YORUM | Prof. Dr. MEHMET EFE ÇAMAN
23 Aralık’ı 24 Aralık’a başlayan gece, Türkiye denen devletin resmi gazetesinde bir liste yayınlandı. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ile Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati imzasıyla alınmış olan karar uyarınca oluşturulan bu listede yer alan isimlerin Türkiye’deki mal varlıklarına el konulmaktaydı. Bu listede yer alan isimler belirli gruplar altında toplanmıştı. Listenin en başında rejimin “FETÖ”, ya da uzun ismiyle “Fethullahçı Terör Örgütü” olarak nitelediği grup ismi yer almaktaydı. Kendilerini Hizmet Hareketi olarak adlandıran, Türkiye’de bilinen adıyla Gülen Cemaati ya da kısaca “Cemaat” yerine kullanılan “FETÖ” başlığı altında yüzlerce ön isimlerine göre alfabetik olarak listelenmişti.
Listede toplam 770, “FETÖ” başlığı altında ise toplam 454 isim vardı. Karar sayısı 2021/5, karar tarihi 20.12.2021’di. Karar ve liste resmi gazetedeki bilgiye göre Hazine ve Maliye Bakanlığı tarafından düzenlenmişti. Yine resmi gazetedeki bilgi, “6415 sayılı kanunun 7. maddesinin 3. fıkrası uyarınca, aynı kanunun 3. ve 4. maddeleri kapsamına giren fiilleri gerçekleştirdikleri hususunda makul sebeplerin varlığına istinaden ekli listelerde adı geçen kişi, kuruluş ve organizasyonların Türkiye’de bulunan malvarlıklarının dondurulması kararlaştırılmıştır” diye devam ediyordu.
Peki, 6415 sayılı kanun neydi? Bu kanun 7 Şubat 2013 tarihinde çıkartılmıştı. Başlığı “Terörizmin Finansmanının Önlenmesi Hakkında Kanun” olarak formüle edilmişti. Ya 3 ve 4 numaralı maddelerin kapsamına ne girmekteydi?
Bu kanunun 3 numaralı maddesi a- bir halkı korkutmak veya sindirmek ya da bir hükümeti veya uluslararası kuruluşu herhangi bir eylemi gerçekleştirmeye veya gerçekleştirmekten kaçınmaya zorlamak amacıyla, kasten öldürme veya ağır yaralama fiillerini kapsıyordu. Ve b- 12.4.1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamında terör suçu olarak kabul edilen fiilleri kapsıyordu. Bahsedilen suçlar çok ciddi suçlardı. Kanun bu suçları detaylandırmış: uçak kaçırma, uluslararası korunma altında olanlara – mesela diplomatlara – yönelik yapılacak saldırılar, rehin alma eylemleri, nükleer madde kaçakçılığı, deniz araçlarına yapılacak yasa dışı eylemler, deniz platformlarına yapılacak yasa dışı eylemler, terörist bombalama eylemleri sayılıyor. Bu sayılan her eylem Türkiye’nin taraf olduğu sözleşme ve antlaşmalara atıfta bulunularak listelenmiş. Tüm bu sayılan eylemler, uluslararası tanımına uygun terörist faaliyetler.
Bu kanunun 4 numaralı maddesi “3 numaralı madde kapsamında suç olarak düzenlenen fiillerin gerçekleştirilmesinde belli bir fiille ilişkilendirilmeden dahi bir teröriste veya terör örgütlerine fon sağlayan veya toplayan kişi, fiili daha ağır cezayı gerektiren başka bir suç oluşturmadığı takdirde, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır” diyordu. Yani açıklamak gerekirse, bu 4 numaralı madde bir kişinin bizzat üçüncü maddede sayılan eylemleri yapmayıp, sadece bu eylemlerin gerçekleştirilebilmesi doğrultusunda fon – finansal kaynak – toplayan kişilerin cezalandırılmasını öngörüyordu. Dahası, bir sonraki ibarede ise “Birinci fıkra hükmüne göre ceza verilebilmesi için fonun bir suçun işlenmesinde kullanılmış olması şartı aranmaz” diyor, yani o toplanan paraların da ille bir terör fiilinde kullanılmasına gerek olmaksızın, sanki bir terör eyleminde kullanılmış gibi yaptırıma tabi tutulacağını kanunlaştırıyordu.
Hukuk tekniğine göre iddia sahibi suçu kanıtlamak zorunda. Suçlanan suçsuzluğunu kanıtlamak zorunda değil. TC bir hukuk devleti olmadığından, ben buraya suçsuzluğumu kanıtlayan, bizzat TC tarafından verilmiş 2 belge koyuyorum: 2015 & 2016 tarihli adli sicil sorgu belgeleri: pic.twitter.com/KuvolD8jhg
— Mehmet Efe Caman ? (@MehmetEfe_Caman) December 25, 2021
Bu iki maddeye göre herkes Türkiye denen devlet tarafından rahatlıkla bir terör eylemine veya terörizme destekle suçlanabiliyor, cezai müeyyideye tabi tutulabiliyor.
Şimdi Türkiye denen devlet, yazının başında bahsettiğim, resmi gazetede yayınlanmış olan kararı ve listeyi kanuni dayanak olarak kabul edecek ve listelenen kişilerin Türkiye’deki tüm taşınır-taşınmaz malvarlıklarına el koyacak. Bununla da kalmayacak, 6415 sayılı kanunun 5. maddesi uyarınca, bu kararı ve listedeki isimleri Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne iletecek.
Bu noktaya kadar okur, normal hukuk devletlerinde sorun oluşturacak birçok şey fark etmiş olabilir. Fakat ayrıntılara girmeksizin bu sorunların toparlanarak özetlenmesinde yarar var. Öncelikle şunu belirteyim: Türkiye denen devlet, benim adımı bu bahsedilen listeye koymuş, yani resmi gazetesinde beni de terörizmle ilintilendirmiş. Ayrıca bunu ikinci kez yapıyor. İlkini 29 Ekim 2016 yılında, 675 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile beni kamu görevimden (Türk-Alman Üniversitesi’ndeki profesörlük kadromdan) ihraç ederek yapmıştı. Şimdi de 2021/5 sayılı kararla bir benzerini – daha da ağırını! – yapıyor. Ben şimdi kendi yaşamımdan – yani tek bir mağdurun örneğinden – hareketle, bu anayasaya aykırı ve kanunsuz kararı analiz etmek istiyorum.
Birinci saptamam şudur: Türkiye devleti, terörizm kavramını – tıpkı diğer benzeri otoriter rejimlerde olduğu gibi – gayet keyfi, yani kanunlara dayandırmadan, oldukça geniş, hepsinden önemlisi de muhalifleri bu kavram kapsamına dâhil ederek yıldırmak ve onları susturmak için kullanıyor. Bu taktik, Rusya, Çin, İran gibi otoriter veya hibrit rejimlerce sık ve düzenli olarak uygulanıyor. Bu yolla otoriter rejimler kendilerini eleştiren muhalifleri gerek kendi topraklarında, gerekse de diğer ülkelerde köşeye sıkıştırmak ve onları etkisiz hale getirmeyi hedefliyor. Türkiye, bu taktiği kullanıyor. Uluslararası toplum tarafından terörist olduğu kabul edilen IŞİD gibi terörist örgütlerin yanına eklemlediği bazı hedefteki muhalif grup ve kişileri bir terör listesine dâhil ederek, o kişileri yasadışı ilan etmeye çalışıyor. Kendi mağduriyetim özelinde ifade etmem gerekirse, hakkımda hiçbir mahkûmiyet kararı olmadığı, sabıkasız bir insan olduğum halde, Türkiye ve uluslararası alanda bilinen ve tanınan bir bilim insanı ve yazar olduğum halde, beni hiçbir gerekçe ve kanıt göstermeden terörizmle ilintilendiriyor. Belli ki benim rejim eleştirilerimi, bu rejimin işlediği insanlık suçlarını, işkenceleri, anayasa ve yasa ihlallerini, rüşvet ve kumpaslarını konu etmemi engellemeyi amaçlıyor. Beni susturmak istiyor. Başka bir ifadeyle, Türkiye kendi hukuksuzluklarına karşı getirdiğim eleştirileri (gazete yazılarını, akademik makaleleri, sosyal medya paylaşımlarını ve video programlarını) terörizm kapsamına sokuyor. Bu elbette ki tam bir farstır, komedidir, tam bir acizliktir ve zavallılıktır. Tüm dünya bunu görüyor, biliyor.
İkinci saptama da birincisiyle ilintilidir: Türkiye, bir hukuk devleti değildir. Kendi anayasasının vatandaşlarına sağladığı hak ve özgürlükleri sistematik olarak ihlal eden, ayrıca insan hakları konusunda taraf olduğu uluslararası sözleşme ve antlaşmalarına da sistematik olarak uymayan bir ülkedir. Bu konuda en son ve en çok bilinen örnekler, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş kararlarıdır. Her iki vakada da, AİHM, Ankara’daki rejimden Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş’ın serbest bırakılmasını talep etti. Türkiye rejimi ise, her iki siyasi rehineyi fabrikasyon iddialarla ve hiçbir kanıt sunmaksızın terörizmle ya da casuslukla ilişkilendirdi ve AİHM’nin her iki siyasi tutuklunun da serbest bırakılması kararını uygulamadı. Bu veri dışında, Türkiye uluslararası kuruluşlar tarafından sistematik insan hakları ihlalleriyle suçlanan, sistematik olarak işkence ve kötü muamele yapan, kanunlarını uygulamayan bir devlet olarak sıklıkla eleştiriliyor. Bu konuda birçok AB veya BM raporu mevcuttur. Buna ek olarak, Freedom House gibi birçok özgürlük, demokrasi ve insan hakları temelli derecelendirme ve sıralamalar yapan kuruluş tarafından “özgür olmayan” ülke olarak nitelendirilmekte ve raporlanmaktadır. Kısacası, Türkiye ne özgür bir ülkedir, ne de bir hukuk devletidir. Rejimi eleştiren insanlar hakkında yasalara dayanmayan suçlar üreten ve onları keyfi olarak (yasaların öngörmediği biçimde) hapse tıkan bir otoriter rejimdir. Şimdi kalkıp Kanada’nın en saygın üniversitelerinden birinde 1 Ağustos 2015 tarihinden bu yana aralıksız olarak, resmi statüyle çalışmış olan bir profesörü terörizmle ilintilendiriyor. İşin komik tarafı, ben 2015 yılında Türkiye’den Kanada’ya gitmeden önce, 12 Haziran 2015’te bir adli sicil sorgu belgesi almıştım. Biliyorsunuz, adli sicil kayıt belgesi (temiz kâğıdı) devletin verdiği en üst ve resmi belgedir. Bu belgeye göre herhangi bir adli kaydımın olmadığı (yani sabıkasız olduğum) net olarak anlaşılıyor. Bunu bizzat devletin kendisi tasdik etmiş, kendi belgesinde yazmış! Dahası, 25 Eylül 2016 tarihinde, Kanada makamlarına vize işlemlerimle ilintili olarak sunmak üzere, e-Devlet üzerinden bir başka adli sicil kayıt belgesi almıştım. Bu belgenin 15 Temmuz 2016 tarihinden sonra olduğuna özellikle dikkatinizi çekmek isterim. Bu ikinci adli sicil kayıt belgesi de, herhangi bir adli sicil kaydım olmadığını (yani sabıkasız bir insan olduğumu) kanıtlıyor. Bu iki belgeyi de Türkiye denen devlet düzenledi! Ben Temmuz 2015’te Kanada’ya geldikten sonra, tek bir kez bile Türkiye’ye gitmedim. Peki, o halde soruyorum: nasıl oluyor da, Temmuz 2016 ile Aralık 2021 arasındaki yaklaşık 6,5 zarfında muteber akademisyen vatandaştan terörizmle irtibatlı bir kişiye “terfi ettirildim” (!)? Şu ana dek Kanada’da da gönüllü bir aktivitem (bir okulda basketbol antrenörlüğü) görevim nedeniyle tam üç kez farklı tarihlerde adli sicil kayıt belgesi (good conduct certificate) aldım. Hayatım boyunca hiçbir kanunsuz davranışım veya eylemim olmadı. Sabıkam yok. İşim gücüm belli. Ne şiddete bulaşmışım, ne şiddeti övmüşüm. Bu konuda hem resmi dokümanlar, hem de beni bilen meslektaşlarımın tanıklığı apaçık ortadadır. O halde, şunu söylemek sanırım yanlış olmaz: Benim adımı resmi gazetesinde terörizm bağlantılı olarak yayınlayan Türkiye Cumhuriyeti denen devlet bir muz cumhuriyetidir, bir diktatörlüktür, bu devletin ilgili kararında imzası olanlar ise bu farsın palyaçolarıdır.
Üçüncü saptama bir ve iki numaralı saptamalarla bağlantılıdır: Bu listeye alınan isimlerle ilgili olarak, idari bir karar alınmış, yani bir bakanlığın – hangi ölçütlere göre yaptığı belirsiz – listelemesi sonucunda insanlar durup dururken terörist veya terörizmle bağlantılı ilan edilmiştir. Detaylandıracak olursam, bu listede adı geçen insanların hangisi 6415 sayılı kanunda sıralanan uçak kaçırma, uluslararası korunma altında olanlara – mesela diplomatlara – yönelik yapılacak saldırı, rehin alma eylemi, nükleer madde kaçakçılığı, deniz araçlarına yapılmış yasa dışı eylemler, deniz platformlarına yapılmış yasa dışı eylemler, terörist bombalama eylemleri gibi korkunç terörist eylemlerin failidir? Ben yine kendi örneğimden hareketle yorumlayayım: Buradan soruyorum: Ey Türkiye denen muz cumhuriyetinin ilgilileri! Eğer ben 2015 ve 2016 tarihlerinde sizin sabıkasız diye belge verdiğiniz vatandaşsam, Temmuz 2015’te ülkenizi terk etmişsem, o tarihten bu yana Kanada’da resmi olarak ikamet etmişsem, orada da resmi belgeyle sabıkasız olduğum belgeliyse, siz neye istinaden beni 6415 sayılı yasanızda belirtilen suçlarla ilintilendirdiniz? Bu iddianız hangi kanıta dayanıyor? Bu soruma yanıt veremezler. Eğer bu suçlamaları kanıtsız olarak ve keyfen yaptıysanız (ki siz de biliyorsunuz, öyledir!) o halde devletiniz bir muz cumhuriyetidir ve o listenin altında imzası olan bakanlar da palyaçodur.
Fon toplama iddiasına gelelim. Kardeşim, değerli (lafın gelişi söylüyorum!) Türkiye denen devletin yöneticileri, buradan açıkça yazıyorum: Yaşamımda hiç “fon toplamadım”. Hiçbir yasadışı kuruluşa, derneğe, cemaate, gruba, vakfa, organizasyona veya yapıya üyeliğim bulunmuyor. Sizin “FETÖ” dediğiniz Hizmet Hareketi veya Gülen Cemaati ile de herhangi bir aidiyet veya üyelik bağım yok. Hizmet Hareketi’nin sizin iddia ettiğiniz üzere “FETÖ” (yani bir terör örgütü) olmaması ve bunun uluslararası alanda yaygın kabul görmesi gerçeği bir tarafa, siz hangi kanıta binaen benim bu grup için fon topladığımı ileri sürebilirsiniz? Ayrıca toplasam da – eğer bu yaşadığım ülkenin kanunlarıyla çelişmezse – bu bir sorun olmazdı. Gülen Cemaati Kanada’da ve diğer medeni ülkelerde meşru bir dini-kültürel topluluk! Yani o gruba bir finansal katkım olsa bunu reddetmem için bir neden olmaz. Fakat: Böyle bir durum yok. O halde sorumu yineliyorum. Bir iddia ortaya attınız, hukuk tekniğinde iddia sahibi iddiasını ispatla yükümlüdür. İddianızı ispat edin. Edemezsiniz! Çünkü iddianız yalandır. Fakat velev ki yalan olmasa, bu yine de beni terör destekçisi yapmazdı. Çünkü dediğim gibi, bahsedilen grup Türkiye denen devlet dışında hiçbir yerde terörle bağlantılı olarak listelenmemiştir. Yani bu iddia ile alakalı olarak, neresinden tutsanız elinizde kalan bir durum söz konusu! Bu resmi gazeteniz, bir paçavraya dönmüş durumda. Tıpkı devlet olarak devraldığınız Türkiye’yi, 2002’den bu günlere bir muz cumhuriyetine dönüştürdüğünüz gibi, devletinizin tüm itibarını da sıfırladınız.
Bu yazıda, sadece tek bir örnek vakada, sadece tek bir kişinin yaşamından örnekle, Türk devletinin nasıl hukuktan tümüyle kopartıldığını kısaca sizlere sundum. Özetin özeti şudur: Türkiye’de hiçbir düzgün vatandaş artık güvende değildir. Benim gibi hayatında park cezası bile almamış, hiçbir suç işlememiş, hiçbir disiplin cezası almamış, sicil notu 10/10 olan, yaşamı insanların gizlerinin önünde olan bir vatandaşa bile bunları yapabiliyorsa eğer, Türkiye denen memleket tehlikelidir. Esas itibarıyla, bu tür suçları işlemekten bile çekinmeyen bir devlet, devlet olma vasfını yitirmiştir. Ve diğer devletlerce de devlet olarak muamele görmemelidir. Haydut ve yolsuz bir güruh, Türkiye’ye musallat oldu! Bu hırsız ve arsız çete iktidarda kaldığı sürece, normal vatandaşlara rahat yok!
Benim öyküm, size otoriter bir rejimin neler yapabileceğini anlatıyor. Esas soru ise şu: Bizler bu otoriter rejime karşı ülkeyi kurtarmak ve anayasal demokrasiye dönmek için ne yapacağız?
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***