Ortadoğu ve Türkiye-Körfez ilişkileri konularında yazan KHK’lı diplomat M. Haşim Tekineş, War On The Rocks sitesine AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan sonrası Türkiye dış politikasını değiştirmenin önündeki zorlukları değerlendiren bir makale kaleme aldı.
Artı Gerçek’te yer alan makalede, “Hem hayranları hem de karşıtları, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Türk dış politikasını kökten değiştirdiği konusunda hemfikirler. Şimdi soru şu: Erdoğan iktidarı bıraktığında, Türkiye’nin dünyaya yaklaşımı “normalleşir” ve Erdoğan öncesi ayarlarına döner mi?” diye soran Tekineş, “Türkiye’deki ekonomik koşulların kötüleşmesi, halkın ülkenin yanlış yönetimine olan öfkesinin artması ve Erdoğan’ın sağlığının gözle görülür şekilde bozulmasıyla bu soru giderek artan bir tartışmaya neden oldu” ifadelerini kullandı.
“Erdoğan döneminde Türkiye, saldırgan askeri girişimlerde bulundu, radikal suç gruplarıyla çalıştı, Rusya ve Çin gibi revizyonist güçlere yakınlaştı, buna karşılık Batılı kurum ve değerlerden uzaklaştı. Ancak tüm bu değişiklikleri Erdoğan’a veya partisine mal etmek yanıltıcı olur” ifadelerini kullanan Tekineş, değerlendirmeleri şöyle:
‘HIRSLI BİR LİDERİN SAHNEDEN ÇEKİLMESİNİN ETKİLERİ OLACAK’
“Hiç şüphe yok ki pervasız hırslı bir liderin sahneden çekilmesi Ankara’da karar alma sürecini olumlu bir biçimde etkileyecektir. Kurumlar, özellikle Dışişleri Bakanlığı, Ankara’nın dış ilişkilerine daha fazla istikrar ve tutarlılık getirerek daha fazla etkiye sahip olabilir. Türkiye’nin NATO ve AB’deki ortakları, büyük olasılıkla Erdoğan’ın haleflerini daha kabul edilebilir ve iletişim kurması daha kolay bulacaklardır.”
‘ERDOĞAN SONRASI TÜRKİYE’NİN ‘NORMALLEŞME’ POTANSİYELİ SINIRLI’
“Ancak Erdoğan’ın iktidarı kaybetmesinin ardından, Washington veya Brüksel’deki hiç kimse Türkiye’nin birdenbire uysal ve itaatkâr bir müttefike dönüşmesini beklememelidir. Uluslararası ortamdaki yapısal değişiklikler, Türkiye’deki daha geniş bürokratik ve ideolojik eğilimler ve Erdoğan’ın yarattığı yeni gerçekler, Erdoğan sonrası Türkiye’nin “normalleşme” potansiyelini sınırlayacaktır.
Dikkate alınması gereken ilk faktör, Ankara’yı geleneksel müttefiklerine alternatifler aramaya ve daha bağımsız bir dış politika benimsemeye teşvik etmede değişen küresel dinamiklerin rolüdür.
Giderek çok kutuplu hale gelen dünyada Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) hükümeti Rusya, İran ve Çin gibi ülkelerle ilişkilerini geliştirdi. Ve kendi çıkarları NATO ve AB’nin çıkarlarından ayrıştığında, Türkiye, Rusya ve İran ile birlikte Astana mekanizmasına katılmak veya Doğu Akdeniz’deki tartışmalı sularda kendi enerji araştırmalarını yürütmek gibi tek taraflı diplomatik ve askeri girişimlerde bulundu.
Türk politika yapıcılar için, Washington’ın Suriye iç savaşını ele alış biçimi, daha çok kutuplu bir dünyaya geçişin örneği oldu. Başkan Barack Obama’nın Suriye’deki kimyasal silah kırmızı çizgisi konusunda ilan etmiş olduğu politikaya uymaması Türkiye için büyük bir hayal kırıklığı oldu.” Obama’nın 2013 kararının ardından Ankara, Çinli bir savunma şirketi ile bir FD-2000 füze sistemi için müzakerelere başlarken, Erdoğan da Şanghay İşbirliği Örgütü’ne katılma arzusunu yineledi.”
‘ANKARA’NIN YALNIZLIK DUYGUSU KESKİNLEŞTİ’
“Daha genel olarak, NATO’nun Türkiye’nin Suriye’den kaynaklanan tehdit ve tehlikelere karşı tereddütlü duruşu Ankara’nın yalnızlık duygusunu keskinleştirdi. 2012’de Suriye ordusu bir Türk askeri keşif jetini düşürdü ve Suriye roketleri Türkiye’nin güneyindeki şehirleri vurdu. 2015 yılında Rus savaş uçakları Türk hava sahasını defalarca ihlal ederek Türkiye’nin bir Rus jetini düşürmesine neden oldu. NATO’nun bu krizlerin her birinde Türkiye’yi yürekten desteklememesi, Ankara’yı daha bağımsız bir dış politikaya itti.”
‘ABD VE AVRUPA’DA ÇOK SAYIDA KİŞİ TÜRKİYE’Yİ ‘DÜŞMAN’ OLARAK GÖRÜYOR’
“Bu gerçeği vurgulamak, Türkiye’nin bu yeni dinamikleri iyi yönettiği anlamına gelmiyor. Türkiye, değişen küresel ve bölgesel ortamda güvenli bir şekilde yol almak yerine, büyük güçler arasında gidip geliyor gibi görünüyor. ABD ve Avrupa başkentlerindeki pek çok kişi artık Türkiye’yi bir müttefikten çok düşman bir güç olarak görüyor. Ancak bu tabloya rağmen Ankara, Rusya ve Çin ile sağlıklı bir ilişki kurmayı da başaramamış bulunuyor.
Gelecekteki Türk hükümetleri aynı yapısal faktörlerle boğuşacak, ancak bunu mevcut hükümetten daha etkili bir şekilde yapabilir. Washington, Ortadoğu’da dümensiz veya kayıtsız bir politika yürütürken dikkatini Asya-Pasifik’e kaydırmaya devam eder ve Avrupa Birliği sınırlarının ötesindeki gelişmelerle etkin bir şekilde ilgilenmekten aciz kalırsa, Türk politikası buna göre yanıt verecektir.”
‘ANKARA, SURİYE KRİZİNİ AŞMAK İÇİN RUSYA İLE İŞ BİRLİĞİ YAPMAK ZORUNDA KALACAK’
“Bu, Türkiye’nin ABD veya Avrupa Birliği ile ilişkilerinde kopma anlamına gelmiyor. Ancak bu, Batılı izleyiciler, terörizm veya özellikle Suriye ve Irak’taki bölgesel krizlerle ilgili endişelerini paylaşmazsa Ankara’nın buna uygun bir tepki vereceği anlamına geliyor. Bu arada Ankara, Suriye krizinin ortaya çıkardığı zorlukları yönetmek için yine de Rusya ile iş birliği yapmak zorunda kalacak.”
‘DAHA ÖZERK BİR YOL DA SEÇİLEBİLİR’
“Ayrıca Çin’in bölgedeki artan etkisine paralel olarak Ankara, Pekin’e daha da yakınlaşabilir. Bölgesel güç boşlukları ve istikrarsızlık Türkiye’yi doğrudan harekete geçmeye zorlayabilir. Kısacası, Soğuk Savaş dönemine kıyasla Ankara, Batılı müttefiklerine bağlı kalmaktansa büyük güçler arasında daha özerk bir yol seçebilir.”
‘KAVGACI GELENEK VE ERDOĞAN’IN YAYILMACILIĞI’
“Türkiye’nin mevcut dış politikasının kilit yönleri, partiler arası farkı aşan bir biçimde uzun süredir devam eden bürokratik ve ideolojik eğilimleri de yansıtıyor.
Türkiye, Erdoğan’dan önce bile askeri gücünü kullanmaktan çekinmedi. 1939’da Hatay’ın ilhakı, Ankara’nın yayılmacı hedeflerine ulaşmak için diplomasiyi rüşvet, gerilla taktikleri ve askeri müdahale tehdidiyle destekleme istekliliğinin erken bir örneğiydi. 1974’te Türkiye, Kıbrıs adasının yarısını aldı ve hala binlerce askerini orada tutuyor. Ege Denizi’ndeki deniz sorunları nedeniyle Yunanistan ile ara sıra yaşanan gerilimler, sık sık silahlı çatışmalara dönüştü.
Behlül Özkan’a göre Türk istihbaratı, 1980’lerde Suriye hükümetinin Müslüman Kardeşler ile olan çatışmasına gizlice yardım ederek müdahale etti. 1998’de Türk ordusu, Kürdistan İşçi Partisi’nin (PKK) lideri Abdullah Öcalan’ı Şam’dan devirmek için Türkiye-Suriye sınırına askeri birlikler yığarak Suriye’yi tehdit etti. Daha da önemlisi, Türk ordusu yaklaşık 40 yıldır Kürdistan İşçi Partisi ile savaşıyor ve Irak topraklarına sayısız sınır ötesi operasyon gerçekleştirdi. Dolayısıyla Türkiye’nin son dönemdeki silahlı operasyonlarını bu kavgacı geleneğin bir parçası olarak değerlendirmek mümkündür.
Gerçekten de Erdoğan’ın askeri yayılmacılığı, askeri ve sivil bürokrasiden güçlü destek aldı. Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki denizcilik hedeflerini ifade etmek için ortaya atılan “Mavi Vatan” kavramının mucitleri ve destekçileri emekli generaller Cihat Yaycı ve Cem Gürdeniz’di. Ryan Gingeras, iki emekli amiralin Türk medyasındaki popülerliklerinin “Türk güvenlik çevrelerinde daha agresif ve düşmanca bir düşünce türünün yükselişini” ortaya koyduğunu savunuyor. Bu da daha kalıcı bir stratejik görüşü ima ediyor. Erdoğan’ın yokluğunda bile bu düşünce çizgisi Ankara’da hakimiyetini sürdürebilir.”
‘ASKERİ MÜDAHALE PLANLARINA KARŞI ÇIKAN GENERALLERE HAPİS CEZASI VERİLDİ’
“Aynı şekilde bürokrasinin üst kademeleri arasında da Türkiye’nin Suriye’deki operasyonları konusunda mutabakat vardı. 2014’te sızdırılan bir ses kaydında dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, dönemin Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu, dönemin Genelkurmay Başkan Yardımcısı Yaşar Güler ve istihbarat başkanı Hakan Fidan gizli veya askeri olarak bir müdahalenin gerekli olup olmadığını tartışıyorlardı. O zamandan bu yana, 2016 darbe girişiminden sonraki yaygın tasfiyeler, daha ölçülü görüşleri ortadan kaldırdı ve askeri bürokrasiyi homojenleştirdi. 2011-2016 yılları arasında Erdoğan’ın askeri müdahale planlarına karşı çıkan Türk generalleri beş yıldan fazla hapis cezasına çarptırıldı.”
‘SİLAHLI MÜDAHALELER, BÜROKRATİK SEÇKİNLERE ÇEKİCİ GELMEYE DEVAM EDECEK’
“Türk bürokrasisinin güvenlik odaklı zihniyeti, Türk dış politikasının sınırlarını çiziyor. Bölgesel zorlukların, istikrarsızlıkların ve bir güç boşluğunun öngörülebilir gelecekte var olmaya devam edeceği göz önüne alındığında, silahlı müdahaleler giderek daha kendine güvenen bürokratik seçkinler için çekici bir seçenek olmaya devam edecek. Dahası, Türkiye’nin Katar’daki Türk askeri üssü gibi misyonları, askeri seçkinler için kazançlı bir kariyer yolu sağlıyor. Bu da Türkiye’nin askeri yayılmacılığını sürdürmesi için bir başka bürokratik teşvik.
Bu noktada izlenen politikanın ideolojik bir boyutu da var. Amerikan karşıtlığı, Adalet ve Kalkınma Partisi seçmenleriyle veya aşırı milliyetçilerle de sınırlı bir olgu değildir. Bugün Türk toplumunun büyük çoğunluğu ABD’yi güvenilmez bulurken, Rusya’ya olan güven daha yüksek. Muhalefet arasında da yaygın olan ABD’ye yönelik bu düşmanca şüphe, Erdoğan’ın haleflerinin Türkiye’nin ABD’den bağımsız olduğunu göstermek zorunda kalacağı için ikili ilişkileri karmaşıklaştırmaya devam edecek. Bu bağlamda Ankara ile Washington arasındaki Halkbank yaptırımları ve ABD-Demokratik Birlik Partisi (PYD) ilişkileri gibi pek çok ihtilafın çözümü kolay olmayacaktır.
Örneğin Rus S-400 hava savunma sistemleri, Erdoğan’dan sonra bile ABD-Türkiye ilişkilerine bir sorun olmaya devam edecek. Muhalefetteki Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) S-400 konusunda benimsediği tavır NATO ortaklarını tatmin etmekten uzak. Parti lideri Kemal Kılıçdaroğlu, Türkiye’nin acilen hava savunma sistemine ihtiyacı olduğu gerekçesiyle bu kararı açıkça destekledi ve ABD’nin Türkiye’nin egemen eylemlerine yönelik yaptırımlarını eleştirdi. Kılıçdaroğlu daha sonra S-400’lerin gerekliliğini sorgulamaya başlasa da partisinin tutumu dramatik bir şekilde değişmedi. Örneğin, Kılıçdaroğlu’nun dış politika danışmanı olarak görev yapan eski bir diplomat olan Ünal Çeviköz, S-400 alımını desteklemekle kalmıyor, bir an önce devreye alınmasını da talep ediyor.
Muhalefet, hükümetin birçok askeri girişimini de destekledi. CHP 2012’den bu yıla kadar, hükümetin Suriye, Libya ve Azerbaycan’da askeri operasyonlar yürütmesini zorunlu kılan yasa tasarılarını destekledi. Kılıçdaroğlu, 2016 Fırat Kalkanı Harekatı, 2018 Afrin Harekatı ve 2019 Barış Pınarı Harekatı’na desteğini dile getirdi. Kılıçdaroğlu’nun partisi seçim bildirisinde mevcut iktidarın politikasına uygun bir biçimde, Türkiye’nin askeri misyonlarını başarıyla tamamlamasının ardından Suriye’den çekilme sözü veriyor.”
‘KOLAY KOLAY GERİ ALINAMAYACAK GERÇEK; TÜRKİYE ÇIKAR AĞLARINA DOLANDI’
“Türkiye’nin son yıllardaki yayılmacı politikası bölgede yeni bir gerçeği ortaya çıkardı, kolay kolay geri alınamayacak bir gerçek. Ankara bu yayılmacı politikayla yeni taahhütlerde bulundu, çıkar ağlarına dolandı, Türk askeri ve istihbaratının ayak bastığı alanlarda yatırımlar yaptı. Bunlar siyasi, askeri ve ekonomik olarak pahalı girişimler olsa da, bölgesel güç dengesi ve iç siyasi duruş açısından bir geri çekilme daha maliyetli olabilir. Bu nedenle, yeni bir Türk hükümeti çekilmek istese bile, Türk birliklerini geri çekmek veya askeri çatışmaları sona erdirmek oldukça karmaşık olacaktır.
Örneğin Libya’ya bakalım. Türkiye, Doğu Akdeniz’deki denizcilik anlaşmasını ayakta tutmak veya 20 milyar dolarlık ticari çıkarları korumak istiyorsa, Ulusal Anlaşma Hükümeti’nden desteği geri çekmek zor olacaktır. Suriye’de mülteci sorunu, Demokratik Birlik Partisi’nin varlığı ve radikal cihatçı grupların faaliyetleri herhangi bir geri çekilme planını karmaşıklaştıracaktır.”
YENİ ASKERİ GİRİŞİMLER
“Türkiye’nin Kürdistan İşçi Partisi’ne karşı mücadelesi, kuzey Irak’ta yeni askeri girişimleri teşvik edebilir. Ukrayna’ya teslim edilen insansız hava araçları, Rusya ile ilişkilerde sorun teşkil edecek. Keza Türk ordusunun (ve Türk insansız hava araçlarının) Katar, Afrika Boynuzu ve Kafkaslardaki varlığı Körfez ülkeleri, Mısır ve İran ile potansiyel çatışma kaynakları olacaktır.
Ankara’nın Erdoğan hükümetini dengelemek için ortaya çıkmış yeni bölgesel bloklarla ilişkileri de hassas olacak. Doğu Akdeniz’deki enerji kaynakları ve Türkiye’nin saldırganlığı Mısır, Kıbrıs, Yunanistan ve İsrail ile Birleşik Arap Emirlikleri arasında bir anlaşmayı kolaylaştırdı. Ancak Ankara’da yeni bir hükümet ve yenilenen diplomatik incelikler, otomatik olarak bu ittifakın bozulacağı veya Türkiye’nin içine gireceği anlamına gelmiyor. Türk-Yunan rekabeti ve deniz sınırları bölgede gerginlik yaratmaya devam edebilir.”
‘SURİYELİ MÜLTECİLER OY HAKKINI ELDE ETTİĞİNDE, TÜRKİYE’NİN ORTADOĞU POLİTİKASINDA UZUN SÜRELİ ETKİLER BIRAKABİLİR’
“Türkiye’deki Suriye diasporası da özellikle Türkiye’nin Esad rejimi ve İsrail ile ilişkilerinde etkili bir faktör olabilir. Türkiye’de 3,6 milyon kayıtlı Suriyeli mülteci var. Kayıt dışı göçmenler ve daha önce vatandaşlık almış olanlar da hesaba katıldığında ülkedeki Suriyeli nüfus büyük olasılıkla çok daha yüksek. Türk devleti, muhalefet ve Türk toplumu bu Suriyeli mültecilerin Suriye’ye yeniden yerleştirilmesini umut etse de, büyük çoğunluğunun Türkiye’de kalıcı olarak kalması muhtemeldir. Türk vatandaşlığının getirdiği oy haklarını elde ettiklerinde, bu yeni seçmen grubu Türkiye’nin Ortadoğu politikası üzerinde uzun süreli etkiler bırakabilir.”
‘ERDOĞAN’IN HALEFLERİ DE BAŞTAN ÇIKABİLİR’
“Son olarak ve belki de en önemlisi, Erdoğan dış politikada atılganlığın ve yayılmacılığın iç politikada ne kadar yararlı olabileceğini defalarca kanıtlamıştır. Bu politika, seçmenler arasında milliyetçi duyguları harekete geçirmeye ve dikkatleri iç sorunlardan uzaklaştırmaya yardımcı oldu. Ayrıca, son birkaç yıldır Türk seçmenler, Türkiye’nin askeri operasyonların ve insansız hava araçlarının uyandırdığı ihtişam duygusunun tadını çıkardı. Halkın kudret talebi veya iç sorunlardan uzaklaşma ihtiyacı, Erdoğan’ın tecrübeli bir askeri güce komuta edecek haleflerini de baştan çıkarabilir.”
Erdoğan sonrası Türk dış politikası farklı olacaktır. Yeni hükümet, Türkiye’nin uluslararası ilişkilerinde yeni bir sayfa açma fırsatına sahip olacak. Ayrıca Türkiye’nin uluslararası ittifaklarını yeniden kurması ve ülke ekonomisini yeniden inşa etmesi gerekecek. CHP de diğer muhalefet partileri gibi maceracılık, kibir, oportünizm, popülizm, müdahalecilik ve mezhepçiliğin yerini diplomasi, uluslararası hukuk ve iyi komşuluk ilişkilerinin alacağı yeni bir dış politika vaat ediyor.”
‘TÜRK DIŞ POLİTİKASINI DEĞİŞTİRMEK ZOR VE TEHLİKELİ OLACAK’
“Ancak değişen bir uluslararası ortamda Türk dış politikasını dönüştürmek, Erdoğan’ın halefi kim olursa olsun zor ve tehlikeli bir görev olacaktır. Neyin değişmesi gerektiğini, neyin değiştirilemeyeceği gibi, neyin değişmemesi gerektiğini ayırt etmek kolay olmayacak.
İlk adım, Erdoğan döneminin eleştirel değerlendirmelerinde kesin olmaktır. Türkiye’nin son 20 yılda yaşadığı tüm sıkıntıları bir hükümetin ideolojik veya dini bağnazlığının ve Müslüman Kardeşler’e olan takıntısının bir sonucu olarak görmek, yanıltıcı sonuçlara yol açabilir. AKP’nin dış politikasını Neo-Osmanlıcılık, Pan-İslamcılık, Pan-Türkizm gibi kavramlar olmadan tartışmak zor olsa da, işin içinde olan yapısal faktörleri de unutmamak gerekir. Bu nedenle, ideoloji ve yanlış yönetimin yanı sıra küresel ve bölgesel etkileri de dikkate alan daha gerçekçi bir değerlendirme hayati önem taşımaktadır.
Kurumların politika oluşturmadaki rolünün yeniden oluşturulması, gelecekteki herhangi bir Türk hükümeti için çok önemli olacaktır. Ancak, Türk bürokrasisinin stratejik yönelimi de değişimin kapsamını sınırlayabilir. Bu nedenle, seçilmiş hükümetler Türk dış politikasının yeniden biçimlenmesini yönlendirmeli ve bu görevi tamamen askeri veya sivil teknokratlara bırakmamalıdır.”
‘ERDOĞAN’IN 2023 SEÇİMLERİNDE İKTİDARDAN AYRILACAĞI KESİN DEĞİL’
“Son olarak, geleceğin hükümetleri de toplumda, bürokraside ve hatta kendi destekçileri arasında popüler olmayacak dış politika kararları almak zorunda kalacaklar. Bu, geleceğin hükümetlerinin dış politika tartışmalarını bugün yürütülen popülist ve milliyetçi retorikten kurtarabilecekleri ölçüde daha kolay olacaktır.
Erdoğan’ın 2023 seçimlerinde veya daha erken bir zamanda iktidardan ayrılacağı kesin değil. Erdoğan sonrası bir Türkiye’ye geçişin zamanı, şekli ve kapsamı, bu analizin çoğunu tartışmaya açık hale getirebilir. Ancak ne olursa olsun gözlemciler, Erdoğan sonrası Türk dış politikasına ilişkin beklentilerini gerçekçi tutmalı.”
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***