Gazeteci Bülent Korucu’nun TR724’te yayımlanan, “Enes Kara’yı öldürmek” başlıklı yazısı şöyle;
Enes Kara’nın intiharı kamplar arası hesaplaşmaya dönüştü. Bu kör dövüşünden de sağlıklı bir netice çıkmayacak. Herkes içindeki gazı, kini, öfkeyi boşaltacak; bir sonraki Enes’e kadar ateşkes ilan edilip mevzilere dönülecek. Kimine göre Çağdaş Yaşamcıların yurtları batakhane, yetiştirme yurtları eskort üretim merkezi, devlet yurtları pislik yuvası, tarikat-cemaat yurtları mankurt yetiştiriyor. İddiasını-iftirasını ispat edecek malzeme sıkıntısı da yaşanmıyor kimse. Saydığımız bütün yerlerden on binlerce pırıl pırıl insan çıkmıştır. Ama bir tane kötü örnek oldu mu karşı taraf onu göze sokup ‘düşman’ını bitirmeye çalışıyor. Olumsuzluklar, şeytanlaştırılmış kitleyi gömmek için fırsata dönüştürülüyor. En azından çocuklarımız üzerinden bu kirli savaşı sürdürmesek. Onların hatırına bağcıyı dövmek yerine üzüm yemeyi seçebilsek.
Tarikat-cemaat yurtlarında sorun var mı? Var. Kapatılmalı mı elbette hayır.
Yetiştirme yurtlarındaki çocukları kötü emellerine alet eden yok mu? Var. Kapatılmalı mı? Elbette hayır. ÇYDD yurtlarında hiç yanlış yok diyebilir miyiz? Elbette hayır. Kapatılmalı mı tabii ki hayır.
“Hepsini kapatın!” türü toptancı ve intikamcı yaklaşımlar sorunların çözümü önündeki en büyük engel. Kontrol ve denetleme ihtimali de karambolde kayboluyor. Yukarıda saydığım oluşumları kapatmak ne doğru ne de mümkün. O halde bunu zorlamanın çözümle bir ilgisi yok. Herkes odunun parasının peşinde.
Sıcak gündem cemaat yurtları olduğu için oradaki sorunları konuşalım mı?
1- Cemaatler için büyük olmak neredeyse imanın şartı haline geldiği için nicelik niteliğin önüne geçiyor. Yönetilebilir bir büyümeyi aşan devasa yapılar, amaç gibi görünen dini bilinç ve eğitimi de veremiyor. Verildiği sanılan dini eğitim, yanlış yöntemler yüzünden ters tepiyor. Hafızlığı ile gurur duyan, gazeteci olduğu halde belli periyotlarla onu canlı tutmaya çalışan bir arkadaşım, “Kuran kursunda, dinden ve Kuran’dan soğumadığım, nefret etmediğim için çok şükrediyorum” demişti.
2- Profesyonel ve bilimsel anlamda yurt hizmeti verilmiyor. Bırakın belletmenleri yöneticilerin dahi pedagojik eğitimi yok. Böyle bir mecburiyet var mı ondan da emin değilim. Yalnızca müdür için yönetmelikte şöyle bir ibareye rastladım: “Öğrenci barınma hizmetleri yönetici sertifikasına sahip veya bir yıl içinde bu belgeyi alacağını taahhüt eden lisans mezunu müdür tarafından yönetilir.”
3- Toplumda psikoloji denen şey sadece lisede bir ders adı olarak biliniyor. Gözü bozulan göz doktoruna gidiyor ama depresyona giren ya biyoenerji ya muskacı ya da kişisel gelişim gurusuna başvuruyor. Yurtta kalan bir çocuk düşüp kolunu kırsa acile yetiştiriliyor, ruhsal bunalıma girdiğinde yurt müdürü karşısına alıp nasihat ediyor. Psikolog ve psikiyatra gitmek toplumda sosyetik bir hobi gibi.
4- Aileler, çocuklarını özgüvenli ve kendi ayakları üzerinde durabilen bireyler olarak yetiştiremediğinde, başlarına jandarma dikme ihtiyacı hissediyor. Kendisi yapamadığında bunu cemaatten bekliyor.
5- Dini ya da seküler bütün tarikatlar endoktrinasyonu hayatın gayesi haline getiriyor. Doğrunun tekellerinde olduğundan hareketle önüne geleni çivi kendini çekiç olarak görüyor. Daha kötüsü çekiçler arası rekabet. O yüzden yamru yumru çivilerle dolu toplum. Bir o vuruyor kafasına bir öbürü… 28 Şubat’ta zirveye çıkan laikçi baskı, dindar çocuklarda travmaya yol açtı, açıyor. Rövanşist bir bakış açısıyla gemi azıya almış cemaat ve tarikatlar da kaynağı ve rengi farklı bir travmaya sebep oluyor. İşin dramatik yönü laikçiler öteki çocuğu baskılarken, dindarlar daha çok kendi çocuklarını tüketiyor.
Dindar bir çocuk ÇYDD yurtlarında kalabilir mi? Ya seküler yaşam tarzına sahip biri tarikat yurdunda? Devlet tarafsız bir eğitim ve barınma imkanı vermeli, diğerini isteyene o kurumlar kontrollü şekilde hizmet üretmeli. Kontrolden anladığımız psikoloji ve pedagojiyi de içine almalı, öncelemeli. Yoksa mutfak tezgahını ölçen denetlemeyle buraya kadar…
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***