İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ile Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati’nin imzasıyla Resmi Gazete’de yayımlanan karara göre, 770 kişinin Türkiye’deki mal varlığı donduruldu. Mal varlığı dondurulanlar arasında akademisyen Mehmet Efe Çaman da var. Çaman TR 724’teki yazısında kararı değerlendirdi.
23 Aralık’ı 24 Aralık’a başlayan gece, Türkiye denen devletin resmi gazetesinde bir liste yayınlandı. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ile Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati imzasıyla alınmış olan karar uyarınca oluşturulan bu listede yer alan isimlerin Türkiye’deki mal varlıklarına el konulmaktaydı. Bu listede yer alan isimler belirli gruplar altında toplanmıştı. Listenin en başında rejimin “FETÖ”, ya da uzun ismiyle “Fethullahçı Terör Örgütü” olarak nitelediği grup ismi yer almaktaydı. Kendilerini Hizmet Hareketi olarak adlandıran, Türkiye’de bilinen adıyla Gülen Cemaati ya da kısaca “Cemaat” yerine kullanılan “FETÖ” başlığı altında yüzlerce ön isimlerine göre alfabetik olarak listelenmişti.
Listede toplam 770, “FETÖ” başlığı altında ise toplam 454 isim vardı. Karar sayısı 2021/5, karar tarihi 20.12.2021’di. Karar ve liste resmi gazetedeki bilgiye göre Hazine ve Maliye Bakanlığı tarafından düzenlenmişti. Yine resmi gazetedeki bilgi, “6415 sayılı kanunun 7. maddesinin 3. fıkrası uyarınca, aynı kanunun 3. ve 4. maddeleri kapsamına giren fiilleri gerçekleştirdikleri hususunda makul sebeplerin varlığına istinaden ekli listelerde adı geçen kişi, kuruluş ve organizasyonların Türkiye’de bulunan malvarlıklarının dondurulması kararlaştırılmıştır” diye devam ediyordu.
Peki, 6415 sayılı kanun neydi? Bu kanun 7 Şubat 2013 tarihinde çıkartılmıştı. Başlığı “Terörizmin Finansmanının Önlenmesi Hakkında Kanun” olarak formüle edilmişti. Ya 3 ve 4 numaralı maddelerin kapsamına ne girmekteydi?
Bu kanunun 3 numaralı maddesi a- bir halkı korkutmak veya sindirmek ya da bir hükümeti veya uluslararası kuruluşu herhangi bir eylemi gerçekleştirmeye veya gerçekleştirmekten kaçınmaya zorlamak amacıyla, kasten öldürme veya ağır yaralama fiillerini kapsıyordu. Ve b- 12.4.1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamında terör suçu olarak kabul edilen fiilleri kapsıyordu. Bahsedilen suçlar çok ciddi suçlardı. Kanun bu suçları detaylandırmış: uçak kaçırma, uluslararası korunma altında olanlara – mesela diplomatlara – yönelik yapılacak saldırılar, rehin alma eylemleri, nükleer madde kaçakçılığı, deniz araçlarına yapılacak yasa dışı eylemler, deniz platformlarına yapılacak yasa dışı eylemler, terörist bombalama eylemleri sayılıyor. Bu sayılan her eylem Türkiye’nin taraf olduğu sözleşme ve antlaşmalara atıfta bulunularak listelenmiş. Tüm bu sayılan eylemler, uluslararası tanımına uygun terörist faaliyetler.
Bu kanunun 4 numaralı maddesi “3 numaralı madde kapsamında suç olarak düzenlenen fiillerin gerçekleştirilmesinde belli bir fiille ilişkilendirilmeden dahi bir teröriste veya terör örgütlerine fon sağlayan veya toplayan kişi, fiili daha ağır cezayı gerektiren başka bir suç oluşturmadığı takdirde, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır” diyordu. Yani açıklamak gerekirse, bu 4 numaralı madde bir kişinin bizzat üçüncü maddede sayılan eylemleri yapmayıp, sadece bu eylemlerin gerçekleştirilebilmesi doğrultusunda fon – finansal kaynak – toplayan kişilerin cezalandırılmasını öngörüyordu. Dahası, bir sonraki ibarede ise “Birinci fıkra hükmüne göre ceza verilebilmesi için fonun bir suçun işlenmesinde kullanılmış olması şartı aranmaz” diyor, yani o toplanan paraların da ille bir terör fiilinde kullanılmasına gerek olmaksızın, sanki bir terör eyleminde kullanılmış gibi yaptırıma tabi tutulacağını kanunlaştırıyordu.
Bu iki maddeye göre herkes Türkiye denen devlet tarafından rahatlıkla bir terör eylemine veya terörizme destekle suçlanabiliyor, cezai müeyyideye tabi tutulabiliyor.
Şimdi Türkiye denen devlet, yazının başında bahsettiğim, resmi gazetede yayınlanmış olan kararı ve listeyi kanuni dayanak olarak kabul edecek ve listelenen kişilerin Türkiye’deki tüm taşınır-taşınmaz malvarlıklarına el koyacak. Bununla da kalmayacak, 6415 sayılı kanunun 5. maddesi uyarınca, bu kararı ve listedeki isimleri Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne iletecek.
Hukuk tekniğine göre iddia sahibi suçu kanıtlamak zorunda. Suçlanan suçsuzluğunu kanıtlamak zorunda değil. TC bir hukuk devleti olmadığından, ben buraya suçsuzluğumu kanıtlayan, bizzat TC tarafından verilmiş 2 belge koyuyorum: 2015 & 2016 tarihli adli sicil sorgu belgeleri: pic.twitter.com/KuvolD8jhg
— Mehmet Efe Caman (@MehmetEfe_Caman) December 25, 2021
Bu noktaya kadar okur, normal hukuk devletlerinde sorun oluşturacak birçok şey fark etmiş olabilir. Fakat ayrıntılara girmeksizin bu sorunların toparlanarak özetlenmesinde yarar var. Öncelikle şunu belirteyim: Türkiye denen devlet, benim adımı bu bahsedilen listeye koymuş, yani resmi gazetesinde beni de terörizmle ilintilendirmiş. Ayrıca bunu ikinci kez yapıyor. İlkini 29 Ekim 2016 yılında, 675 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile beni kamu görevimden (Türk-Alman Üniversitesi’ndeki profesörlük kadromdan) ihraç ederek yapmıştı. Şimdi de 2021/5 sayılı kararla bir benzerini – daha da ağırını! – yapıyor. Ben şimdi kendi yaşamımdan – yani tek bir mağdurun örneğinden – hareketle, bu anayasaya aykırı ve kanunsuz kararı analiz etmek istiyorum.
Birinci saptamam şudur: Türkiye devleti, terörizm kavramını – tıpkı diğer benzeri otoriter rejimlerde olduğu gibi – gayet keyfi, yani kanunlara dayandırmadan, oldukça geniş, hepsinden önemlisi de muhalifleri bu kavram kapsamına dâhil ederek yıldırmak ve onları susturmak için kullanıyor. Bu taktik, Rusya, Çin, İran gibi otoriter veya hibrit rejimlerce sık ve düzenli olarak uygulanıyor. Bu yolla otoriter rejimler kendilerini eleştiren muhalifleri gerek kendi topraklarında, gerekse de diğer ülkelerde köşeye sıkıştırmak ve onları etkisiz hale getirmeyi hedefliyor. Türkiye, bu taktiği kullanıyor. Uluslararası toplum tarafından terörist olduğu kabul edilen IŞİD gibi terörist örgütlerin yanına eklemlediği bazı hedefteki muhalif grup ve kişileri bir terör listesine dâhil ederek, o kişileri yasadışı ilan etmeye çalışıyor. Kendi mağduriyetim özelinde ifade etmem gerekirse, hakkımda hiçbir mahkûmiyet kararı olmadığı, sabıkasız bir insan olduğum halde, Türkiye ve uluslararası alanda bilinen ve tanınan bir bilim insanı ve yazar olduğum halde, beni hiçbir gerekçe ve kanıt göstermeden terörizmle ilintilendiriyor. Belli ki benim rejim eleştirilerimi, bu rejimin işlediği insanlık suçlarını, işkenceleri, anayasa ve yasa ihlallerini, rüşvet ve kumpaslarını konu etmemi engellemeyi amaçlıyor. Beni susturmak istiyor. Başka bir ifadeyle, Türkiye kendi hukuksuzluklarına karşı getirdiğim eleştirileri (gazete yazılarını, akademik makaleleri, sosyal medya paylaşımlarını ve video programlarını) terörizm kapsamına sokuyor. Bu elbette ki tam bir farstır, komedidir, tam bir acizliktir ve zavallılıktır. Tüm dünya bunu görüyor, biliyor.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***