31 Ağustos l 2016 tarihinde ne olduğunu hatırlıyor muyuz? Eğer vahşet saldırıları toplumun kabulü haline gelmeseydi, evet, hepimiz o korkunç olayı hatırlar, her yılın 1 Eylül’ünde, Dünya Barış Günü’yle ilgili mesajlar verdiğimiz gibi, o korkunç olayı hatırlayıp ülke çapında anmalar yapar, benzerlerinin bir daha yaşanmaması için sahiplerinin “köpeklerine” sahip çıkmasını talep ederdik. Ama hatırlamıyoruz. Çünkü benzerleri o kadar çok yaşanıyor ki, hangi birini hatırlamamız gerektiğini bile hatırlamıyoruz.
Sahi, 31 Ağustos 2016 tarihinde ne oldu? Bu sorunun yanıtını, yazının okuyucularıyla didişmek için değil, hatırlama çabasına mecbur olduğumuz için yazının sonuna bırakacağım.
“Otuz iki yaşında, eğitilmiş bir psikopat katilim. Elimden gelen tek iş, çocukları Deniz Kuvvetleri’ne katılmaya ikna etmek. Bir de, öldürmek. Hiçbir işte tutunamıyorum; çünkü sivilleri değersiz, zayıf karakterli, kıytırık koyunlar gibi görüyorum. Ben çoban köpeğiyim. Ben, yırtıcı bir hayvanım. Bana Donanma Köpekbalığı Jimmy derlerdi. Gözümde herkes, potansiyel bir avdır. Evet, sivilleri hâlâ bir av gibi görüyorum. Öyle görmek için eğitildim. Zayıflıklarına ve zayıflıklarını nasıl sömürebileceğime bakarım. Zayıflıklarını kendi çıkarıma kullanırım. Daima kafalarım onları. Zayıflık gösterirsen, işin biter. Acı ile gelişirim. Acı, bedeni terk eden zayıflıktır. Deniz piyadeleri pitbull gibidir; korkunun kokusunu alırlar. Ben bir savaşçıyım ve ülkemi savunmak için para alırım. Düşmanı tek mermi ile beş yüz metreden vurabilir, kafasını bir üzüm gibi patlatabilirim. Bunu çok yaptım. Ben bu zihniyetle doğmadım. Bunlar bana Deniz Kuvvetleri’nde öğretildi.”
ABD’nin Irak işgalinde görev yapmış eski bir asker olan Jimmy Massey, kendi tabiriyle “pitbull köpeğine” dönüştürülüşünün hikâyesini bu şekilde özetliyor, gazeteci Natasha Saulnier’le birlikte 2005 yılında yazdığı “Öldür Öldür Öldür” isimli kitapta.
Jimmy Massey’in kendisini benzettiği pitbull köpeği geçen hafta Gaziantep’te dört yaşındaki Asiye Ateş ağır yaralamıştı. Massey, “ben bu zihniyetle doğmadım. Bunlar bana Deniz Kuvvetleri’nde öğretildi” diyor ki, uzmanlar da pitbullların davranışlarında sahiplerinin tutumunun çok belirleyici olduğunu vurguluyor. İnsanı köpekten üstün kılan değil, ayıran farklı özellikleri var. Peki bu ayrışmayı ortadan kaldıran şey ne olabilir?
Antep’teki “pitbull olayı” üzerine konuşan Tayyip Erdoğan “Beyaz Türkler, hayvanlarınıza sahip çıkın” uyarısı yaptığı sırada ülkenin başka bir olayla daha sarsılması gerekiyordu. Fakat iktidardakiler, mültecilere Gaziantep’teki pitbull köpeği gibi saldıranları, sivillere Massey’in davrandığı gibi davrananları ve onların sahiplerini uyarmıyor.
16 Kasım’da, Birlik Beton’un İzmir-Güzelbahçe’deki taş fabrikasının barınağında Kemal Korukmaz isimli bir caninin sırf Suriyeli oldukları için 23 yaşındaki Mamoun Al-Nebhan’ı, 21 yaşındaki Ahmed Al-Ali’yi ve 17 yaşındaki Muhammed El Hüseyin Abda El Bish’i benzin dökerek katledilişine dair iktidar cenahından, hatta muhalefetin önemli bir kesiminden sarsıcı bir tepkinin oluşmaması pek sorgulanmıyor.
Oysa öldürücü “pitbull köpekleri” hayvanlarda değil, saldırdıklarını, katlettiklerini insan olarak bile görme yetisini kaybetmiş Kemal Korukmaz yahut Jimmy Massey gibi insanlarda aranmalı.
Erdoğan’ın pitbull saldırısına uğrayan Asiye’nin babasını telefonla ararken El-Bish’in, Al-Nabhan’ın, Al-Ali’nin ailelerini arayıp aramadığını sorgulayan bir muhalefet bile yok. Çünkü sözümona AKP’den kurtulmak için mülteci düşmanlığını körüklemekten çekinmeyen muhalefetin kendisi de bunu yapmıyor! Böyle olunca da “köpekler sahiplerine benziyor.”
23 yaşındaki Mamoun al-Nabhan savaşta devasa bir harabeye dönen Hama’nın, 21 yaşındaki Ahmed Al-Ali ve 17 yaşındaki Muhammed el-Bish ise Halep’in köylerinden Türkiye’ye gelip karın tokluğuna çalışan savaş mağdurlarıydı.
2001 yılında Türkiye’ye yerleşmiş olan ve mülteci hakları konusunda çalışan Suriyeli Deysem Siti’yle Korukmaz’ın katlettiği üç gencin hikâyesini konuştuk.
Katliam haberini alınca (olaydan takriben bir ay sonra) defalarca Güzelbahçe polis karakolunu aradığını söyleyen Siti, kendisine bilgi verilmemesi üzerine yangını söndüren itfaiyeyi aramış. Telefonun ucundaki itfaiyeci 16 Kasım gecesi, sabah saat 4 sularında bir yangın olduğunu doğrulamış ama bunun “elektrik kaçağına” bağlı soba yangını olduğunu söylemiş. Üç gencin ölümünden ise bahsetmemiş. Korukmaz kendisine maddi yardım yapan emekli çift Necati ve Kadriye Atasoy’u yaralayıp da gözaltına alınınca itiraflarda bulunmasa, gençlerin çalıştığı firmanın avukatları olayın takipçisi olmasa, mesele “soba yangını” olarak kayıtlara geçip gidecekti yani.
Mamoun Al-Nabhan’ın, Ahmed Al-Ali’nin, Muhammed El-Bish’in Suriyeli köylüler olduklarını, savaş sonrası yıkılmış olan ülkelerinden kaçak işçi olarak Türkiye’ye gelip gittiklerini, zaten kölelik koşullarında çalışırken kazandıkları üç-beş kuruşla Suriye’deki ailelerine baktıklarını aktarıyor Siti ve devam ediyor: “Muhammed el-Bish’in abisi daha önce aynı işyerinde çalışırken Bursa’da iş bulunca ayrılıyor ve kendi yerine kardeşini yerleştiriyor. Muhammed’in bir ablası da Mersin’de yaşıyor. Ne kadar maaş aldıklarını bilmiyorum ama sigortaları yok. Zaten öldürülenlerden ikisi geçici koruma statüsünü yenilememiş. O yüzden cinayetle ilgili dava açabilmek için avukatlar, ailelerden vekaletname alma sorunu yaşııyor. Hatta bu sorunu çözmek için, daha önce mülteciler hakkında çalışmış olan AKP’li milletvekili Serap Yaşar’ı da aradım. Ailelerin vekaletname çıkarabilmesini sağlamalarını istedim. İlgilenmedi bile.”
Üç Suriyeli gencin davasına İHD İzmir Şubesi ile İHD Irkçılığa ve Ayrımcılığa Karşı Komisyon üstlendi. İHD İzmir Şubesi’nden avukat Nehir Bilece, katliamın yapıldığı barınağı yerinde incelemiş. Söz Bilece’de: “Gençler üç bölümlük betonarme bir barınakta kalıyor. Sabaha doğru saat 4 sularında katil gelip kapılarına, mutfak bölümüne benzin döküyor, orayı ateşe veriyor ve dış kapıyı kapatıp gidiyor. Gençler bir şekilde kendilerini dışarı atıyorlar ama yaralı haldeler. Farklı hastanelere kaldırılıyorlar. Ahmed ve Muhammed 18 Kasım’da, birer saat arayla hayatını kaybediyor. Mamoun ise bir hafta sonra… Katil Güzelbahçe’de bağı-bahçesi olan, herkesin tanıdığı biri.”
Mültecilerin bu katliam sonrası kaygı ve korkularının çok daha arttığını söyleyen Siti ise “insanların tek tesellisi tüm Türklerin mülteci düşmanı olmadığını, dostlarımızın da çok olduğunu biliyor olmaları” diyor.
Sahiden öyle mi? Öyleyse neden üç işçinin diri diri yakılması ülke çapında infial yaratmıyor? Neden muhalefet partileri, iktidarın mültecilerle ilgili sorumluluğunu yerine getirmesi konusunda ciddi bir basınç uygulamıyor?
Toplumda vahşet eylemlerine yönelik tepkinin giderek sönükleşmesi, insanların irkiltici, ürkütücü olaylar karşısındaki reflekslerinin zayıflaması, üç Suriyeli gencin vahşice katledilmesi kadar ürkütücü aslında.
Erkek şiddeti üzerine yazdığı “Şiddetin Normalleştirilme Süreci” kitabında Eva Lundgren’ın şu uyarısı sadece kadınlar açısından değil mülteciler, Kürtler, LGBTİ’ler gibi daimi şiddete maruz kalanlar açısından da gözardı edilemeyecek kadar önemli: “Şiddetin normalleştirilme süreci, kadın açısından bakıldığında, aynı zamanda değerini kaybetme sürecidir. Buna paralel olarak, erkeğin şiddet kullanımı gelişir ve bu şiddet normal kabul edilerek yaşanır. Şiddetin sonuçları korkutucudur, dolayısıyla şiddet uygulayanların akli dengesinin yerinde olmadığını düşünmek daha cazip gelir.”
Üç Suriyeliyi vahşice katleden Korukmaz’ın “psikopat” olduğunu, akli dengesinin yerinde olmadığını düşünmek de topluma cazip geliyor.
Oysa tıpkı Massey gibi Korukmaz da, fantastik bir yalana bulayarak verdiği anlaşılan ifadesinde “sahiplerine” işaret ediyor. 2000’li yıllarda askerlik yaparken bir süre JİTEM’in gizli operasyonlarında yer aldığını iddia edip şöyle devam ediyor: “Ama şimdi açıklayamam, devlet sırrıdır. Ondan sonra ben İzmir’e memleketime döndüm ve çeşitli işlerde çalıştım. Seferihisar’da bir evim var. Arabanın camında bir gün not buldum. Bu notta ‘göreve başla’ yazıyordu. Bir zaman sonra bir not daha buldum, ‘Göreve devam et’ yazıyordu. Üçüncü notta ‘temizliğe başla’ yazıyordu. Temizliğe başla lafını Türkiye’yi Suriyelilerden temizle olarak anladım. Birlik Beton’a gittim. Eski arkadaşlarıma bana iş ve yer vermelerini istedim. ‘Tamam’ dedi.”
Korukmaz’ın bu hikâyesi kimseye sahici gelmemiş olabilir ama ülkede, siyasetin öncülük ettiği mülteci düşmanlığının kendisi zaten JİTEM’in araba camlarına not bırakmasını gereksiz hale getiriyor. Zira hemen her gün mülteci düşmanlığını yaygınlaştırmak üzere birileri medyanın, sosyal medyanın “camlarına” “öldür öldür öldür” veya “temizliğe başla” notu asıyor ve mülteci düşmanlığı karşı durulması güç bir norma, mültecilerle dayanışma yazısız bir yasağa, mülteci düşmanları pitbulllara dönüşüyor.
Ve tabii ki insan olmakta direnenlere “hayvanlarınıza sahip çıkın” demek düşüyor. Peki onlar nerede? Biz neredeyiz?
Gelelim yazının başındaki soruya: 31 Ağustos 2016’da ne olmuştu?
16 Kasım 2021’deki vahşetin aynısı İstanbul Üçüncü Havalimanı şantiyesinde bir Kürt işçiye karşı yapılmıştı. Mehmet Akkurt isimli ırkçı saldırgan, aynı odada kaldığı Mehmet Aytaş isimli işçiyi, üzerine benzin dökerek katletmiş, aynı gün şantiyeye yazı asan şirket, işçilere “başkalarıyla paylaşmayın” uyarısı yaparak “biz bir aileyiz” demişti: “Bugün altyapı taşeron kampında üzücü bir olay meydana gelmiştir. Üstünler-DAT şirketinde çalışan 2 kişi arasındaki husumet sonucu taraflardan birinin yatakhaneyi ateşe vermesi sonucu 1 işçi arkadaşımız hayatını kaybetmiştir… Bu tür olayların dışarıda projemizle ilgili farklı algılar oluşturmaması adına sizlerle bu bilgi paylaşımını yapmak istedik. Hepimiz bir aileyiz… Sizlerden bir özel ricamız da içerdeki bu olayın 3. kişilere aktarılmasında da gerekli hassasiyeti göstermenizi rica ederiz.”
Vahşeti yapan Akkurt’a ne mi oldu? Önce ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verildi, sonra da cezası “Haksız bir fiilin meydana getirdiği hiddet veya şiddetli eylemin etkisi altında suç işleyen kimse” denilerek indirimle 24 yıla indirildi. Yazdığımız yazılara, gösterilen tepkilere rağmen vahşet de, Mehmet Aytaş da unutuldu gitti.
Bu yazı da Kemal Korukmaz isimli azılı katilin vahşeti, bu vahşette hayatlarını kaybeden Mamoun Al-Nebhan, Ahmed Al-Ali, Muhammed El Hüseyin Abda El Bish unutulmasın diye yazıldı ama benzerleri gibi boşluğa atılmış bir taş olarak kaybolup gidecek.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***