Türkiye’de ekonomik kriz derinleştikçe, şiddet de artıyor. Daha önce canlılara işkence ederek uygulanan nefret ve şiddet gün geçtikçe canlılara yetmeyip ölülere de yansımaya başladı.
Çöküşün, büyüyen yok etme hırsıyla birlikte geldiği şu günlerde Garibe Gezer’in cenazesini almaya gelen belediye aracını geri gönderen içişleri bakanlığına bağlı polisler bu yeni şiddet sarmalının merkezinde ve uygulayıcısı.
Aysel Tuğluk’un durumunun da tekrar gündeme gelmesi ile aslında bu şiddet sarmalının çok da yeni olmadığını hatırladık.
Yüz yıllık bir şiddet krizinin devamını ve travmasını canlı ve kanlı olarak yaşıyor Türkiye şu anda. Vatandaşlarına tarih tezleri, ideolojik safsataları ile işlediği tüm o nefreti kusuyor insanlar.
2017’de Aysel Tuğluk’un annesi Hatun’un cenazesine yapılan saldırıların bir sonucu olarak Tuğluk’un durumunun kötüleştiği biliniyor. Avukat Reyhan Yalçındağ, tutuklu siyasetçi Aysel Tuğluk’u hafıza kaybına götüren sürecin arkasında annesinin cenazesine yapılan saldırı olduğunu dile getirdi basında çıkan birçok haberde.
İnsan hafızası böyle bir şey işte. Bazen yaşadığımız kötü olayları unutmaz isek hayata tutunmak giderek zorlaşır. Yaşananların ne kadar vahim olduğunu gördüğümüzde, zihnimiz belki de en doğru olan şeyin unutmak olduğunu düşünüyor ve unutuyor. Ya da unutmaya çalışıyor.
Gelin bir kez daha 2017’ye gidelim. 13 Eylül günü. Umarım hatırlamayız diyebileceğimiz olaylar silsilesine tekrar bakalım.
Aysel Tuğluk’un annesi Hatun Tuğluk, Ankara’daki evinin de gördüğü Gölbaşı İncek Mezarlığı’na gömülmek istiyordu. Vefatının ardından vasiyetini yerine getirmek istenildi, ancak mezarlık saldırganlarla doldurulmuştu. Cenaze sahibi Tuğluk Ailesi ve mezar başında bulunanlara “Ermeniler” diye bağırdığı duyuluyordu.
“Buraya Ermeni gömdürmeyiz” denilmişti.
Halktaki şiddet tohumlarını daha o zaman ekmeye başlayan içişleri bakanı o dönem yaptığı açıklamada: “Karakolda görüntüleri izledim. ‘Buraya Ermeni gömdürmeyiz’ gibi cümleler edilmemiş” demişti.
Belli ki kaset ve montaj işlerini iyi bilenler kendisine gösterilen görüntüleri de montajlamışlardı.
Ya da polis sadece kendi istediğini çekmiş ve kalan görüntüler saray medyasından alındığı için duyulmamıştı. Doğru ya, Mezopotamya ve Pirha onlar için ajans ve haber kaynağı sayılmıyor.
Onlar için buyrun görüntülerin kırpılmış olmasına rağmen bahsi geçen kısımların yer aldığı hali şurada var:
Ayrıca saldırganın kendisini “Buraya Ermeni gömdürmeyiz” dedik diye itiraf da etmişti o günlerde.
Kimin toprağına kimi gömdürmediniz
Öte yandan kimi kimin toprağına gömdürmedikleri de ortada. Memleketin en değerli arsaları ve şimdi Toki’nin göz diktiği, kentsel dönüşümlerin yapıldığı birçok arsa Ermeni mezarlığı ya da mahallesi. Gölbaşı’ndaki mezarlık da öyle.
‘Buraya Ermeni gömdürtmeyiz’ diyerek Aysel Tuğluk’un annesi Hatun Tuğluk’un cenazesine saldıranlar hâkim karşısına çıktığında gerçek biraz daha aydınlandı.
Davanın ilk duruşmasında ifade veren sanıklardan İncek köyü ihtiyar heyetinde Necmi Bilgen mezarlık arazisinin bir Ermeni’den satın alındığını söyledi.
Ama tabi küfürleri ve saldırıları montajlayanlar bu haberi de görmediler.
Kaldı ki konumuz bu değil.
Ermeniler hafıza kaybını iyi bilirler. Toplumsal hafıza kayıplarımız olmasa inanın Türkiye’de yaşayamazdık. Aslında bu hafıza kayıpları 1915 sonrasında hayatta kalanlar ve onların çocukları ve torunları arasında büyük bir tartışma konusudur.
Ermeni soykırımından hayatta kalabilenlerin büyük bir çoğunluğu sessizliği tercih etmişlerdir. Bir yanda hayatta kalmanın verdiği bir utanç, öte yanda da eğer bu topraklarda yaşama devam edilecek ise gelecek nesillere bu hafızanın aktarılmamasının istendiğindendir bu sessizlik.
Çünkü hafıza o kadar tazedir ki aktarıldığında kalıcı bir nefrete dönüşebilir. O zaman da bu nefretle büyüyen genç Ermeni nesillerin, Türkiye’de başını belaya sokması kaçınılmazdır. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti tarihi başını belaya sokacak Ermeni aramaktadır sürekli. Levon Ekmekçiyan, Nubar Yalım, Hrant Dink ve 1980’de katledilen ve işkence gören yüzlerce, binlercesi.
İşte bu yüzdendir ki hafıza bazen bizi korur.
Unutur.
Bir başka anlatı da Atatürk’ün kızı Hatun Sebilciyan’ın (Sabiha Gökçen) hafıza kaybıdır. Atatürk onu Dersim’i bombalamaya gönderdiğine uçakta üzerinden geçtiği dağlar ona annesini hatırlatır. İlk uçuşunda başarılı olamaz o yüzden. Kaybettiği hafıza geri gelmektedir. Hafıza unutmuştur ama affetmemiştir. Bu konuda Simonyan’ın makalesinden yaptığım çeviriyi daha önce yine Artı Gerçek’te yazmıştım.
Sabiha – Hatun, yaşayabilmek için belki ‘hatırlamak’ istemez ama zalim de unutturmaz. Affetmez hafıza…
Bir konuşmasında Slavoj Žižek Yahudi Soykırımı için şunları söylemişti: “Unutacağız ama affetmeyeceğiz”
Sevgili Aysel Tuğluk, Hatun Tuğluk.
İnsandır unutur, zalimdirler unutturabilirler.
Kişisel hafızamıza saldırabilirler ama toplumsal hafıza affetmeyecek.
Sizin hastalanmanız için zemin hazırlayanlardan sebep rahatsızlansanız da unutturulsanız da bizim Ermeni hafızamız, birimizin unuttuğunu diğeri hatırlayacak ve asla unutmayacağız size yapılan bu haksızlığı.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***