Bu yazıyı, genç meslektaşım Metin Göktepe‘nin bundan 26 yıl önce polisler tarafından katledilişinin yıldönümü nedeniyle İstanbul’da yapılan anma etkinliklerini izlemenin hüznü içinde yazıyorum. Evrensel muhabiri Metin Göktepe, 8 Ocak 1996‘da, cezaevinde öldürülen iki tutuklunun cenazelerini muhabir olarak takip ederken gözaltına alınmış, “gazeteciye özel muamele” diyen polis memurları tarafından dövülerek öldürülmüştü.
DYP lideri Tansu Çiller‘in başbakan, CHP lideri Deniz Baykal‘ın da başbakan yardımcısı ve dışişleri bakanı olduğu bir dönemde işlenen bu alçakça cinayet, bana hep 1973’te Şili’deki faşist Pinochet darbesinin ardından, binlerce kişiyle birlikte tutuklanarak bir stadyuma kapatılıp parmakları ezildikten sonra katledilen ünlü halk sanatçısı Victor Jara’nın ölümünü anımsatarak büyük acı vermişti.
Her yılın umut ve iyimserlik dolu başlangıç ayı Ocak, ülkemizde başka alçakça cinayetlerle de lekelidir…
28 Ocak 1921’de, Türkiye Komünist Partisi lideri Mustafa Suphi ve 14 yoldaşı Trabzon açıklarında bir teknede katledilip Karadeniz’e atılarak cismen yok edildiler…
Evren Cuntası’nın Suudi gericiliğiyle kirli ilişkilerini araştırmak üzere geldiği Brüksel’de son kez görüşmüş olduğum değerli meslektaşım Uğur Mumcu 24 Ocak 1993’de katledildi, onu 19 Ocak 2007’de Ermeni gazeteci dostumuz Hrant Dink‘in Agos’un önünde katledilmesi izledi.
Ya Osmanlı Sultanlığı’ndan Türkiye Cumhuriyeti’ne yüzyıl boyunca işlenen diğer gazeteci katliamları?
Serbesti gazetesinden Hasan Fehmi‘nin 6 Nisan 1909‘da katledilmesiyle başlayan bu kara dizinin en karanlık bölümlerinden biri hiç kuşkusuz 1915 yılında Ermeni Soykırımı‘nın başlatılmasıyla birlikte onlarca ünlü Ermeni gazeteci ve yazarın katledilmesi…
Basın tarihimizde Ermeni soykırımı gibi ısrarla üstü örtülmüş bulunan bu utanç sayfasının açılması, ancak Tutuklu Gazeteciler Dayanışma Platformu’ndan Necati Abay‘ın 1998’de başlattığı araştırmalar sayesinde mümkün olabildi, isimlerden bazıları ancak Hrant Dink‘in öldürülmesinden sonra “Katledilen Gazeteciler” listesinde yer alabildi.
Türkiye’nin 2. Dünya Savaşı sonrasında sözüm ona çok partili sisteme geçtiği dönemde, 2 Nisan 1948’de, CHP iktidarının bir tetikçisi tarafından Bulgaristan sınırı yakınında arkadan vurularak katledilen, ardından mezarı da yok edilen Marko Paşa ve Zincirli Hürriyet gazeteleri yöneticisi Sabahattin Ali’yi anmamak mümkün mü?
50-60’lı yıllarda Milliyet gazetesinde bir süre birlikte çalıştığım, basın özgürlüğü ve çalışan gazetecilerin hakları için beraber mücadele ettiğimiz Abdi İpekçi 1 Şubat 1979’da, sosyalist yayıncı İlhan Erdost 7 Kasım 1980’de, makale ve kitaplarıyla İslamcıların maskesini yırtan değerli araştırmacı Turan Dursun 4 Eylül 1990’da, Özgür Gündem yazarı Musa Anter 20 Eylül 1992’de, Cumhuriyet yazarı Ahmet Taner Kışlalı 21 Ekim 1999’da katledildiler.
Yine acı bir noktalama… 1971 darbesinden önce Hacettepe Üniversitesi’nde öğretim üyesiyken tanıştığım Ahmet Taner Kışlalı, 1978’de kurulan Ecevit Hükümeti’nde Kültür Bakanı iken sürgün olduğumuz halde bizimle ilişki kurmaktan çekinmemişti.
Ne acıdır ki Kışlalı, ikinci hükümetinde bakanlık yaptığı Bülent Ecevit’in üçüncü kez faşist MHP lideri Alparslan Türkeş’le kurduğu hükümetin iktidarı döneminde katledilecekti.
Bu yazımın yayınlanacağı 9 Ocak bir başka acı yıldönümü… Kürt özgürlük mücadelesinin sürgündeki üç kadın siması, Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Şaylemez bundan dokuz yıl önce Paris’in göbeğinde MİT’in bir tetikçisi tarafından katledildiler.
9 Ocak 2013’te hunharca işlenen bu katliamda Türk Devleti’nin rolü Ankara tarafından örtbas edildiği gibi, Fransız adaleti de üzerinden dokuz yıl geçtiği halde olay üzerindeki esrar perdesini hâlâ aydınlatmış değil.
Paris katliamının üç kurbanından Fidan Doğan‘ı medya ilişkileri içinde şahsen tanıdığım için bu cinayeti de bir yanıyla “medyaya karşı işlenen cürümler” kategorisinde görüyorum.
80’li yılların ortalarından beri Kürt ulusunun haklı davasını dünya kamuoyuna tanıtabilmek için yurt dışında, özellikle Avrupa’nın başkenti Brüksel’deki çalışmaların tanığıyım. Tüm dünyaya seslenen ilk Kürt televizyonu Med TV‘nin Kürt gazetecileri tarafından çeşitli zorluklara rağmen nasıl başarıyla yaratıldığını, Türk Devleti’nin provokasyonlarına, Belçika makamlarının baskı ve baskınlarına karşı onların bu televizyonu nasıl savunduğunu takdirle izledim, programlarına ve dayanışma kampanyalarına katılmayı görev bildim.
Genç Kürt gazetecileri ve yazarları 40 yıldır Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde gazete, dergi ve kitap yayınlarıyla, düzenledikleri ya da katıldıkları panellerle ezilen bir ulusun haklı isyanını cesaretle dile getiriyorlar.
1982 Elbistan doğumlu olan Fidan Doğan da, o genç Kürt gazetecilerindendi. Gençlik ve kadın örgütlenmelerinde çalıştıktan sonra 2002 yılından itibaren Kürdistan Ulusal Kongresi üyesi olarak Kürt ulusal hareketinin diplomatik ilişkilerin kurulmasında ve basının bilgilendirilmesinde birinci derecede sorumluluk üstlendi.
Kendisiyle ilk kez Brüksel’deki KNK genel merkezinde medya konusundaki bir seminere konuşmacı olarak katıldığımda karşılaşmıştım. Daha sonraki yıllarda gerek Brüksel’de, gerekse Paris’te benim de katıldığım bazı uluslararası toplantıların organizasyonunda ve basınla ilişkilerinde ne denli başarılı olduğunun tanığıyım.
İki genç gazetecinin, şahsen tanıdığım Fidan Doğan‘ın, sürgünde olduğum için tanışma ve birlikte olma olanağı bulamadığım Metin Göktepe‘nin Ocak ayındaki ölüm yıldönümleri, benim gazeteciliğe başlayışımın tam 70. yıldönümüne rastlıyor.
Bu mesleğe, gazeteci olmak için değil, sırf yüksek öğrenim yapabilmek için okul saatleri dışında çalışıp hayatımı kazanmak zorunda olduğumdan, 1952 yılında İzmir’de Ege Güneşi gazetesinde stenograf olarak başlamıştım. 1953 yılında DP’nin kalesi İzmir’de Menderes iktidarına muhalefet için yayınlanmaya başlayan ilk günlük gazete Sabah Postası’na geçtikten sonra demokratik ve sosyal haklar için mücadele kararlılığım gazeteciliği asıl meslek olarak seçmemi zorunlu kıldı. Genç yaşta bu gazetenin sorumluluğunu üstlendim.
1959’dan sonra iki yıl İstanbul’dan Milliyet gazetesinin Ege Bölgesi temsilciliğini yaptıktan sonra, 1962’de örgütlenmeye başlayan Türkiye İşçi Partisi‘nin üyesi olarak partiyi desteklemeye başlayan Öncü gazetesinin temsilciliğini üstlendim. 1963’de genel başkan Mehmet Ali Aybar’ın isteği üzerine geldiğim İstanbul’da, parti sorumluluklarımın yanı sıra Gece Postası gazetesinde yazı işleri müdürü olarak çalıştım.
1964 yılında genel yayın yönetmeni olduğum Türkiye’nin en eski gazetesi Akşam‘ı, İnci’yle birlikte, tam da TİP’in ilk kez genel seçimlere katıldığı bir dönemde, solun günlük sesi haline getirdik. 1967’den sonra da 12 Mart 1971 darbesiyle kapatılıncaya kadar sosyalist Ant dergisini yayınladık.
1971’de çıkmak zorunda kaldığımız sürgünün illegaldeki ilk üç yılında Cunta’ya karşı Demokratik Direniş hareketinin örgütledik. Legale çıktıktan sonra 1974’den bugüne kadarki 48 yılda bir yandan İnfo-Türk adına insan haklarını ve özgürlükleri savunan çeşitli dillerde haber bültenleri ve kitaplar yayınlarken, aynı zamanda Türkiye dahil üç kıtadan gelen siyasal sürgünlere eğitim ve sosyal hizmet veren Güneş Atölyeleri’ni örgütleyip geliştirdik.
Zaman hızlı geçiyor… İnci‘nin de, benim de, yaşlarımız hayli ilerledi. Bu yıl ben 86 yaşında olacağım, İnci de 82…
Covid‘e karşı zorunlu aşıları ihmal etmedik ama yaşlanmanın getirdiği sağlık sorunları zaman zaman hız kestiriyor, aksamalara yol açıyor.
Bunu göz önünde tutarak, 2022 yılına, bugüne kadar gerek Türkiye’de, gerekse sürgünde yaptıklarımızın arşivlenmesi çalışmasına ağırlık verme kararlılığıyla girdik.
1971’den beri sürgünde yürüttüğümüz siyasal, sosyal ve kültürel çalışmaların, yaptığımız yayınların hepsini 10 yıl önce Amsterdam’daki Uluslararası Sosyal Tarih Enstitüsü (IISG)‘ye teslim etmiştik.
Sürgünümüzün ilk gününden beri titizlikle biriktirdiğimiz gazete kupürlerini ise Belçika’nın Gent kentindeki Sosyal Tarih Enstitüsü (AMSAB)‘a teslim etmiş bulunuyoruz.
Özel kitaplığımızdaki kitapların bir bölümünü Brüksel’de Türkiyeli işçilerin Maison du Peuple derneğine, büyük bir bölümünü de Kraliyet Kütüphanesi (Bibliotheque Royal)‘e verdik, kalan kitapları da tasnif ettikçe bu kütüphaneye vermeye devam edeceğiz.
Ulusal sorun konusundaki kitaplarımız ise Güneş Atölyeleri‘nin kitaplığında bulunuyor.
İnfo-Türk‘ün 1976 yılından beri çeşitli dillerde yayınlamış olduğu aylık bültenlerin tamamına web sayfamızdan erişmek mümkün.
Beş yıldan beri de haftada bir Artı Gerçek‘te yayınlananlar da dahil tüm yazılarıma Academia sitesinden de ulaşılabiliyor:
Demokratik Direniş ve İnfo-Türk‘ün yayınladığı kitaplar da iki yıldan beri dijital olarak web sayfamıza yüklenmiş bulunuyor.
Bir süredir, 1968-1971 döneminde Türkiye’de yayınlamış olduğumuz Ant dergilerini ve kitaplarını da dijitalize etme çalışmalarını da başlatmıştık.
Kısa bir süre sonra Ant dergilerinin tamamını Amsterdam’daki Uluslararası Sosyal Tarih Enstitüsü (IISG)‘nin web sayfasından dijital olarak okumak mümkün olacak.
Okurlarımıza yeni yıl armağanı olarak önümüzdeki hafta ekranda okunabilecek şekilde Ant‘ın şu üç kitabını dijital olarak sunacağız:
Sabiha Sertel: Roman Gibi
Zekeriya Sertel: Mavi Gözlü Dev
Kemal Sülker: Sabahattin Ali Dosyası
Bunları diğer Ant kitaplarının Internet’e yüklenmesi izleyecek.
İyi okumalar dileyerek tüm okurlarımın yeni yılını kutluyorum.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***