Adı, Nureddin Nebati. Hazine ve Maliye Bakanı olunca tanıdık. “Aslen” iş adamı. İşletmecilerin, tüccarların, patronların bakan yapılması geleneği gereği bakan oldu. İşi ehline vermek lazım, yoksa ciğer kediye emanet edilmiş değildir canım. MÜSİAD yöneticisi. Türk Lirası para birimi sayılmaktan çıkmaya doğru giderken “ekonominin dümenine” getirildi. İlk iş, “iş adamları” ile oturup konuşmak oldu. İşçiyle konuşacak değil ya, zaten işçinin konuşacak mecali de yok pek.
Bakan bey, gazeteci Sevilay Yılman’a konuştu. Güven dolu bir konuşma, yok kendisine ya da başka birine ya da bir şeye güvendiğine dair hiçbir alamet yok konuşmasında, cumhurbaşkanını saymazsak, onu güveniyor sadece çünkü sadece onun sayesinde var olduğunu biliyor. Güven, konuşmanın içinde en çok geçen kelime. Yeter ki güvenin. Keşke güvenseniz. Güven, gerisini merak etme sen. “Nasıl bir yol, yordam izleyeceksiniz” sorusuna, “Öngörülebilirlik ve şeffaflık” ile cevabını veriyor. Aslında şimdiden çok başarılı diyebiliriz, çünkü her şeyi öngörebiliyoruz, her şey ayan beyan ortada. Çocuklar bile doların, euronun nereye gittiğini, gideceğini görüyor, öyle şeffaf.
BAKAN OLARAK DEĞİL, PATRON OLARAK
İş dünyası ile toplantı nasıl geçmiş peki? Herkes oradaymış, bankacılardan iş dünyasındaki çok önemli isimlere kadar. Gözleri parlayarak ayrılmışlar, parlar tabii gözleri biliyoruz ki sefalet arttıkça sefahat artar, bu sefih güruhun gözleri şimdi parlamayacak da ne zaman parlayacak? Bu hale doğru gelirken “zaten hepiniz oradaydınız” gene oradasınız işte, değişen bir şey yok.
Çin modeli mi? Yok, ne Çin ne Güney Kore, bu Türkiye modeli imiş. “Çok güçlü bir şekilde hayata geçirmek üzere” yola çıkılmış. “Çok hızlı bir şekilde düzelecek ekonomi.” Sadece güven, lazım olan bu, yoksa “model” hakkında hiçbir laf yok söyleşide.
Asgari ücret? İyi olacakmış, çok iyi. Bırakan bakan olarak, “patron olarak asgari ücretin olabilecek en doğru rakam olmasını destekliyor”muş. Mevcut asgari ücret zaten bakanların, patronlar için olabilecek en iyi rakam olarak belirlediği rakam değil mi? Hem bakan hem patron olarak en doğru rakamı bulacaktır, kesin bu. Aldık mesajı biz. Zaten ne belirlenirse belirlensin, bu ekonomi politika ile üç ay dolmadan pula dönecek, paraya benzer bir şey verseler bile. O yüzden rahat.
LİDERE DEMOKRATİK BAĞLILIK
“Despotik bir yönetim anlayışım yok benim. Demokratik ve serbest piyasaya inanan bir kişiyim. Bir defa ben patronum. Ama aynı zamanda da çiftçiyim.”
Kamuyla iş yapmayan bir işadamı imiş kendisi, şimdi aldığı maaşı saymazsak. Demokratik diyor, despotik değil, tıpkı lideri gibi anlaşılan: “Kimseye eyvallahımız yoktur. Liderimize bağlıyız. Tayyip Erdoğan’a rağmen asla bir şey yapmam! Bunu da net söylüyorum. Herkes bilsin.”
Zaten biliyor herkes, o heyetten kim Erdoğan’a rağmen bir şey yapmayı aklından geçirebilir? Ama ola ki yanlış bir fikir oluşur diye vurgulayarak söylüyor, koltuğu sağlam tutmak lazım, yoksa affederler insanı.
KİŞİSEL GELİŞİM NUTUKLARI
Konuşmanın bir yarısı, kendisine dair kişisel gelişim notlarıyla dolu. Gazeteci de “bravo” filan deyince daha da coşuyor: “O laikmiş, bu dindarmış! Yok kardeşim. Benim için hiçbir farkı yoktur. Benim duruşum belli. Ben dindar Müslüman bir adamım. Senin yaşamın sana. Benim yaşamım bana. Hiç ilgilendirmiyor. Kimse beni yaşam tarzımdan dolayı zorlayamaz. Niye Müslümansın, niye dindarsın diyemez. Ben de kimsenin yaşam tarzına karışmam. Beni ilgilendirmez.”
İktidarın her üyesinde gördüğümüz mitamoni de söyleşiden akıyor, “Bakırköy beni çok iyi bilir. Bakırköy’de ilk defa Ermeni meclis üyesini getiren benim. Süryanilerle de ilişkisi olan benimdir. Yezidilerle de ilişki kurarım. Benim yaklaşımım belli! Siz sizsiniz. Ben de benim. Ben Nureddin Nebati’yim. Nureddin Nebati gibi konuşmak zorundayım. Nureddin Nebati gibi yaşamak zorundayım. Nureddin Nebati gibi davranmak zorundayım.” Süryanilerle, Yezidilerle ilişki kurmuştur muhakkak, Urfalı çünkü. Selam alıp verdiyse, ne büyük sosyallik!
Kişisel gelişimin yanında bir de “liderlik okulu” dersleri var: “İnanç, güven, kararlılık, samimiyet…” Tabii dersi alıyor mu veriyor mu bilemeyiz, bilebileceğimiz sadece şu kararlılıkla iş görülmese bu kadar vahim bir hale gelmezdi memleket.
Model tutmazsa? “Üzülürüm.” Ya eve çocuklarının kahramanı olarak dönecekmiş ya boynu bükük, enflasyon yüzde 50’ye dayanmış, para pul olmuş, bakan beyimiz hala kişisel gelişim derslerinden ezberlenmiş cümleler satıyor kamuoyuna. Ya ne satacak, kendisini getirenin iradesinden başka irade koyma şansı mı var?
FONDA GENE “AYNI GEMİ” ŞARKISI
Kendisine “Bravo” demiş gazetecinin tabağını boş göndermek olmaz, o da “Bravo” diyor, “Hepimiz aynı gemideyiz” lafını duyunca. Nasıl bir gemiymiş bu? Anlatıyor işte: “Sen maaş alıyorsun. En fazla neyini kaybedersin? Enflasyonun altında ezilirsin. Ama ben bütün varlığımı kaybederim bu iş düzelmezse eğer. 1000 çalışanımız var. 1000 kişiyle beraber bütün varlığımı kaybederim.” Ben kaptan, sen forsa, akıllı ol diyor.
Gemi deyince, bin çalışanı olan bir patron, lüküs kamarada yani. Onun malı çok olduğu için, çoktan çok azdan az gider diyor yani, zaten hep enflasyona ezilen gene ezilecek, abartmayın işte diyor. Bin çalışanımdan birisin sen diyor, milyonlarca işsiz var bir de, en fazla onların arasına gidersin. Ya ben öyle mi? Servetim var benim, kaybedemem diyor. E biliyoruz kaybetmediğin için oradasın zaten, kaybettirensin. Servetinin kaynağını “babadan görmeyim” diye açıklıyor, babadan kalanları kaybetmek istemiyor, nasıl kaybetsin ki kazanç-kayıp dağıtımını yapan heyetin içindeyken? Bir Tansu Çiller kararlığıyla bitiyor söyleşiyi: “Bu iş ya düzelecek ya düzelecek!”
TEK ÇARE: İNANÇ!
Anlaşılan şu: Hazine ve Maliye Bakanı’na, tıpkı pandemi konusunda sağlık bakanının yaptığı gibi, bir tür halkla ilişkiler, PR memuru olarak çalışması emredilmiş. Sağlık Bakanından tek farkı, hazine ya da maliye ile ilgili, ekonomi ile ilgili hiçbir cümle kurmaması.
Kuramıyor mu kurmaması me emredilmiş? Belki de ikisi birden. Bu nedenle sağlık bakanının aksine “aslında işini iyi yapıyor” propagandası yapacak pek kimse bulamayacağı kesin, “ilk üç gün” bile destek bulacağı kuşkulu. Tabii, “iş adamlarını” saymazsak. Onlar, mesela en ünlülerinden Güler Sabancı vaktiyle, ekonominin firari bakanı Berat Albayrak’ı dinledikten sonra mutluluk içinde “her şey güzel olacak” nutukları atmıştı. Nebati’nin o şansı olmayacak anlaşılan, o nedenle “işadamlarının gözlerinin parladığını” bizzat kendisi anlatıyor bize.
Bütün konuşma itibarıyla işin çözümü, herkesin bakana, hükümete ve olmayan ekonomi programına güvenmesi, bir de aynı gemi masalına inanması, başka tek dişe dokunur laf yok. Laf yok çünkü iktidar bu yıkıma çare bulma peşinde değil, çünkü bu yıkım şimdiye kadar çare diye uyguladıklarının olağan bir sonucu ve bunu iyi biliyor. Daha fazla sayıda insanın daha da yoksullaşması ekonomi politikalarınızın doğal sonucuysa, yapacağınız şey bir yandan böyle masallar anlatmak, öte yandan bu yoksulluğun getireceği itirazlara, isyanlara karşı daha tahkim edilmiş, kimseye nefes aldırmayan bir yönetim modeli getirmek. Şimdiye kadar gördüğümüz “otoriter”lik hayli yumuşak kalabilir bakanın “Türkiye modeli” hayata geçmeye başladığında.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***