YORUM | M. NEDİM HAZAR
Asıl adı Yümni idi ama Van’da ona Yemen Bey diyorlardı. Hz. Üstad, bu ismi Emin Bey olarak değiştirmişti. Nur talebelerinin ise Çaycı Emin Ağabey’idir. Osmanlı’nın bakiyesi üzerine kurulmaya çalışılan yeni sistemin haz etmediği kişilerden olduğu için pek çoğu gibi o da istibdat tarafından sürgün edilmişti. Van’dan Kastamonu’ya…
Nasrullah Camii’nin şadırvanında kurduğu bir çay ocağında çaycılık yapıyordu. Geleli on yıl filan olmuştu.
1936 senesinde camiye bir bekçi ve yanında giyiminden hoca olduğu anlaşılan bir âlim girdi. Sarıklı ve cübbeliydi. Bekçi şadırvanda testisini doldururken yanında duruyordu. Kıyafetinden Doğulu olduğunu düşündüğü bu âlim zata yaklaştı Çaycı Emin Ağabey. Kendine has şivesiyle sordu: “Nerelisin kurban?” Cevap enteresandı: “Beni takip ediyorlar, bana yaklaşmasan iyi olur, sana zararım dokunur.” Şaşkındı Çaycı Emin. Suyu dolduran iki kişi camiden çıkıp gitti ama aklı onlarda kalmıştı. Nasıl bir insan, “Benimle konuştuğun için zarar görebilirsin” şeklinde samimi şekilde ikaz edebilirdi ki?
Kendisi de bir rejim mağduru olan bu hasbi şadırvan çaycısı, araştırmaya başladı. Çarşı polis karakolunda kaldığını öğrendi. Ara sıra polis ve bekçi nezaretinde şehrin yüksek kalesine çıkıp tefekkür ettiğini öğrendi. Bir gün denk getirdi ve kalede buldu aradığını. Polisten rica etti: “Kardeşim, bu benim hemşerimdir, bir iki dakika bizi yalnız bırakabilirsen, biraz konuşmak istiyorum,” dedi. Nasıl bir samimiyetle söylediyse, polis sessizce biraz uzaklaştı onlardan. Durum, Vanlı Emin’in tahmin ettiğinden daha fenaydı. Âlim hastaydı, “Beni zehirlediler, hem de birkaç defa,” demişti Bediüzzaman. Son derece kötü bir ortamda alıkonuluyordu 60’ına dayanmış bu pir-i fani. Kimseyle görüştürülmüyor, ağır tecrit ve baskı altında tutuluyordu.
O kısa sohbet esnasında tekrar görüşebilmek için şahane bir fikir bulundu. Bediüzzaman, cebinden çıkardığı, Harb-i Umumi’den kalma üç sarı altınını ona verdi. Bu parayla Hz. Üstad’ın yatağını satın alıp, tekrar ona kiraya verecekti. Ve her gün kirayı almak için karakola girme imkânı olacaktı.
Bilenler bilir, sert olur Kastamonu kışları. İkindi vakti hücreye hapsedip, epey eziyet ediliyordu bu yaşlı insana. Rejimin valisi Avni Doğan’dan güç alan komiser, üç günde bir sanki silah saklıyormuş gibi hücreyi arıyor, zulmediyordu. Soğuktu hücresi, küçük soba asla ısıtmıyordu, bekçi biraz insaflı olduğu için mangal almasına izin vermiş, bunun üzerine örttüğü yorganın altına girerek ancak ısınabiliyordu. Ancak Nuri isimli komiser merhametsiz ve anlayışsızdı.
Bir gün mangalı çekip almak ve hücreden atmak isterken elini yaktı. Üstad ona şöyle dedi: “Senin ismin Hâfız Nuri’dir, Risale-i Nur’un ismi de Nur’dur. Bu, sana tokattır. Dikkat et, bir daha bana ilişme!” Buna rağmen eziyete devam etti Nuri. Bir süre sonra çok ciddi şekilde rahatsızlandı. Ankara’ya kadar götürüldü ama doktorlar net bir teşhis koyamadılar. Defalarca gidip geldi Nuri büyük şehir hastanelerine. Sonunda annesi durumu anladı ve teşhisi koydu: “Sen o âlime çok zulmettin, bedduasına uğradın” dedi ve kayınpederini yolladı. Maaile doğruca hücreye gelip Bediüzzaman’dan helallik ve dua istedi. Asrın müceddidi şöyle söyledi: “Ben ona bir şey yapmadım. O, Kur’ân’ın tokadını yedi.” Haşir Risalesi’ni verip okumasını isteyerek yolladı aileyi. Hz. Bediüzzaman’a Kastamonu’da 8 sene hizmet etti Çaycı Emin Ağabey. 1943 yılında Üstad ile beraber Denizli’de 9 ay hapis de yattı. 40 yıllık sürgünden sonra 1967’de tekrar memleketini görmek için yola çıkmıştı. Van’a, köyüne giderken arabası kaza yaptı ve yanarak şehid olup bir süre önce ayrıldığı Üstad’ına kavuştu.
Allah mekânını cennet eylesin.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız?
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***