“Dağlar, insanlar ve hatta ölüm bile yorulduysa, şimdi en güzel şiir, barıştır.” YAŞAR KEMAL
Bu haftaki yazım bir anda gündeme giren Ermenistan ve Türkiye’nin diplomatik yakınlaşması üzerine olacak. Ekonominin gündemin ana başlığı olduğu bugünlerde başlayan bu süreci atlamamak gerekir.
Bazıları bu görüşmeleri BARIŞ ya da NORMALLEŞME döneminin başlangıcı gibi görüyor olabilir. Fakat ben bu işin altı doldurulana kadar BARIŞ denmesine karşıyım. Bu durumu anlatan en doğru kelime UZLAŞMA olabilir…
Hepinizin takdiridir ki tarihte yaşanan savaşlar, kırımlar ve soykırım sebebiyle Türkiye ve Ermenistan’ın (dolayısıyla Azerbaycan’ın) birbirleriyle yakınlaşma durumları özellikle geçtiğimiz yüzyıl boyunca hiç iyi olmadı. Hatta bu yaşanan düşmanlık ve başarısız diplomasiler milliyetçi argümanlarla süslenerek iç politikada iktidarların kullandığı bir malzemede dönüştü. Böylelikle halkların da birbirleriyle diyalogları koptu. Düşmanlıklar arttı ve son olarak Azeri-Karabağ savaşında Türkiye’nin de etkisiyle bu iyice dibe vurdu. 24 Nisan 1915 tarihinde yaşananları Ermeni Soykırımı olarak kabul eden ülkeler arttıkça bu düşmanlaşma da gittikçe arttı.
Peki, ne oldu da bir anda her Azerinin onayıyla Türkiye -Ermenistan ilişkilerinde diplomasi başlar gibi oldu?
Benim gözlemim tam anlamıyla Karabağ’ın yeniden şekillenmesinin ve büyük patron Rusya’nın tutumunun bu süreci başlattığı yönünde.
Karabağ – Azerbaycan savaşında tek kazanan Rusya olacak diye yazmıştım ve savaşın sonunda söylediğimiz gerçekleşti. Rusya o bölgede mutlak hâkim bir pozisyona geldi. Azerbaycan içinde askerlerini konumlandırdı. Ermenistan’ın Avrupa’ya yüzü dönük yeni lideri Nikol Paşinyan’a da kendini hatırlatarak ders verdi. Türkiye ise bölgede umduğu hakimiyeti kazanamadı. Savaşta 6.000 can kaybı oldu. Tarihi alanların yıkıldı, hasar gördü. Anlayacağınız savaşan unsurlar hiçbiri aslında bir şey kazanamadı.
Peki, bugünlerde neler oluyor? Karabağ’daki koşullar netleşince Türkiye ve Ermenistan’da diplomasi koşulları yeni bir döneme girdi.
Ermenistan’ın en üst düzey temsilcisi olarak görebileceğimiz Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Vahan Hunanyan, Parlamento Başkan Yardımcısı Ruben Rubinyan’ı temsilci olarak atadığını duyurdu. Rubinyan’ın bildiği diller arasında Türkçe de var.
Türkiye cephesine bakarsak; Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşuoğlu, Türkiye’nin eski Washington Büyükelçisi Serdar Kılıç’ı Ermenistan Özel Temsilcisi olarak atadı. Serdar Kılıç, ülkenin tecrübeli diplomatlarından olmasının yanı sıra ABD’de bulunan Ermenilerin tutumlarına da hâkim bir isim.
Peki, geçmiş süreci de hatırlamak gerekir. Ak Parti döneminde Ermenistan -Türkiye yakınlaşması döneminde neler yaşandı? İlk önce futbol diplomasisi yaşandı. 2008’de dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, yine dönemin Ermenistan Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan’ın davetiyle Türkiye-Ermenistan milli maçını seyretmek için Ermenistan’a gitti. Maçtan önce Ermenistan Başkanlık Sarayı’nda Gül ve Sarkisyan arasında 1,5 saatlik ikili bir görüşme yapıldı. Spor karşılaşmalarında yakalanan bu diyalog, 2009 yılında Zürih’de yapılan bir protokolle her iki ülkenin normalleşme kararı almasına vesile oldu.
Zürih Protokolü’nde mutabık kalınan bazı maddeler…
İkili ilişkilerini karşılıklı çıkarlara saygı ve güven temelinde geliştirme hedeflerini göz önünde bulundurarak,
İkili ilişkilerini iki ülkenin ortak çıkarları temelinde, siyasi, ekonomik, enerji, ulaştırma, bilimsel, teknik, kültürel ve diğer alanlarda geliştirmeye ve ilerletmeye kararlı olarak,
Uluslararası ve bölgesel örgütlerde işbirliğinin, iki ülke arasında özellikle BM, AGİT, Avrupa Konseyi, Avrupa-Atlantik İşbirliği Konseyi ve KEİ kapsamında geliştirilmesine destek vererek,
İki devletin, bölgede demokratik ve sürdürülebilir gelişmenin sağlanması, bölgesel istikrar ve güvenin artırılması için işbirliği yapmak yönündeki ortak amaçlarını dikkate alarak,
Bölgesel ve uluslararası uyuşmazlık ve çatışmaların uluslararası hukuk ilkeleri ve normları temelinde barışçı şekilde çözümlenmesi hususundaki taahhütlerini tekrarlayarak,
Terörizm, sınır aşan örgütlü suçlar, uyuşturucu ve silah kaçakçılığı gibi bölgeye ve dünya güvenliği ve istikrarına yönelik ortak güvenlik tehditleri konusunda uluslararası toplumun eylemlerini güçlü şekilde desteklemeye hazır olduklarını kabulü.
Türkiyeli bir Ermeni olarak söyleyebilirim ki 2009- 2015 yılları arasında her iki ülke de iç politika hesaplarını gözeterek yakınlaşmaya dair dişe dokunur adımlar atmadı. Fakat bu süreçte bireysel ve STK’ların gösterdiği çabalardan bahsetmezsem o dönem emek veren insanlara ve kurumlara karşı gerçekten ayıp etmiş olurum.
Türkiyeli Ermeniler için en umutlu dönemiydi. Bir tarafta diliyle bağlı olduğunuz, yakınların yaşadığı Ermenistan. Diğer yandan vatandaşlık bağıyla bağlı olduğunuz Türkiye. M.Ö beri atalarımızın geçmişinin bu topraklara verdiği kültürüyle yoğrulmuş coğrafya. İki ülkenin normalleşme kararı alması umut vericiydi. Türkiyeli Ermenilerin umudu 2015 yılında Zürih Protokolü’nün lağvedilmesiyle sona erdi maalesef. İlk senelerdeki enerji sonrası karşılıklı adım atılmamasının en nihayetinde bu durumu getireceği belliydi…
O günlerden bugüne ne değişti? Aslında halklar açısından o günlerden çok daha kötü bir pozisyondayız. Azeri – Karabağ savaşında Türkiye’nin üstlendiği rol Ermenistan’da çok daha olumsuz yankılara sebep oldu. Bu durum Azeri- Türkiye cephesinde de aynı. Fakat tüm ülkeler şunu gördü ki savaşçı politikada kazanan yok. Putin’in Aliyev ve Paşinyan görüşmelerinde bu sürecin oluşturulması talebi ise her iki ülkeye verilen ödev kıvamında aslında. Buna benzer bir durumun Putin ve Erdoğan arasında da geçerli olduğunu fark etmemek imkânsız.
Aralık ayında Brüksel’de düzenlenen AB-Doğu Ortaklığı Zirvesi’nden bir gün önce AB Konseyi Başkanı Charles Michel, Aliyev ve Paşinyan ile önce ayrı ayrı görüşme yaptı. Sonrasında da üçlü bir görüşme yapıldı. Burada Karabağ sürecinin sulha evrilmesi ve sınırlara dair gümrük ve demiryolu hattındaki düzenlemeler ile ilgili beklenen kararlar çıktı. Neticede bu adımların Türkiye- Ermenistan ilişkilerine mutlaka yansıması oluyor…
Şimdi dönelim Türkiye vatandaşı bir Ermeni olarak benim ruh halime. Diplomasi köprüsünün kurulmasını asla yok saymıyorum. Minicik bir adım gibi gözükse de belli günlerde az sayıda sefer olsa bile, uçak seferlerinin artması toplumlar ve halklar arasındaki bağı artıracaktır. Korku duvarları ayrı kaldıkça büyür. Temas kurmak bir yandan iyileşmeye vesile olur. Bu temasların doğru temellere oturtulması da her iki ülke içindeki demokrat kesimlerin çabalarıyla mümkün. Bu adımları bir barış görüşmesi olarak görmek gereksiz çünkü bu algılayış şekli büyük beklentilere vesile olur. Temsilciliklerin doğru temeller atarak kuracakları bağlar çok önemli. Türkiye’ye gelecek olan Ruben Rubinyan’ın işi kolay gibi görünebilir. Fakat bu ülkede kendisine yardım edecek, iktidara güvenip barış ve uzlaşı umut eden çok az insan kaldı. İktidarın duruşuna bakmadan tüm unsurlarla bağ kurma çabasında olmalı.
Barış gelecekse bunun gerçekleşmesi yüzleşme ile olur. İçi dolu olmayan çıkar bazlı uzlaşmalar geçicidir. Uzlaşma süreci boyunca yapılacak çalışma alanlarını yerinde kullanmak başta bu yazıyı okuyanlar olmak üzere toplumdaki her kesimin görevidir. Buradan açık bir çağrıda bulunmak istiyorum. Bu süreçte GAMURÇ (KÖPRÜ) olmam istenirse ben şahsen hazırım. Bu süreç ülke coğrafyasındaki tüm halklar ve inançlar açısından da önemli. Ermenistan için de geçerli olan çağrımın duyulmasını isterim. Bana ve bizlere görev düşmesi halinde bu göreve hazır olduğumuzun çağrısını yapmış olayım.
Her ki ülke halklarının huzuru için Barış şart. Barış ise uzlaşma ortamı yaratarak ve sonrasında tarihle yüzleşerek mümkün. Her iki ülkedeki ırkçıların söylemlerine kulak asmayın siz. Mantıklı olan kavga değildir. Aslolan tarihle yüzleşerek altı doldurulacak onurlu Barıştır, Barış. Barışta önceden uzlaşılan konuları büyüterek başlar…
Կեցցե խաղաղություն / Yaşasın Barış…
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***