YORUM | NEVİN ERDEM
Sevgili Oğlum,
Bu sabah odamı heyecan içinde temizleyip eşyaları özenle bir düzene koydum. Sana mektup yazacağım için keyif içinde yaptım işlerimi. Diyeceksin ki, “Oda dediğin hücre, düzene koydum dediğin eşyalar da iki-üç parça şey!” Öyle deme, bozulurum bak. Sana yazacağım ya; hücremin çok özel bir güne hazır olması gerek. Seninle böyle de olsa konuşabilmek bana öyle iyi geliyor ki oğlum. Anası kurban olsun oğluna! Biliyorsun, babaannen babana ne zaman böyle dese garipserdin. Şimdi içimden gele gele ben söylüyorum işte, sakın garipseme.
Başlarken, gülmen için Kerime Teyzemden bahsedeyim. Geçen hafta mektubunu aldım. Bana “yüzdün yüzdün kuyruğuna geldin” diye yazmış. Ben de, “Teyze bu kuyruk bitecek gibi görünmüyor. Şahmeran kuyruğunda takıldım kaldım” diye cevap verdim. Tabii biliyorsun oğlum, birazcık tebessüm edelim diye böyle dedim. Hepimiz biliyoruz ki, uzun da olsa bu tutsaklık mutlaka sona erecek.
Canlarımdan mektup aldığım gün karışık duygular yaşıyorum. Hem buralara sığamıyorum, hem buralar daha bir çekilir hale geliveriyor. Sen sık sık yazmaya devam et lütfen. Dün senin mektubun geldi. En çok sesimi özlediğini yazmışsın. Yapma Murat! Annen yanında olsa, çok konuşuyor diye içinden söylenir dururdun bence. Sen değil miydin, küçükken uyku saatinde yatağa girdiğinde önce şarkı söylememi isteyip, bir süre söyledikten sonra ise “Anne yeter, uyuyacağım” diyen!
Peki sen böyle dediğinde ben susar mıydım? Tabii ki hayır, mırıldanarak da olsa şarkılarımı söylemeye devam ederdim, uyuyuncaya kadar sana dinletirdim. Şimdi de öyle. Beni bir hücreye koydular diye, susar mı sandın? Ne yapar ne eder o sesi sana ulaştırırım ben. Şimdi yazarken konuşarak yazıyorum, sen de okurken dinleyerek oku.
Sevgili Oğlum,
Beni buraya koyduklarında sen 11 yaşındaydın. Ne olduğunu, niçin olduğunu anlaman dahi mümkün değildi. Belki oyunlarındaki kötü karakterlerin hakim-savcı olan anne ve babanı ele geçirdiklerini düşünmüştün. Belki de sadece bir boşluk oluşturdun zihninde, düşünmeyerek bir savunma mekanizması oluşturmayı seçtin. Şimdi ise, 16 yaşını tamamlamak üzeresin. Neyin ne olduğunu çok daha iyi anlıyorsun.
Beni ve babanı suçlamadığını bilsem de, olur ya içinden yalnız büyüyor olmana isyan edesin, bize kızasın gelir diye bir kez daha söyleyeyim. Ne baban ne annen seni utandıracak bir yanlış yaptı. Canım oğlum, biliyorsun, her ikimizde adliyede uzun saatler çalışırdık. Mesai sonrası veya hafta sonu çalışmalarımıza az şahit olmadın. Biz çalışırken, sen de odalarımızda bir-iki oyuncağınla meşgul olur, bir süre sonra dayanamaz dosyaların arasında sıkıldığını söylerdin. Biz niye o kadar çalıştık? İnsanların haklarını doğru bir şekilde teslim edelim, adalet gecikmesin diye. Kimseye bilerek haksızlık etmedik. Konumumuzu kullanarak kimseyi ezmeye çalışmadık. Tertemiz yaşadık ve mesleğimizi tertemiz icra ettik.
Bizi tutuklarken ne iftiralar attıklarını hepimiz biliyoruz. Lojmandaki arkadaşlarının anne ve babalarının seninle karşılaştıklarında bir çocuğa bakar gibi değil, bir suçluya bakar gibi baktıklarını, senden uzak durmaya çalıştıklarını biliyorum. Benim bildiğim ve bilmediğim daha neler neler yaşadın sen. O anlarında yanında olamadığım için affet beni oğlum. Acı hatıraları tekrar ederek seni incitmek istemem. Ama şunu bil ki, yaşadıkların normal değil ve içinde en küçük vicdan kırıntısı olan bir insan, bunların sana yapılmasına izin vermezdi.
Canım oğlum,
Onlar dediler diye biz “terörist” olmadık, sen de “teröristin çocuğu” olmadın oğlum. Bizden sonra görevlerine devam ettirilen hakim-savcılarla ilgili haberleri sen de okudun. Aracında uyuşturucuyla yakalananlar, beraat ettirdiği sanıkla ‘karar kutlaması’ yapanlar, davanın tarafı zenginlerin doğum günü partilerine katılanlar, rüşvet alanlar ve sonrasında da birbirleriyle ‘ben daha zenginim’ yarışı yapanlar… Ne benim ne de bu dönemde terör safsatasıyla tutuklanan diğer meslektaşlarımın bırak terör faaliyetini, meslek onurunu zedeleyici en küçük bir eylemi olmadı.
Onların iddialarının akılla bağdaşmayan saçmalıklar, yaptıklarının zulüm olduğunu sen de biliyorsun. Sadece bu haksızlıklar çok zoruna gidiyor ve bununla baş etmen kolay olmuyor. Haklısın, kolay değil. Babaannenle son görüşmemizde senin okuldan bir çocukla bu yüzden kavga ettiğini söyledi. Sana “terörist çocuğu” deyince dayanamayıp çocuğa saldırdığını ve sonuçta ikinizin de yaralandığını anlattı. Ama en zoruna giden şeyin, öğretmeninin kavganın nedenini bildiği halde öteki çocuğa sahip çıkmasıymış. Sakın babaannene bunu bana söylediği için kızma olur mu?
Murat, kötülük yaygınlaştı, sen de görüyorsun. Anne ve babaları, öğretmenleri örnek bir davranış göstermeyen bazı çocukların böyle davranması kaçınılmaz oluyor. Üzüyorlar hepimizi. O çocuklar ya da bir başkası seni üzmek amacıyla hareket ettiklerinde onlara kızdığını, üzüldüğünü göstererek, hırçınlaşarak amaçlarına ulaşmalarına fırsat verme. Daha fazla acı çekmeni ve yıpranmanı istemiyorum oğlum. Beş yıldır buradayım. Senin ve babanın özlemi dayanılmaz boyutta. Ama bu günler geçecek, kavuşacağız. O gün geldiğinde hepimizin ruh ve beden sağlığı yerinde olmalı, değil mi?
Senin bu zor günleri yaşamanı asla istemezdik. Çocukluğundaki gibi seni mutlu görmeye, güvende olduğunu bilmeye çok ihtiyacım var. Ne kadar da hayat dolu bir çocuktun sen! Her şeye karşı büyük bir heyecanın vardı. Gülünce üç kişilik güler, kabına sığmazdın. Şu sıralar durgun olman çok normal. Büyüdükçe daha fazla sakinleşiyor insan. Hele de erkek çocukları! Delikanlılık çağına ulaşınca çocukluk hallerinden eser kalmıyor. Merak etme, bu haller geçici. Üç-dört sene sonra yine Geveze Murat’ıma dönersin sen. Yine de hayat dolu olmak için yılları bekleme oğlum. Hayata sımsıkı tutun. Pasif olmayı değil, aktif olmayı seç. Diren oğlum, diren. Hem kendin için, hem bizim için, diren. Sana ve bize acı çektirenlere inat, diren. Sen ki, bu ülkenin geleceğisin. Bu ülkenin geleceği için diren.
Beşiktaşlı Murat’ım! Kartalları ne çok sevdiğini biliyorum. Yüksek dağların üzerinde süzülen, hedefine hızla ilerleyen, koca kanatlı kartalları. Bazen hayat bizi hiç düşünmediğimiz yerlere çeker. Kayalıklı, karlı dağların ortasında bir kartal gibi davranmak gerek. Eskiden yemyeşil bir vadide, güven içinde suların şırıltılarını dinleyerek, güle oynaya yaşar giderdik diye düşünüp durmanın, geçmişe asılı kalmanın kimseye faydası yok. Bugüne bakıp, geleceğimizi kurmalıyız. Gelecekte ise, hani zorlu maçları izledikten sonra, sanki sen oynamışsın gibi, “Ne maçtı ama!” derdin ya, öyle diyeceğiz.
İki ay önce bana derslerine odaklanamadığını, çalışmak istemediğini, çalışıp da ne olacağını, savcı baban ile hakim annenin dahi bir şey yapamadığını, işsiz bırakıldığımızı söylemiştin. Biliyorum, bunları derslerine biraz daha dikkat etmen gerektiğini söylememe tepki olarak söyledin. Ama söylediklerin doğruydu. Evet, annen sobalı bir evin soğuk odasında üşüye üşüye ders çalışarak, kalabalık bir ailede gürültülü ortamlarda derslerini anlamak için uğraşarak hakim olmuştu. Baban ise, bir yandan okuluna devam ederken bir yandan çalışarak, türlü fedakarlıklarla savcı olmuştu. Sonra birkaç saat içinde hakim-savcı makamından sanık sandalyesine oturtulmuşlardı.
İyi de benim güzel oğlum, onlar ne derse kabul mü edelim? Karşı koymayalım mı? Direnmeyelim mi? Yaptıkları haksızlıklar yanlarına kar mı kalsın? Şunu demiyorum, biliyorsun: Bize iftira atanların, hakaret edenlerin ağızlarını burunlarını kıralım. Hayır! Benim tek bildiğim şey, hukuktur ve çözüm de hukuktadır. O halde, yapılması gereken mücadele de, hukuk mücadelesidir. Ben burada sen orada hayattan kopmayarak, babaannenin kolu kanadı altında derslerine çalışarak, seni anlayan arkadaşlarınla bağını güçlendirerek, birlikte hücrede tutulan ailelerinize ses olarak, durumlarımızı dış dünyaya mümkün olduğu kadar duyurarak bu mücadeleyi sürdüreceğiz. Şundan emin ol, yaptıkları yanlarına kalmayacak.
Murat’ım,
Sakın sesime ses veren kimse yok diye yılgınlığa düşme. Toplum sessiz kaldı, kimileri küçük düşürmeye çalıştı diye kendini değersiz hissetme. Sen çok kıymetlisin oğlum. Sadece benim için değil, bu ülke için, insanlık için çok kıymetlisin. Bu günlere takılıp ümitsizliğe kapılma. Aksine daha fazla ümitli ol ve bu karanlık gecede aydınlık dolu bir sabaha hazırlık yap.
Oğlum, bizim devrimiz geçiyor, sizin devriniz başlıyor. Ben tüm sıkıntılarıma rağmen insanlara güvenimi yitirmedim. Sen de yitirme. İyi yürekli insanlar her yerde var. İyilerin ürkmesini, sinmesini istiyorlar. Ancak o zaman başarabileceklerini biliyorlar. Buna asla izin verme. Bu ülkeyi ayağa kaldıracak olanlar da, hukuksuzlukların hesabını soracak olanlar da, bu hukuksuzlukları asla unutturmayacak olanlar da senin gibi iyi yürekli gençlerdir, sensin.
Diyeceksin şimdi; anne yok, baba yok, bir sürü sıkıntı var, yoluma senin dediğin gibi nasıl devam edebilirim? Oğlum senin tarihin iyiydi. Belki biraz daha fazlasını öğrenmeye ihtiyacın var. Dünya, sayısını bilemeyeceğimiz kadar çok sayıda savaşa sahne oldu. Zalim hükümdarlar, liderler yüzünden insanlar perişan oldular. Anne-babasız çocukların boyunları bükük kaldı. Her yanları açlık, sefalet ve yokluktu. Onların içerisinde bazıları eli kolu bağlı hissine kapılarak hayatlarını ümitsizce devam ettirdiler. Bazıları ise, kendilerine dayatılanı kabul etmeyip, içinde bulundukları ortamı değiştirme azminde oldular. İnsanlık bugün bu noktaya gelmişse, ümitsizliğe düşmeyip de mücadele eden o kahramanların sayesindedir.
Sakın sana “kahraman olma” ödevi yüklediğimi düşünme. Herkes kendi öyküsünün kahramanıdır oğlum. Sen sadece, yaşayarak yazdığın öykünün kahramanına odaklan. Ben de dahil, diğerleri senin öykünde sadece birer yan karakterleriz. O kahramanı büyüt, geliştir, yetiştir. Kahramanının nasıl olmasını istiyorsan öyle davran. Sonunda, öncelikle senin zevkle okuyacağın bir öykü çıksın. Böyle bir öyküyü de ancak direnerek yazabilirsin. Benim gibi sen de diren. Burada ezberlediğim Ahmet Arif’in şiirindeki gibi diren:
“Kardeşliğin, çalışmanın,
Beraberliğin,
Atom güllerinin katmer açtığı,
Şairlerin, bilginlerin dünyalarında,
Kalmışım bir başıma,
Bir başıma ve uzak.
…
Öyle yıkma kendini,
Öyle mahzun, öyle garip…
Nerede olursan ol,
İçerde, dışarda, derste, sırada,
Yürü üstüne – üstüne,
Tükür yüzüne celladın,
Fırsatçının, fesatçının, hayının…
Dayan kitap ile
Dayan iş ile.
Tırnak ile, diş ile,
Umut ile, sevda ile, düş ile
Dayan rüsva etme beni.
…
Kızlarım,
Oğullarım var gelecekte,
Her biri vazgeçilmez cihan parçası.”
Annen yine uzattı mevzuyu. Ne yapalım huylu huyundan vazgeçmez. Sen de vazgeçme. Hani hayata duyduğun heyecandan, kartallar gibi zorlu koşullarda mücadele etmekten ve yükseklere tırmanmaktan asla vazgeçme oğlum.
Kokunu ve güneş gibi parlayan yüzünü hayal ederek, seni kocaman bir hasretle öpüyorum.
Son sözüm babaannenden: Anan kurban olsun sana!
Not: Bu mektup, içinden geçtiğimiz bu zorlu süreçte ümitsizliğe düşen çocuklarımıza ve gençlerimize ithafen yazılmıştır. Onlar bizim geleceğimizdir. Onları da dahil ederek birlik, dayanışma ve mücadelemizi büyütelim.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız?
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***