Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu, “Yoksullukla mücadele iddiasıyla işbaşına gelenler, bugün onurlu halkı kara kışta, ekmek kuyruklarında ağlar hale getirmiştir. ‘Hakkımı helal etmiyorum’ diye ağlayan yaşlı amcanın ahı iktidar sahiplerini titretmelidir. Nereden bakarsanız bakın, vahim bir tablo ile karşı karşıyayız. Hiçbir dış mihrak, bu zararı veremezdi. Hiçbir dış mihrak, böylesi mandacı bir ekonomik düzen kuramazdı” dedi. Davutoğlu, “Ülkeyi tek bir akla teslim eden Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemi ile cehalet kurumsallaşmıştır.” açıklamasını yaptı.
İstanbul’da partisinin ikinci kuruluş yıldönümü etkinliğinde hükümetin ekonomi politikalarını eleştiren Davutoğlu, “Asgari ücret 2016 başında 450 dolar iken yeni ilan edilen 4 bin 250 TL ile bile 250 dolara gerilemiştir. Bu iktidar, ülkeyi 1970’lerden itibaren 30 yıl boyunca ülkeye büyük zararlar veren ‘kalıcı yüksek enflasyon’ dönemine tekrar sokmuştur. Hiçbir dış mihrak, böylesi mandacı bir ekonomik düzen kuramazdı” diye konuştu.
Davutoğlu’nun açıklamaları şöyle:
“Ülkenin karamsarlığa boğulduğu, herkesin içine kapanarak “bizim adımıza gür bir sesle haykıracak kimse yok mu?” dediği bir dönemde cesaretle ve samimiyetle “biz varız, biz varsak bu ülkenin Geleceği vardır” diyerek ayağa kalkan partimizin değerli kurucuları bu gür sesi her türlü baskı altında aziz vatanın her bir köşesine taşıyan değerli il başkanlarımız, ilçe başkanlarımız, yönetim kurulu üyelerimiz, köy, mahalle, belde ve sandık temsilcilerimiz, gençliğin dinamizmini, kadınlarımızın bitip tükenmeyen azmini Gelecek yolculuğumuza taşıyan Gençlik ve Kadın Kolları üyelerimiz, onurumuzun ve ufkumuzun yegane teminatı olan Gelecek Gönüllüsü yol arkadaşlarım, bundan iki yıl önce 152 kurucumuzla birlikte zorlu ama kutlu bir yola çıktık. Daha sonra bu kervana kadın, erkek, yaşlı, genç onbinlerce vatan evladı umutla, azimle ve cesaretle katıldı.
Kimimiz kurucumuz Mehmet Aşan dostumuz gibi menzili görmeden Hakka yürüdü; kimimiz covid yatağından faaliyetleri sürdürmeye çalıştı, kimimizin evi kurşunlandı, kimimiz sokak ortasında çakalların saldırısına uğradı, kimimiz trol çaylaklarının baskısı ile ifade vermeye çağrıldı, kimimiz kendilerini rızkın sahibi zanneden gafillerce işimizi aşımızı kaybetti; özetle her türlü baskıya maruz kaldık.
En sonunda kuruluş günümüz olan 12 Aralık için mutabakat sağladığım Haliç Kongre Merkezimizde yıldönümü kutlamamıza da, otobüsümüzün davet anonsu yapmasına da engel çıkarıldı.
Onlara baskı, bize kararlılıkla direnmek, inançla yürümek düşer.
İktidar baskıları da, medya ambargoları da, ismimizin yer almadığı anket formlarıyla kamuoyu yönlendirmesi yapan anket manipülatörleri de bizi engelleyemez. Bir gün onlar da Gelecek gerçeğini görmek zorunda kalacaklar.
İşte geçen sene büyük kongremizde haykırdığımız gibi BURADAYIZ ve buradan bu aziz ülkenin değerlerinden hareketle geleceğe yürümeye kararlıyız.
Bu yolculukta Hakka yürüyen kardeşlerimize rahmet, hala covid nedeniyle ve başka gerekçelerle rahatsız olan kardeşlerimize acil şifalar diliyorum.
İnsanoğlunun varoluşu ilk nefesle başlayan bir yolculuğun hikayesidir. Toplumların tarihi varoluşu ise ortak aidiyet bilinciyle hareket eden ortak kader yolcularının eseridir.
“Biz” dediğimiz ortak kimlik geçmişten geleceğe uzanan bu yolculukta ortak kader bilincinde buluşmanın ürünüdür.
Gelecek partisini kuran irade işte bu “biz” bilincidir. Biz kim miyiz? Biz, ister Cudi deyin ister Ağrı, insanlığın yükünü çetin bir yolculukla bünyesinde taşıyan Nuh’un gemisine menzil olan Mezopotamya’nın çocuklarıyız.
Biz, Hoca Ahmed Yesevi’den aldığı insanlık bilincini Asya derinliklerinden bu aziz vatana taşıyan kutlu bir yolculuğun öncüleri olan Hazreti Mevlana ve Hacı Bektaşı Veli gibi Horasan çocuklarıyız.
Biz, Şeyh Şamil’in şanlı ve onurlu direnişi sonrasında tarihin en acı sürgünlerini yaşayarak zorlu bir yolculukla Karadeniz’in çılgın dalgalarını, Kafkasya’nın aşılmaz dağlarını geçerek bu topraklara tutunan Kafkas çocuklarıyız.
Biz, Gazi Osman Paşa’nın şanlı direnişinden sonra Tuna boylarından adım adım direne direne çekilirken acı bir göç yolculuğu yaşayan Rumeli çocuklarıyız.
Ve nihayet Biz yüz yıl önce üç kıtaya yayılan bir seferberlik yolculuğuyla Trablusgarb, Balkan ve Birinci Dünya Savaşı’nın acıları üzerinde onurlu bir İstiklal Savaşı vererek Cumhuriyetimizi kuran neslin torunları olarak bu onurlu savaş sonunda özgürleştirilen vatanımızın asli sahipleriyiz.
Cumhuriyetimizin banisi Mustafa Kemal Atatürk’ün öncülüğünde İstiklal meşalesinin yakıldığı 1919’un yüzüncü yılında iki yıl önce 12 Aralık 2019’da yaktığımız Gelecek meşalesi Biz bilinciyle başlattığımız yeni ve onurlu bir yolculuğun işaret fişeğidir.
İki yıl önceki kuruluş konuşmamda da vurguladığım gibi, “Farklı yaşlardayız ama hepimiz genciz. Farklı inançlara mensup, farklı dilleri konuşan, farklı etnik kökenlerden gelen ancak bu aziz toprakları vatan bilen ve geleceğe birlikte yürümeyi şiar edinen bir topluluğuz.
Farklı kökenlerdeniz ama hepimiz eşit ve onurlu Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarıyız. Üç nesil olarak çok sancılar yaşadık, çok acılar gördük. Ama geçmişe değil geleceğe, nefrete değil sevgiye, öfkeye değil merhamete, korkuya değil ümide ayarlıyız.”
Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılına yürürken yeni bir yolculuğun eşiğindeyiz. Aslında bir yol ayrımındayız. Dünya insanlık tarihinin en köklü dönüşümlerini yaşarken ya geçmiş yüzyılın kısır girdaplarında enerjimizi tüketeceğiz; ya da insanlığın ilk yerleşim merkezlerinin kurulduğu Çatalhüyüğü, Göbeklitepe’yi barındıran bu Anadolu topraklarını insanlık tarihinin yeniden öznesi kılacağız. Bugün sadece farklı siyasi partiler değil farklı siyasi zihniyetler yarışıyor.
Bir tarafta farklı ideolojik kimlikler altında son bir yüzyılın gerilimleri, rövanşist kutuplaşmaları üzerinden iktidarlarını sürdürmek isteyenler; diğer tarafta bütün bu yaşananlardan ders çıkararak insan onuruna dayalı yeni bir ufka yürümek isteyenler var.
Geçtiğimiz yüzyılı maalesef otoriter yönetimlerle kaos dönemleri arasındaki gel-gitlerle kaybettik. Takrir-i Sükundan Tek Parti diktasına, Yassıada mahkemelerinden 12 Eylül darağaçlarına, 28 Şubat post-modern darbesinden 15 Temmuz hain darbe teşebbüsüne, otoriter yönetimleri meşrulaştıran geçiş dönemlerinden son yıllarda otoriterliği yapısal hale dönüştüren Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine kadar her tür baskıcı yöntemi tecrübe ettik.
Bu baskıcı yönetimleri meşrulaştıran kaos dönemlerinin ve tehdit senaryolarının acıları hala hafızamızdadır. Sağdan soldan idealist gençlerin toprağa düştüğü yetmişli yıllarda her kış “komünizm gelecek” tehditleri ile yaşadıktan sonra bir güz sabahı 12 Eylül diktasına uyandık. Türlü mizansenlerle süslenmiş “irtica gelecek” senaryolarının işlendiği doksanlı yıllarda bir karakışta 28 Şubat cuntasının yasaklarıyla ve baskılarıyla kuşatıldık. Son yıllarda da “milli bekamız tehlikede” söyleminin örtmeye çalıştığı otoriter yolsuzluk düzeninin kıskacı altındayız. Son günlerde gündeme gelen ekonomik krizden OHAL yönetimi çıkarma çabaları bu kıskacın nasıl işlediğinin en çarpıcı örneklerinden birini oluşturmuştur.
İşte biz “kaos ile baskıcı yönetimler” arasındaki bu kısır döngüyü kırmak için yola çıktık. Bu kısır döngü teslimiyetçi anlayışlarla veya zahiri kurtarmaya dönük günlük politikalarla değil cesur bir yenilenme hamlesiyle aşılabilir. Gelecek Partisi’nin amacı insana, zamana ve mekâna hakkıyla hitap eden kapsayıcı bir yenilenmeyi başlatmaktır. Bu yenilenme hamlesi için önce psikolojik bir devrim gerçekleştireceğiz. Korku ve ümitsizlik, baskıcı yönetimlerin psikolojik gıdasıdır. Tanımlanmayan düşmanlar, bölünme, irtica veya kazanımları kaybetme gibi korkular, ekonomik krizi tetikleyen ama adı konmayan dış ve iç mihraklar halkta gelecek korkusu oluşturur, baskıcı yönetimlerin önünü açar.
Bugün de iktidar kendisinin cehaleti ve ehil olmayan kadroları üzerinden oluşturduğu ekonomik krizi bir taraftan dış mihraklara bağlayarak örtmeye çalışmakta; diğer taraftan krizin varlığının bile tartışılamayacağı OHAL ilanının altyapısını hazırlamaya çaba sarf etmektedir.
İşte buradan başta Sn. Erdoğan olmak üzere iktidar sahiplerine sesleniyorum: devleti yöneten sizsiniz. Bugün tek bir sent tek bir kuruş bir yerden bir yere havale edilse tespit edilebilen küresel bir ekonomik sistem var. MASAK, BDDK, SPK ve ekonomik istihbarat birimleri elinizde. Eğer birileri böylesi bir operasyon yapıyor da siz faili tespit edip ilan edemiyor ve cezalandıramıyorsanız acizsiniz; yok eğer böyle bir odak yok da siz kendi beceriksizliğinizi, cehaletinizi örtmek için bunları uyduruyorsanız halkı aldatıyorsunuz.
Her iki halde de meşruiyetinizi kaybetmişsiniz demektir. Düşün artık bu milletin yakasından.
Ehil ve vatanperver Gelecek kadrolarının iktidarında kimsenin bu millete operasyon çekemeyeceğini, kimsenin örtülü veya açık bizi tehdit edemeyeceğini, kimsenin mal varlıklarımız üzerinden bize parmak sallayamayacağını, “aptal olma” diye hitap edemeyeceğini göreceksiniz.
Sizin oluşturduğunuz bu korku ve kaos beklentisi iklimi gençlerimizin beyin göçü halinde yurt dışına gitmesine yol açıyor. Bu ülkenin kaynaklarını değerlendiremeyip onların dedelerini Cumhuriyetimizin 50. Yılında gurbetçi olarak Avrupa’ya gönderen iktidarların veballerinin misli ile fazlası Cumhuriyetin 100. Yılında bu gençlerin akın akın yurtdışına gitmesine yol açan sizlerin omuzlarındadır.
Bu vatanın evlatlarını yadellere muhtaç ederek milletimize tarihi bir utancı yaşatıyorsunuz. Onların dedeleri niteliksiz işçi olarak gitmişlerdi, bugün gençlerimiz en iyi okulları bitirmiş nitelikli doktorlar, iş insanları, akademisyenler olarak gidiyor.
Geçen gün Londra’dan gelen bir dostum İngiltere’ye gitmiş olan ODTÜ lü yüzlerce gencin orada bir dernek kurduklarını söyledi. Bu ülkenin ekmeği ile büyümüş, bu ülkenin öğretmenlerinin eğitiminde yetişmiş gençler eğer bir an önce yurtdışına gitmeye çabalıyorsa ve donanımlarını başka ülkelerin refahı için kullanıyorlarsa bunun sorumlusu onlar değil, bu ümitsiz iklimi yaratanlardır. 10 yılı aşan çetin bir eğitim ve ihtisas dönemlerinden sonra 5000-6000 tl yani takriben 300-400 dolar alan ve zor geçinen, kendini yenileyecek kitap bile alamayan bir doktoru geleceğini gurbet diyarlarında araması nedeniyle nasıl suçlayabiliriz? Kendisi zor geçinirken yanıbaşında iktidar partisinin genel merkezinde kokain tüketen, lüks arabalara binen türedi gençleri gören ve burada aldığı maaşın en az on mislini yurtdışında alma imkanı olan nitelikli bir mühendise kim kızabilir?
Bu partinin adını sizleri düşünerek “Gelecek” koyduk. Önce özgürlük sonra onurlu bir hayat diye titreyen yüreklerinizin sesini duyuyorum. Baskı ve korku ortamı ile ruhunuzun daraldığını, iş ve aş kaygısıyla zihninizin bunaldığını görüyorum. Kapı kapı dolaşıp iş bulamadığınızı, ev genci olarak anılmaktan hayata küstüğünüzü, babalarınızın onuru incinmesin diye harçlık isteyemediğinizi, bir odada sizin diğer odada anne babanızın gözyaşı döktüğünü iktidardakiler hissetmese de biz hissediyoruz.
Herkesin susarak köşesine çekildiği bir dönemde her türlü baskıyı göze alarak Gelecek Partisi’ni kurmamızın ana sebebi sizsiniz. Biz bu partiyi kendi ikbalimiz için değil, sizin onurunuz, sizin geleceğiniz için kurduk. Onun için bugün “Korku Yok, Ümit Var” diyoruz.
Korkmayın ve ümitvar olun. Bilin ki “Türkiye’de Gelecek Var”.
Sizin yurtdışına iş aramak için değil bilgi ve tecrübenizi artırmak için gideceğiniz günleri birlikte inşa edeceğiz. Bu aziz ülkenin değersiz TL ile sizlere cehennem, yabancı ülkelerin gençlerine cennet olduğu bugünler geçecektir.
Başbakanlıktan ayrılmamla birlikte yarım bıraktırılan AB ülkelerine vize serbestliğini Gelecek Partisi iktidarında hayata geçirecek, genç girişimcilerimizin ufkunu açacak şekilde Gümrük Birliğinin güncellenmesini sağlayacağız.
İnsancıl diplomasi ile bütün dünyada saygı gören, barışçıl diplomasi ile çevre bölgelerde istikrara öncülük eden, küresel güçlerle dengeli ve akılcı ilişkiler kuran, uluslararası forumlara etkin bir şekilde katılan bir ülkenin vatandaşları olarak her yerde ve her zeminde başınız dik dolaşacaksınız.
Geleceğimizin enerjisini bünyesinde taşıyan onurlu gençler,
Gelin saflarımıza katılın ve kapkaranlık bir geceden sonra doğacak güneşi, karakıştan sonra gelecek baharı birlikte selamlayalım.
Derinden yaşamakta olduğumuz kriz sadece ekonomik ve siyasi bir kriz değildir, bir zihniyet krizidir.
Ümit-odaklı psikolojik devrim ile birlikte değer-odaklı kapsamlı bir zihniyet devrimini gerçekleştireceğiz.
Yüzyıldır iktidarı ele geçirenin devleti sahiplenerek, devleti ve devletin düşmanlarını tanımlayarak iktidarını sürdürmeye çalıştığı zihniyete son vermenin vakti gelmiştir. Kamu düzeninin örgütlenmiş hali olan devletin sürekliliği esastır; ancak bu süreklilik hiçbir kişinin, etnik ya da mezhebi grubun, devlet içinde açık ya da gizli örgütlenmiş yapının, devletten nemalanan çıkar grubunun tekelinde değildir.
Devlet milletin örgütlenmiş halidir ve bütün bir millete aittir.
Devlet millete aittir, millet devlete ait değildir. Devlet milletin mutluluğunun aracıdır, millet devlete feda edilmesi gereken iradesiz insan topluluğu değildir.
İktidardakilerin sürekli tekrar ettiği ama anlamını dahi kavrayamadığı Şeyh Edebali’nin veciz sözünde olduğu gibi, insan yaşatılırsa devlet yaşar; devletin yaşaması için insan feda edilmez.
İnsanı ve onun haklarını feda ederek devleti yaşatmak isteyenler önce zorbalaşırlar, sonra iktidarı zelil şekilde terk ederler.
Bu devlet kimsenin şahsına değil milletin şahs-ı manevisine aittir.
Bu devlet Niğdeli Ömer Halis’in, Çorum’lu Erol’un, Trabzonlu Eren’in, Diyarbakırlı Yasin’in, Elazığlı Fethi’nin, Mardinli Aziz’in, İzmirli Tahsin’in, Sultanahmetli Halide’nin, Kastamonulu Şerife’nin, Erzurumlu Fatma’nın, Manisalı Makbule’nin, Çanakkale’li Akif’in, Kahramanmaraşlı Rıdvan’ın, Gaziantepli Şahin’in, Bitlisli İdris’in, Konyalı Celaleddin’in, Nevşehirli , Bursalı Osman’ı, İstanbullu Fatih’in, Ankaralı Kemal’indir.
Her seferinde devletin sahibi, mülkün hakimi edasıyla herkese parmak sallayan Sayın Erdoğan ve sayın Bahçeli’ye sesleniyorum: Önce parmaklarınızı indirin ve sonra bilin ki “sizin bu devletteki payınız 84 milyonda birdir, ne eksik ne fazla”.
Aynen Toros dağlarında bir Türkmen obasında doğan, Diyarbakırda Serok, Erzurumda Dadaş, Kırımda Tatar, Saraybosna’da Boşnak, Kosova’da Arnavut, sizin unuttuğunuz Kaşgar ilinde Uygur, ata diyarım Horasan’da Hoca Ahmet diye anılan benim payımın olduğu gibi.
Tarih sizin döneminizi devletin itibar kazandığı değil, Türkiye Cumhurbaşkanına “aptal olma” diye hitap edildiği, yabancı devlet başkanlarının kapısında dakikalarca bekletildiği, 15 Temmuz hain darbe teşebbüsünün odağı olarak ilan ettiğiniz ülkelerden birkaç milyar dolar alabilmek için temenna çakılan, mazlum Uygur kardeşlerimizin can ve namuslarına tasallut edilmesine sessiz kalınan bir zillet dönemi olarak anacaktır.
Bu vesile ile vicdanları körelmiş iktidar sahiplerine tekrar sesleniyorum. Bir kez olsun swap dolarlarının sesine değil de Uygur kardeşlerimizin feryatlarına kulak verin ve birçok ülkenin yaptığı gibi Şubat ayında yapılacak Pekin Kış Olimpiyatlarını boykot edin.
Milliyetçiliği hamaset aracı olarak istismar eden Sn Erdoğan ve Sn. Bahçeli,
Her fırsatta millete salladığınız parmaklarınızı bu güç merkezlerine sallayabilseydiniz bu zillet dönemi yaşanmazdı.
Unutmayın; devletin itibarı racon kesmekle, hamaset yapmakla, slogan atmakla değil, bilgiyle, vakarla ve devlet nezaketi ile korunabilir.
Bir siyasi iktidar değişiminde devletin zaaf göstereceği konusunda kara senaryolarla sizi statükoya mahkum etmek isteyenlere asla kulak asmayınız.
En kritik süreçlerde ekonomiyi sarsmadan, özgürlükleri kısıtlamadan, güvenliği zaafa uğratmadan yönetmiş Başbakanınız olarak size söz veriyorum: Ülkeyi ümitle değil korkuyla, muhabbetle değil baskıyla, şeffaflıkla değil yolsuzlukla yöneten bu iktidar sizin oylarınızla değiştiğinde devlet asla zaafa düşmeyecektir.
Devlet iktidar sahiplerinin kullandığı bir aygıt olmaktan çıkarak asli niteliğine ve vakarına kavuşacaktır.
Milli beka da, devletin sürekliliği de insanın yaşatılmasına bağlıdır.
Ancak, insanın yaşatılması demek insanın bedenen bir şekilde varlığını sürdürmesi demek değildir.
İnsanın yaşatılması insan onurunun korunmasıyla mümkündür.
İnsan onuru da temel hak ve özgürlüklerin korunmasıyla mümkün olabilir.
Bu açıdan Anayasamızın 2. Maddesinde yer alan “insan haklarına saygılı devlet” ifadesini yeterli görmüyoruz.
Saygı anlam olarak bir tercih ve lütuf içerir. Biz varoluşunun zorunlu gereği olarak “insan haklarına dayanan devlet” öngörüyoruz. İnsan onuruna, hak ve özgürlüklerine dayanmayan hiçbir devletin meşru ve baki olamayacağına inanıyoruz.
İnsan hak ve özgürlükleri teorik bir hukuk tartışması alanı değil, ilk nefesten son nefese kadar süren dinamik bir hayat felsefesidir.
Bu bağlamda insan hakkı içine doğduğu mekanın korunmasıyla başlar. İnsanın hayat alanını oluşturan mekanın korunması insana haklarının ayrılmaz ve tamamlayıcı bir parçasıdır. Doğal mekanın, yani çevrenin, ve mamur mekanın, yani şehirlerimizin, korunması geçmiş nesillerden devralınan ve gelecek nesillere aktarılacak olan bir emanet bilincinin yansımasıdır.
Doğayı ve şehirlerimizi ekonomik rant alanı olarak gören zihniyete karşı verdiğimiz mücadeleyi sürdüreceğiz. Kanal İstanbul benzeri doğaya meydan okuyan ve bu aziz şehirde kıyamete kadar gelecek nesillerin hayat alanlarını ipotek altına projelere bu bilinç ile karşı çıkıyoruz.
Doğa ile savaşmadan, şehirlerimizin dokusunu bozmadan kalkınmak mümkündür. Artık evrensel bir nitelik kazanan Yeşil Mutabakatı insan ve çevre-odaklı kalkınma stratejimizin ana unsuru olarak görüyoruz. Partimizin kurumsal rengi olan yeşil, doğa dostu kalkınmanın ve yeşil mutabakatın da sembolüdür.
Sağlık ve eğitimi birer sektör olarak değil, vatandaşlarımızın doğumundan hayatlarının sonuna kadar süren temel insan hakları bağlamında değerlendiriyoruz. Bütün diğer insan hakları sağlıklı ve iyi eğitim almış nesiller tarafından hayata geçirilebilir.
Son pandemi bütün insanlığa sağlığın sadece vatandaşların kişisel iyiliği ile sınırlı bir konu olmadığını göstermiştir. Sağlığı hem en temel insan hakkı hem de stratejik bir güvenlik meselesi olarak ele alıyoruz. İktidarın pandemi döneminde sergilediği çelişkili politikalar ve verilen bütün vadelere rağmen milli aşının hala halkın hizmetine sunulamamış olması iktidarın plansız kriz yönetimi ve vizyonsuz siyaset anlayışının doğal bir sonucudur.
Sağlıkta ve eğitimde nitelik, görkemli binalarla değil donanımlı doktorlar, öğretmenler ve akademisyenlerle sağlanabilir. Öğretmenlerimizin aralarındaki kadrolu-sözleşmeli-ücretli farklılaşmaları giderecek, öğretmenlik temel yasasını çıkaracak, atanamayan öğretmenler sorununu çözeceğiz. Doktorlarımızın ve akademisyenlerimizin beyin göçünü engelleyecek hayat standartlarına kavuşmasını sağlayacağız. Sağlık çalışanlarına yönelik şiddet başta olmak üzere şiddeti toplumsal hayattan çıkaracağız.
Eğitim belli yaş sınırları içinde ele alınan formel bir formasyon konusu değildir. Aksine bütün hayatı dikey olarak, bütün toplumu yatay olarak kesen en belirleyici nitelik ölçüsüdür.
Dünyada hiçbir ekonomik güç kaynağı insan kaynağından daha önemli ve kalıcı değildir. Ülkemizin insan kaynağını çağdaş dünya ile rekabet edebilir donanıma kavuşturan ve hayat boyu süren bir süreç olarak gördüğümüz eğitimi insani kalkınmamızın odağına yerleştireceğiz. Ekonomik kalkınmamızın orta gelir tuzağından çıkarak niteliksel bir atılım içinde yeni bir aşamaya taşınması ve en kısa sürede yüksek gelir grubuna ulaşmamızın anahtarı eğitim alanında yapacağımız niteliksel dönüşümdür.
Bu niteliksel devrim eğitimi mekanik bir bilgi aktarımı olarak değil, organik bir zihniyet oluşum süreci olarak gören bir anlayışla gerçekleştirilecektir. Hedeflediğimiz zihniyet devrimi niteliksel bir eğitim devrimi ile gerçekleştirilebilir.
Bu çerçevede, öğrencilerin tek tek şahsiyetlerini güçlendiren, özgür düşünce yönteminin öğretildiği, güçlü bir müktesebatla desteklenmiş zihinsel altyapının inşa edildiği ve özgün bir yaklaşımla yeni fikirlere ve ufuklara açık araştırmacı bir ruhun süreçlere hâkim kılındığı bir eğitim anlayışı geliştirilecektir. Eğitim insan devşirme alanı olarak değil, nitelikli insan yetiştirme alanı olarak görülecek ve günlük siyasi tartışmaların dışında tutulacaktır.
Çocukların en temel hakkı sevgi ve şefkat, gençlerin en temel hakkı ümitvar bir gelecek projeksiyonu ve istihdam, yetişkinlerin en temel hakkı onurlu bir hayat standardı, yaşlıların en temel hakkı ise huzurlu çevre şartlarıdır.
Doğan her bebeğin vücut gelişimini temin edecek standartlarda beslenmesi biyolojik, annesi ile bir arada olarak kişiliğini geliştirmesi psikolojik bir insan hakkıdır. Bugün açlık sınırında yaşayan milyonlarca bebek ve anne bu haktan mahrum durumdadır. Doğan her bebeğin biyolojik gelişimini teminat altına almak üzere aile desteği sağlayacağız. Kadınlarımızı annelik ile iş hayatı arasında sıkışmaktan kurtaracak istihdam şartlarını oluşturarak “sosyal devlet” in gereğini yerine getireceğiz.
Çocuk haklarını insan haklarının ayrılmaz bir parçası olarak görüyoruz. Ayrıca, küresel teknolojik imkanlarla birlikte erken yaşta dünyayla tanışan çocuklarımızın ruhi ve bedeni gelişimi toplumsal geleceğimizin alt yapısıdır. Bu çerçevede kaleme aldığımız “Çocuk Hakları Strateji Belgesini” önümüzdeki günlerde kamuoyu ile paylaşacağız.
Gençler gelecek yolculuğumuzun dinamik gücü ve toplumsal enerji kaynağımızdır. Devlet, geleceğimizin teminatı olan gençlerimizin bedeni, ruhi ve zihni donanımı için her türlü tedbiri almakla yükümlüdür. Gençlerimizin düşünen, sorgulayan, demokratik değerleri ve geleneklerimizi sindirmiş, farklılıklara saygılı, ahlâki bir duruşla her türlü ayrımcılığın karşısında duracak, çağdaş dünyanın bilgisine hâkim bireyler olmasını arzuluyoruz. Bu hedeflere ulaşabilmenin yolunun ise tam demokratik Türkiye amacımızdan geçtiğini düşünüyoruz.
Gençlerin dinamizminden korkanların en kestirme yolu onları dar kalıplara hapsetmektir. Biz ise o dinamizmi gerçek anlamda hayata geçirebilmek için her alanda ön açıcı özel düzenlemeler gerektiğine inanıyoruz. Gençler her alanda özel şartlarla değil gerçek paydaşlar olarak var olacaklardır. Gençlerimizin geleceğe umutla bakmalarını sağlamak üzere özgürlük alanlarını genişletecek, onurlu bir hayata standardını sağlayacak, istidam imkanlarını artıracağız.
Kadın hakları insan haklarının odağında yer alır. Kadının şiddete ve istismara maruz kaldığı, toplumsal ve siyasal hayattan dışlandığı toplumların insan onuruna saygı gösterdiği iddia edilemez.
Bugün ülkemizin kadın hakları konusundaki karnesi gurur duyulacak bir karne değildir. Her gün vahşileşerek artan kadın cinayetleri hepimiz için yüz karasıdır. İktidarın, özünde kadına karşı şiddet için çıkarılmış olan İstanbul Sözleşmesinden çekilmesi sığ bir popülizmden başka bir şey değildir. İstanbul sözleşmesinden çekilmek iddia edildiği gibi aile yapımızı korumamış, aksine kadınlarımızı şiddete karşı daha da korumasız hale getirmiştir. İktidar bu konuda vaad ettiği Ankara sözleşmesi için ise hiçbir adım atmamıştır.
Gelecek Partisi olarak kadını korumakla aileyi korumayı birbiriyle çelişkili hedefler olarak görmüyoruz. Aileyi korumadan toplum korunamaz, kadını korumadan aile korunamaz. Bu bağlamda bir taraftan İstanbul sözleşmesini toplumda oluşturulan bütün önyargılar giderilerek tekrar devreye sokacak, diğer taraftan aile yapımızı korumak üzere kapsamlı bir stratejik eylem planını uygulamaya sokacağız.
Kadınlarımızın sosyal ve siyasal hayata en etkin şekilde katılması hiçbir zaman vazgeçmeyeceğimiz temel bir ilkedir.
Önce ADALET, ADALET VE YİNE ADALET. Evren de, insan bedeni de, toplumsal hayat da ancak ve ancak adalet ilkesi ile ayakta durur.
Devletin adaleti göz ardı ederek baki kılınabileceğini sanan nice gafiller son yüzyılımızı kararttılar. Önce idam edip sonra hüküm veren İstiklal Mahkemelerinden, “sizi buraya tıkan irade böyle istiyor” diyen Yassıada mahkemelerine, 12 Eylül darbecilerinin önünde el pençe divan duran yargıdan 28 Şubat darbecilerinden brifing alan yargıya, mezhep ya da cemaat odaklı yargı yapılanmalarından iktidar odaklı yargı yapılanmasına kadar yargının gücün hizmetine sunulduğu nice örnekler yaşadık.
Hepsi de kendisini devletin koruyucu kalkanı olarak gösteriyordu. Ama hepsi de bazen sekuler, bazen dini bazen milli argümanlarla haklının değil güçlünün yargısına meşruiyet kazandırıyordu.
Bugün de iktidar sahipleri yargıyı adaletin dağıtıldığı değer-yüklü bir alan olarak değil, kendi gücünü tahkim eden ve oportünistçe kullanılan bir araç olarak görmektedir. Sayın Erdoğan insanları daha yargı süreci başlamadan hain, terörist suçlu ilan etmekte, kendi üyesi olduğumuz AİHM’ni kararlarını da, AYM kararlarını da, mahkeme kararlarını da yok saymakta, Bahçeli bir adım ileri giderek AYM’nin kapatılması gerektiğini devletin hakimi edasıyla söyleyebilmektedir.
İşin en acı tarafı da bütün bu adaletsizliklerin, çifte standartların milli beka iddiasıyla, milli ve manevi değerler hamaseti ile meşru kılınma çabasıdır.
Bakın Şeyhoğlu Mustafa 14. Yüzyılın saf Oğuz Türkçesi ile nasıl sesleniyor 21. Yüzyılın milli beka ve manevi değer istismarcılarına; “padişahlık baki olur küfr ile adl olıcak. Ve illa baki olmaz iman ila zulm olıcak”
Yani diyor ki, ‘’devlet adalet sahibi bir inanmamışın idaresinde baki olabilir, ama zalim bir inanmışın elinde baki olamaz’’. Aslında bu ilke bütün İslam düşünürlerinin temel ilkesidir.
Kimse milli beka idealimizi ve manevi değerlerimizi kendi adaletsizliklerine kalkan kılamaz.
Adalet sistemimizin halk nezdinde güveni, dünya nezdinde itibarı kalmamıştır. Bu itibar kaybının birinci sorumlusu, bir taraftan Türk yargısının bağımsızlığından ve onurundan bahsederken diğer taraftan casuslukla suçladığı ve “bu can bu bedende iken vermem” dediği bir rahip ve gazeteciyi ABD Başkanı ve Alman Başbakanının talebi üzerine pazarlıklarla serbest bırakan sayın Erdoğan’dır.
O zaman sormak bize, cevap vermek onlara düşer:
“Eğer suçsuz idiyseler bir rahip ve bir gazeteciyi niye tutukladınız? Eğer suçlu idiyseler niye serbest bıraktınız?”
Adalet pazarlıkla değil vicdan ile tecelli eder.
Bir Müslüman olarak hayat felsefem olan adalet, kul hakkı, düşünce ve inanç hürriyeti, can, akıl, inanç, nesil ve mal emniyeti gibi İslami değerlerin objektif kriterler olarak ülkemizde değil de en çok İskandinav ülkelerinde yaşanıyor olmasından, bir Türk olarak adaleti tesis etmesi gereken yargımızın her geçen gün dünyada itibar kaybetmesinden hüzün ve utanç duyuyorum.
Sizlerin de hissettiği bu utanç duygusunu ortadan kaldırmaya ve adaleti devletimizin dini, milletimizin dayanağı kılmaya kararlıyız.
İktidar sahiplerinin unuttuğu zulüm altındaki Kaşgar’da medfun Yusuf Has Hacib’in dile getirdiği kadim adalet anlayışımızı 21. Yüzyılın çağdaş hukuku ile buluşturacağız.
Kutadgubilig’de der ki Yusuf Has Hacib
“Benim bu sertliğim, kaşlarımın bu çatıklığı
Bu asık suratım bana gelen zalimler içindir.
Gerek oğlum, yakınım veya hısımım olsun
Gerek yolcu, geçici veya konuk olsun;
Kanun karşısında benim için hepsi birdir,
Hüküm verirken hiçbiri beni farklı bulmaz;
Bu beyliğin temeli doğruluktur/adalettir
Beyler doğru/adil olursa dünya huzura kavuşur.”
Değerli dava arkadaşlarım,
Toplumsal ve siyasal hayattaki en büyük meselemiz, adalet dağıtması gereken yargı alanının güç devşirilen bir çıkar alanı olarak işlemesidir.
Hukuk, güç biriktirme alanı değil, gücü denetleme ve ahlâki çizgiye getirme alanıdır. Yargının kontrol altına alınması çabası hangi gerekçeyle ve kim tarafından yapılırsa yapılsın en büyük suç olarak görülmelidir.
Devletin “hukuk devleti” niteliği nereden gelirse gelsin talimatla değil, vicdanlarıyla hareket eden yargı mensuplarıyla hayata geçirilebilir. Yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı sadece sözde ya da Anayasa maddesinde yazılı olarak kaldığında hukuk devleti inşa edilemez. Yürütmeyi kontrol gücüne sahip yargıya dayanan juristokrasi de, yürütmenin yargıya talimat verebildiği otokrasi de gerçek hukuk devleti ile bağdaşmaz.
Adaletin sağlanması “hukuk devleti” ilkesi temelinde yargı sistemimizin yeniden itibar kazanması amacıyla yetkin hukuk uzmanlarımızca hazırladığımız kapsamlı yargı reformunu önümüzdeki ay içinde kamuoyumuzla paylaşacağız.
Gelecek Partisi sadece eleştiri yapan bir muhalefet partisi değil devlet mimarisini demokrasi eksenli olarak yeniden inşa etmeyi hedef edinmiş bir vizyon partisidir. Eleştirdiğimiz her konuya çözüm getirir, toplumsal düzenin her alanı ile ilgili 21. Yüzyılın gerçeklerine uyumlu yeni bir vizyon ortaya koyarız.
ÇINAR YAPRAĞIMIZIN İKİNCİ kolu DEMOKRASİDİR.
Tarihi süreç ile ortaya çıkan ortak aidiyet ve kader bilincine dayanan milletin gerçek bir demokratik bilince kavuşması bireylerin tek tek toplumsal sözleşme kültürü ile hareket etmesine bağlıdır.
Bu anlamıyla demokrasi şekle dayalı formel bir yapı değil; bir bilinç, kültür ve zihniyet meselesidir. Millet bilinciyle gerçekleştirdiğimiz İstiklal Savaşı’nın ürünü olan Cumhuriyetimizi, insan haklarına ve eşit vatandaşlık bilincine dayalı demokrasi ile taçlandırmanın vakti gelmiştir.
Bütün toplum kesimlerinin ve siyasi akımların temsilcilerine ve aydınlarımıza sesleniyorum: Gelin tüm bir Cumhuriyet tarihine demokrat zihniyet perspektifinden bakalım ve ülkemizi her açıdan gelişmiş ülkeler ayarına çıkartarak küresel alanda özne haline getirecek değişiklikleri cesaretle yapma konusunda ortak bir tavır sergileyelim.
Demokratik toplum olabilmek, bize benzemeyenlerle birlikte olmayı anlamlı ve değerli bulmayı, onların farkında olmayı ve onlar adına sorumluluk almayı gerektirir.
Özgürlük, eşitlik ve adalet gibi ilkeler ancak ve ancak ortak bilinçle siyasal bir toplum olma hali gerçekleştiğinde, suiistimal edilmeden ve yozlaşmadan, hakiki bir değer olarak işlevsel olabilir.
Demokrasi şekilsel yorumundan tümüyle sıyrılmalı, herkesin kendi hayatını ve fikirlerini ilgilendiren konularda karar mekanizmasına katkı yapabilmesine fırsat veren katılımcı bir düzenek olarak kavranmalıdır.
Bunun anlamı özgür ve özerk medya, üniversiteler ve sivil toplumdur.
Hükümet sisteminin demokratik olmasını temin edecek üç önemli kriter mevcuttur: Hukuk devleti ilkesine riayet, hak ve özgürlüklerin anayasal güvence altına alınması ve denge/denetleme mekanizmalarının varlığı.
Hangi hükümet sistemi olursa olsun, sistemlerin demokratikliği bu kıstaslarla belirlenir.
Ülkemizde yıllarca uygulanan çarpık Parlamenter Sistem’in de, 2017 Referandumuyla benimsenen ve çarpık bir başkanlık sistemi olan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin de bu demokratik kriterleri karşıladığını söylemek mümkün değildir.
Cumhurbaşkanlık Sistemi, hemen her alanda yürütmenin yasama ve yargı üzerindeki etkisini artırma ve yürütmeye mümkün olduğunca fazla güç devretme düşüncesiyle inşa edilmiştir. Yeni sistemle birlikte; karar alma süreçlerinde ve yetki kullanımında yaşanan daralma yönetimde ciddi bir verimlilik, etkinlik ve güven sorunu ortaya çıkarmanın yanında, demokratik standartlarda da sert bir düşüşe yol açmıştır. Bu sistem devam ettiği takdirde demokratik toplum düzenini sürdürmek mümkün olmayacaktır.
Bu çerçevede, ülkemin tarihi tecrübesi ve mevcut yapısını göz önünde bulundurarak, her türlü vesayetten arındırılmış Tam Demokratik Güçlendirilmiş Parlamenter Sistemi savunuyoruz.
Geçen sene 9 Kasım 2021’de “Tam Demokratik Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem” i bir model bütünlüğü içinde kamuoyuna sunan ilk parti olma şerefi Gelecek Partisine aittir. Her konuda olduğu gibi bu konuda da öncü olmanın gururunu taşıyoruz.
ÇINAR YAPRAĞIMIZIN ÜÇÜNCÜ KOLU REFAHTIR. Refah insan onuruna yakışır bir hayat standardının toplumun her kesimine yayılmasının adıdır.
Yoksullukla mücadele iddiasıyla işbaşına gelenler bugün onurlu halkı karakışta ekmek kuyruklarında ağlar hale getirmiştir. “Hakkımı helal etmiyorum” diye ağlayan yaşlı amcanın ahı iktidar sahiplerini titretmelidir.
Türkiye’de 8 milyon vatandaşımız “YILDA” 5,000 TL ve altı gelirle, yani ayda 450 TL sı ile açlık sınırının altında yaşamaktadır.
Artan yoksullukla TÜİK verilerine göre ayda 2000 TL’sının altında geliri olan en az 23 milyon vatandaşımız bırakın insan onuruna uygun bir yaşam sürebilmeyi, yarın ne yiyeceğini planlayamaz hale gelmiştir.
Türkiye gelirin dağılımında OECD’ye üye 36 ülke arasında 33. durumdadır. 2018 verileri ile hesaplanan bu eşitsizlik günümüzde çok daha bozulmuştur. Kalıcı yüksek enflasyon, yüksek rant gelirleri, kaynakların belli çıkar çevrelerine aktarılması, otoriter yolsuzluk düzeni ile derinleşen gelir dağılımı bozulması toplumun sosyal dengelerini tehdit etmektedir.
Gelir dağılımı bozulurken orta sınıf yok olmakta, emeğin katma değerden aldığı pay küçülmekte ve yoksullaşma artmaktadır. Bugün Türkiye’de en tepedeki %20 nüfusun gelirden aldığı pay %47,5 iken, en aşağıdaki %20’nin aldığı pay sadece %5,9’dur. Türkiye’de gelir dağılımı piramidi, adeta “altta kalanın canı çıksın” piramididir.
Asgari ücretin 4250 TL’sına çıkarılması bu tabloyu düzeltmemiştir. Başbakanlığım döneminde enflasyonun %6-7 düzeyinde olduğu 2016 başında asgari ücreti %30 artırmıştık. Asgari ücret 2016 başında 450 dolar iken yeni ilan edilen 4,250 TL ile bile 250 dolara gerilemiştir. Haftada 45, ayda 200 saat çalışan birisi için saatlik ücret sadece 1,25 dolara eşitlenmiştir. “Rekabetçi kur” masalıyla Türkiye’deki işgücü piyasası köle pazarına çevrilmiştir.
Servet dağılımında ise çok daha vahim bir tablo vardır. Servetin %43’ü %1’lik azınlığın elindedir. Servetin %72’ine ise nüfusun en zengin %10’u sahiptir.
Bu tablo üstad Necip Fazıl’ın “bir kişiye dokuz, dokuz kişiye bir pul” dediği düzenin adıdır. Hamaset için her fırsatta Üstad’dan şiir okuyan sayın Erdoğan bu mısraları unutmuş görünmekte ve kuzulara şah olan bir kurt edasıyla taksim yapmaktadır. Kurt sofrasında kendi yakını ve yandaşı olan kişilere ve şirketlere ülke kaynaklarını sınırsız aktarırken, geniş halk kitlelerini, esnafı, çiftçiyi, işçiyi, emekliyi namerde ve faiz baronlarına kurban etmektedir.
Her gün yoksullaşan halkımız enflasyon karşısında çaresiz bırakılmıştır. Kimse bütün dünyada enflasyon var demeye kalkmasın. Çarpıtılmış TÜİK rakamlarına göre bile Türkiye, dünya ortalamasının 4,5 katı, Avrupa ortalamasının 5,5 katı, bize benzeyen gelişmekte olan ülkelerin tam 4 katı enflasyon yaşamaktadır.
Türk Lirasının değersizleşmesi ile Türkiye TÜİK rakamlarıyla bile %40’ların üzerinde oluşacak yeni bir enflasyon patikasına girmiştir. Bu iktidar ülkeyi 1970’lerden itibaren 30 yıl boyunca ülkeye büyük zararlar veren “kalıcı yüksek enflasyon” dönemine tekrar sokmuştur.
Bu cahil yönetim ülkeyi tam bir borç girdabına sokmuştur. Son 9 ayda alınan akıl dışı kararlarla Türk Lirasının dolar karşısında %100’den fazla değer kaybetmesinin sonucunda 446 milyar dolar dış borç ve 157 milyar dolar hazine garantileri dolayısıyla vergilerimizle ödenecek borç artışı 2,8 Trilyon TL’dir. Bu 2022 vergi gelirlerinin iki katından fazla bir borç yükü artışıdır.
Nereden bakarsanız bakın, vahim bir tablo ile karşı karşıyayız. Üzerindeki ayyıldızımız ile milli onurumuz temsil eden TL tasarruf aracı niteliğini de değişim aracı niteliğini de kaybetmiştir.
Artık maalesef ülkede “çift para” değil “tek para” sistemi var! Sadece Dolar’la iş yapılan, herşeyin Dolar’la belirlendiği, herkesin TL’den kaçtığı yeni bir sistem!
Hiçbir “dış mihrak!!” bu zararı veremezdi. Hiçbir dış mihrak böylesi mandacı bir ekonomik düzen kuramazdı.
AK Parti Genel Başkan vekili bu tablo karşısında “Devletin kendisine vermiş olduğu Türk Lirası’nı gidip dövize yatırmak bir ahlaksızlıktır” buyurmuş. Tabi beyefendilerin tuzu kuru. Aldığı maaşın daha eve gitmeden eridiğini gören emekçinin halinden ne anlarlar?
Daha geçen hafta yastık altında dövizi ve altını olanlara çağrıda bulunduğunuzda 13,70 olan Dolar, 17 TL’yi gördü! Sizin sözünüze güvenerek TL alanlarının zararlarını tazmin edecek misiniz?
Siyasetçi ahlakıyla ilgili Churchill’e atfedilen bir söz vardır: “Bazı insanlar prensipleri için partilerini değiştirir, bazıları partileri için prensiplerini değiştirir.”
Bu tablonun sebepleri açıktır:
Ülke en temel ekonomi bilgisinden yoksun bir kadro tarafından yönetilmektedir.
Ülkeyi tek bir akla teslim eden Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemi ile cehalet kurumsallaşmıştır.
Bu cehalet lobisi ülkenin MB rezervlerini tüketmiş, bütçe kaynaklarını heba etmiştir.
Tecrübe ve bilgi birikimine sahip kadrolar dışlanmış, kurumlar çökertilmiştir.
Ülkenin dar kaynakları “otoriter yolsuzluk düzeni” ile yakınlara ve yandaş şirketlere aktarılmıştır.
Vatandaş bütçesi yaklaşımının yerine “iktidar yandaşları bütçesi” yaklaşımı uygulanmıştır.
Bu tablo karşısında dahi ülkemiz çözümsüz değildir.
Her biri alanında haklı şöhrete sahip tecrübeli ve bilgili Gelecek ekonomi kadroları yarın iktidar sorumluluğunu alacak şekilde hazırdır.
Aziz milletimiz bu emaneti bize tevdi ettiğinde adım adım önce krizi kontrol altına alacak, sonra bir rehabilitasyon süreci uygulayacak ve nihayet 15 Haziran 2020’de ilan ettiğimiz Gelecek Ekonomi Modelini hayata geçireceğiz.
Krizi kontrol altına almak için ülke sorumluluğunu üstlenir üstlenmez atacağımız 61 adımı 29 Aralık 2021’de “Yıkımdan Çıkışın Yol Haritası” olarak açıkladık.
Bu yol haritası çerçevesinde
Rasyonel bir yaklaşımla ve doğru araçlarla faiz-kur-enflasyon kıskacını kıracağız.
Eş zamanlı olarak ehliyet ve liyakata dayalı olarak kurumsal bir yenilenme gerçekleştireceğiz.
Yatırımların teminatı olarak yargı reformu ile hukuk sistemine güven iklimi yaratacağız.
Kaynakları tüketen yolsuzluk ve israf düzeninin çarklarını kıracağız.
Gelir adaletini sağlayacak radikal adımlar atacak, adil bir vergi sistemi kuracağız.
Tarımda köklü bir reform gerçekleştirecek, çiftçilerimizi özendirecek şekilde hem gübre, yem ve mazot başta olmak üzere üretim maliyetini azaltacak teşvikler verecek hem de alım garantili havza ve ova bazlı planlamalara yöneleceğiz.
Sanayide AR-GE temelli yapısal bir dönüşüm hamlesi gerçekleştireceğiz.
Orta direği temsil eden KOBİlere ve esnafımıza faiz yükü oluşturmayan destekler sağlayacak.
Rant ekonomisinden üretim ekonomisine geçeceğiz.
EYTlilerin mağduriyetini gidereceğiz.
Başbakanlık dönemimde yaptığımız gibi emeklilerin durumunu seyyanen ödemelerle düzelteceğiz.
Sosyal devletin bir gereği olarak engellilere ve sosyal desteğe ihiyaç hisseden bürün toplum kesimlerine ek sosyal destekler sağlayacağız.
Ekonomik sıkıntı altında ezilen esnaf, çiftçi, işçi, memur, emekli kardeşlerim,
Asla ümidinizi kaybetmeyiniz. Bu ülkenin kaynakları yetersiz, bu ülkenin insanları tembel değildir. Bu cahil ve yolsuzluklara bulanmış iktidar gidecek, Gelecek Kadroları ile birlikte refah ve bereket gelecek.
Unutmayın; Türkiye’de Gelecek Var
ÇINAR AĞACIMIZIN DÖRDÜNCÜ KOLU EŞİTLİKTİR. Eşit vatandaşlık ilkesi hem demokratik hak ve özgürlüklerden hem de ekonomik refahtan bütün toplumun yani 84 milyonun eşit bir şekilde istifade etmesine, hiçbir dışlama ve ötekileştirme ile karşılaşmamasına dayanır.
Hakimin davalı ve davacıya, hekimin hastaya, hocanın talebesine ve devlet adamının vatandaşına kimliği, kökeni, siyasi görüşü ve inancı nazarından baktığı toplumlarda eşitlik gerçekleşemez, huzur olamaz.
Eşit vatandaşlık ilkesi çerçevesinde yüz yıldır enerjimizi harcadığımız, birbirimize ayrıştırıcı nazarlarla bakmamıza sebep olan Türk-Kürt ayrımına dayalı etnik köken, Sünni-Alevi ayrımına dayalı mezhep ve sekuler-muhafazakar ayrımına dayalı hayat tarzı farklılıklarını rehabilite edecek, bu farklılıkların istismar edilmesine asla izin vermeyeceğiz.
Herkesin korkmadan ‘kendisi’ olabildiği, hak ve özgürlüklerinin kendisine benzemeyenlerin hak ve özgürlüklerine bağlı/bağımlı olduğu idrakine sahip vatandaşlardan oluşan bir toplum haline geldiğimizde aidiyet bilincimiz pekişecek, toplumsal barış ve huzurumuz sağlanacaktır.
Anayasal çerçeveye oturmuş eşitlik ilkesi ile her bir vatandaşımız kendi kültürel kimliğini inşa edebilecek, farklılıklarımız dışlama sebebi olarak değil ortak zenginliğimiz olarak görülecektir. Bütün vatandaşlarımız ortak ve resmi dilimiz Türkçe yanında kendi anadilini öğretimde, eğitimde ve sosyal hayatta öğrenebilecek ve kullanabilecektir.
Kürt Meselesi bağlamında yüz yıl içinde ülke birliğinin sadece güvenlikçi ve dayatmacı politikalarla sağlanabileceği paradigması da, hakların şiddet ve terör ile elde edilebileceği paradigması da çökmüştür. İkinci yüzyılımıza eşit vatandaşlık ve kapsayıcı demokrasi anlayışına dayalı yeni bir paradigmayla gireceğiz. Bu paradigmada kayyuma da KCK’ya da yer yoktur.
Siyasetimizin vicdani ilkesi din ve inanç özgürlüğüdür.
Yüz yıl boyunca zorlu mücadeleler sonucunda elde edilen kazanımlar mutlak surette korunacak, 28 Şubat benzeri hiç bir vesayet odağının ve rövanşist akımın bu kazanımları yıpratmasına asla izin vermeyeceğiz. Ve elbette, bu kazanımları kaybedersiniz korkusu yayarak yolsuzluk düzenlerini sürdürmek isteyenlere de kararlılıkla karşı çıkacağız.
Kısıtlayıcı laiklik anlayışı da, dine siyasal düzen içinde işlevsel bir rol tanımlama çabası da, tek bir dini akımın siyasal düzeni antidemokratik yöntemlerle ele geçirerek din-siyaset ilişkisini belirleme iddiası da, küreselleşmeyle derinleşen varoluşsal sorunlar karşısında geçerliliğini yitirmiştir.
Devlet, bütün dini/mezhebi/felsefi anlayışlara ve topluluklara aynı mesafede olmalı ve eşit yaklaşım göstermelidir. Bu çerçevede temel ilkemiz özgürlükçü laiklik ve çoğulcu din anlayışıdır.
Alevi yurttaşlarımızın inanç ve öğreti temelli taleplerine, geleneksel Mürşid, Pir ve Dede ocakları esas alınarak ve modern Alevi örgütlerinin talepleri göz önünde bulundurularak, eşit yurttaşlık hakkı ve demokratik uzlaşı temelinde çözüm bulunacaktır. Gayrimüslim vatandaşlarımızın talep ve sorunları, eşit vatandaşlık ve din ve vicdan özgürlüğü ilkeleri temelinde çözülecektir.
Hangi görüş ve ideolojiye mensubiyet söz konusu olursa olsun, siyasetin dini semboller ve hassasiyetler üzerinden güç devşirmesinin önüne geçecek bir kurallar ve teamüller manzumesi oluşturulacaktır. Dini ya da seküler hiçbir yapının devlet içinde ayrıcalıklı bir konum elde etmesine müsaade edilmeyecektir.
Gelecek Partisi bünyesinde yüz yılın bütün sancılarını yaşayarak samimiyetle biraraya gelmiş bir erdemliler topluluğudur.
İşte bu topluluk adına Türklüğü dar bir etnik kimlik olarak değil tarihi ve kültürel bir kimlik olarak benimsemiş bir Türkmen olarak diyorum ki, asırlardır tam bir tarihdaşlık ve bir yüzyıldır eşit vatandaşlık kimliğiyle aynı vatanı paylaştığımız Kürt vatandaşlarımın haklı taleplerinin sözcüsü ve takipçisi herkesten önce biz olacağız.
İşte Horasan erenlerinin manevi ikliminde büyümüş bir Sünni olarak diyorum ki Alevi vatandaşlarımızın hak ve hukuklarının yerine getirilmesinin öncüsü biz olacağız.
Bugün, gençliğimde acısını derinden hissettiğim Kahramanmaraş katliamının yıl dönümünde Sünni ve Alevi Kahramanmaraşlı kurucularımızla birlikte “bir daha asla yaşanmayacak” diye haykırıyoruz.
İşte, hayatı boyu kimliğinden hiç gocunmamış ve vakarla bu kimliği dünyanın her yerinde temsil etmiş ve savunmuş bir Müslüman olarak diyorum ki ayaklar altına alınmış değerlerimizi biz ihya edeceğiz ve bu değerlerin iktidar mücadelesine alet edilmesine ve yolsuzluklara kalkan edilmesine asla müsaade etmeyeceğiz.
Farklı inançları ve felsefeleri benimseyen herkesin de düşüncesini özgürce ifade etmesinin ve hayat tarzını özgüce yaşamasını her şartta biz savunacağız.
Ve bütün bu kimlikleri kuşatan insani kimliğimle derim ki, bütün insanlığın ve yaratılmışların hukukunu ve doğanın içkin uyumunu siyaset felsefemizin merkezine oturtacağız.
ÇINAR YAPRAĞIMIZIN BEŞİNCİ KOLU SİYASİ AHLAKTIR.
Toplumsal güç üç temel unsurun birikimi üzerinde tezahür eder: Bilgi, servet ve iktidar. Siyasi ahlak da, güç yozlaşmasına dayalı yolsuzluklar da bu unsurların iç ilişkileri ile ortaya çıkar. Bugün otoriterleşme ile desteklenen güç yozlaşması kişisel ve münferit olmaktan çıkmış, sistemik bir nitelik kazanmıştır.
Güç yozlaşmasına dayalı böylesi bir sistematik yolsuzluk düzenini engelleyebilecek üç temel unsur vardır: sağlam bir ahlaki zemin, güçlü ve yerleşik teamüllere dayanan sosyo-kültürel iklim ve sistem içinde gücün bir başka güçle dengelenmesi ve denetlenmesini sağlayan anayasal/yasal düzen.
Gelecek Partisi olarak kamuoyumuza 15 Şubat 2021’de sunduğumuz “Siyasi Ahlak Reformu: Temiz Siyaset Belgesi” ile siyasi ahlak, şeffaflık, hesap verebilirlik ve iyi yönetişim ilkelerine dayalı demokratik hukuk devleti düzenini kurmayı taahhüt etmekteyiz.
Ne pahasına olursa olsun otoriter yolsuzluk düzenini yıkacak Temiz Siyaset düzenini kuracağız.
Uğruna başbakanlık makamını terk ettiğim siyasi ahlak, şeffaflık, imar, siyasetin finansmanı, rekabetçi ihale yasalarını çıkararak toplumun kanlarını sülük gibi emen asalakların rant ve çıkar düzenine son vermek boynumun borcudur.
Devlet mimarisinde ehliyet ve liyakatı esas alacak, akraba ve yakın kayırmacılığına asla izin verilmeyecektir.
İstihdam yolsuzluğu anlamına gelen mülakat istemine son verilecektir.
Her zaman söylediğimiz gibi;
MÜLAKAT GİDECEK, LİYAKAT GELECEK!
Gelin hep beraber çınar yaprağımızın beş kolunu bir kez daha haykıralım.
ADALET
DEMOKRASİ
REFAH
EŞİTLİK
SİYASİ AHLAK
Bu ilkelerin baş harfleri adresimizi de ortaya koymaktadır:
ADRES: GELECEK PARTİSİ
Anayasamız bir toplum sözleşmesi olarak bu ilkeler doğrultusunda katılımcı bir şekilde yeniden yazıldığında, siyasetimiz ve devlet mimarimiz bu ilkeler doğrultusunda yeniden inşa edildiğinde toplumsal huzurumuz tahkim edilecek ve uluslararası itibarımız artacaktır.
Türkiye bu zihinsel ve akabinde psikolojik/siyasi sıçramayı gerçekleştirdiği takdirde Gelişmiş dünyanın parçası olacak ve kendi bölgesini aşan bir küresel aktör haline gelecektir.
Kısacası Türkiye tasavvurumuz, kendisine nesnel bakabilen, gördüğünden korkmayan, gerçeklerin üstünü örtmeyen, çeşitliliği teşvik eden, katılımcı sistemlerle karar almaya çalışan, temel değerleri herkes için uygulayan ve bu zemin üzerinde birlikte yaşama iradesini bir ahlak anlayışına dönüştüren bir ülke olmaktır.
Bu tasavvuru paylaşan herkesle görüşür ve işbirliği yaparız. İttifak anlayışımız da bir seferlik seçim başarılarına ya da geçici siyasi çıkarlara değil bu siyasi ilkelere ve ülke tasavvuruna dayalı olacaktır.
Gelecek Partisi olarak her bir vatandaşımızı bu ilkelerle şekillenmiş Türkiye tasavvurunun parçası olmaya, asırlık çınar ağacının altında buluşmaya davet ediyoruz.
Çınar, köklü bir geleneğin sembolüdür.
Çınar, çürümeden yenilenmenin sembolüdür,
Çınar, her tür baskıya karşı vakur bir duruşun sembolüdür.
Çınar, geleceğe uzanan güvenin sembolüdür.
Önümüzdeki seçimlerde çınar yaprağının altına vurulacak her mühür, gelenek ile yenileşmenin, özgürlük ile güvenliğin, adalet ile refahın, iç huzur ile uluslararası itibarın buluştuğu yeni bir geleceğin habercisi ve teminatı olacaktır.
Böylesi parlak bir geleceğin mimarları olan Gelecek kadrolarını saygı ve muhabbetle selamlıyorum.
Allaha emanet olunuz.
Gelecek Biziz Gidecek Onlar
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***