YORUM | M. NEDİM HAZAR
Olay, bilinmeyen bir ülkede, bilinmeyen bir zamanda geçmektedir. Yaşandığı bile kesin değildir. Ama yalan da değildir…
Toplu taşıma araçlarında devletin “Hainleri tanıyalım” bülteni okuma zorunluluğu vardı. Yaklaşık 150 ayrı gazete formundaki bülten, Muhaberat ve Devletin Bekasını Koruma Müdürlüğü yönetiminde yayın yapıyor, gün oluyor 200 köşe yazarı aynı başlık ve içerikli yazı yazarak halkı aydınlatıyordu.
Metro girişindeki billboardlar her zaman olduğu gibi aynı tür hizmet veren benzer vakıfların ‘huzur ve mutluluk vaat eden’ afişleriyle doluydu: “Çocuklarınızı yurtlarımıza verdiniz değil mi?”
Allah korusun devlet düşmanlarının yurt ve okullarına kayıt filan yaptırmak zaten mümkün olmadığı gibi, artık tek tük kalan hür teşebbüs eğitim kurumları da kapandı kapanacaktı…
Polis memuru Rıza o gün işe yeraltı treni ile gitmişti. Öğlen tatilinde ‘cuma’ için yine aynı vasıtayı kullanacaktı. Metrodaki LCD monitörde terör örgütünün saldırıları ilk ve tek haber olarak sürekli dönüyordu: “Hain örgüt bugün de genç kızlara tecavüz etti, bombalı saldırı düzenledi, memleketin her yerine mayın döşedi.” Ardından ekrana gelen içişleri bakanı teröre nefes aldırmayacaklarını söyleyen sert açıklamasını yaptı. Sonra liderin açıklamasına geçti görüntüler. Her evden en az üç şehit istiyordu reis.
Kocaman Kâbe maketinin etrafında gezinen partili kontrolörlerin yanından geçerek cami bahçesine geldi. Kimliğini uzattı ve küçük likit ekranda partiye üye kayıt bilgileriyle beraber ‘hainlik kaydı’ dökümü çıkarıldı.
Camiye öyle her önüne gelen giremiyordu şüphesiz!
Diyanet işleri başkanının sabit ve hareketli görüntüleriyle donatılmış cami avlusu epey kalabalıktı. Başkan o yıl hacca gidecek şanslı partilileri açıklıyordu! İnananlar bir yandan abdest alırken içerden okunan “Feda Hutbesi”ni de dinliyordu. Kürsüdeki hocaefendi “Kim bu cennet vatan uğruna olmaz ki feda” şiirinden yola çıkarak ulu reisin ‘üç şehit’ mottolu söylevini dinî terminolojiye uyarlayarak anlatıyordu.
Rıza daha sünnete durmamıştı ki, telefonuna acil uyarılı toplantı mesajı geldi. Mecburen farzı kılıp çıktı sokağa. Hızla merkeze geri döndü.
Amir epey öfkeli ve heyecanlıydı: “Hainler yine saldırdı, 42 şehidimiz var.” “İyi ama saldırı güneydoğuda özerk bölgede olmuş, orayı mı basacağız?” diyecek oldu ama yanındaki arkadaşının uyarısıyla sustu. Teröre en iyi cevabı yine ‘fedöncülere’ baskın yaparak vereceklerdi demek ki!
“Bu sefer nereyi basıyoruz?” diye sordu ekipten biri.
Öyle ya, tutuklayacak kimse kalmamıştı adeta. Artık 13-15 yaşındaki çocukların büyümesini bekliyor, tutuklayacak yaşa geldiklerinde evlerinden alıyorlardı.
İsmi pek yabancı gelmeyen bir kurumu ablukaya aldılar uzun menzilli silahlarla.
İçeri girmekte zorlanmadılar, zira kimse kalmamıştı zaten.
Kurumun kupa ve madalyalarıyla dolu koridorlarından geçerken, “Bunlar sahte değil mi?” diye sordu arkadaşına. “İnlerine girelim” dedi ekip başı.
Doğruca mutfağa gittiler ve büyük bir titizlikle un çuvallarını yere boca ettiler. Ekip amiri, müessese müdürüne, “Bu un biraz sararmış gibi, niye böyle?” diye çıkıştı ve tutanağa geçildi esmer un. “İşte bu” diye bağırdı ekip amiri, elinde tuttuğu margarini tüm ekibe göstererek. Büyük bir suç aleti bulmuşlardı; üç haftalık margarin… “Bunun cezası en az üç yıldır biliyorsunuz değil mi?” diye öfkeyle çıkıştı. Ölçüm ekipleri girdi daha sonra okula. Duvarları, pencere boylarını, merdiven enlerini, tabela yüksekliklerini, bayrak direklerini dikkatlice ölçtüler.
Çocukların çizdiği resimlerdeki hayvanların ne derece doğru olduğunu da rapora kaydettiler. Bazı güvercinlerin gagaları nizami görünmüyordu mesela! Apaçık suçtu bu!
Kurum başarı duvarındaki kurucu listesine bakarken Rıza donakaldı. Gözlerine inanamadı. Arkadaşları kısa sürede onun şaşkınlığını fark etti. Hipnoz olmuş gibiydi Rıza. Duvarda duran kurucu listesinin arasında babasının da fotoğrafı vardı. Ekip amiri birden Rıza’ya şüpheyle baktı. Rıza, kendini çok kötü hissetmeye başlamışken amir tıslayarak kaderini haykırdı: Senin baban da bir hainmiş Rıza!
Kan ter içinde uyandı Rıza.
Belli ki çığlık atmıştı. Karısı, son dönemde atan bu sanrılarından dolayı epey tedirgindi aslında.
Kim bilir? Belki de geliyordu gelmekte olan!
Rıza o sabah evden çıkarken telefon rehberine tekrar baktı. İhbar edecek kimse kalmış mı diye…
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***