz) Cengiz Çandar’ın sorumluluğunda çıktığını yazıyor (s. 83). Oysa, eğer hukuki sorumluluktan söz ediliyorsa bu kişi Ömer Özerturgut’tur. Künyedeki, Cengiz Çandar ve diğer iki isim sadece temsili olarak yer almıştır.
Bugün Troçkist, Feminist ve Kürt hareketinden yana olduğunu ifade eden Latife Fegan, kitabını bitirirken “Hiç yalpalamadım. Bugün doğru yerde olduğumdan eminim” (s. 252) diyor. Oysa, özellikle siyasal mücadelede yalpalamamak kimse için mümkün değildir. Kitabın bütünü zaten bu tür yalpalamaların öyküsüdür. Öte yandan, kimse bulunduğu yerden emin olmamalıdır. Aradan zaman geçince bugüne ilişkin de birçok şeyi eleştireceğimiz kesindir.
[email protected]
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***