Kişisel web sayfasında yayınladığı son makalesinde, Anayasa Mahkemesi’nin (AYM), Yargıtay’ın yirmi yıldır terör örgütü olarak kabul ettiği Hizb-ut Tahrir örgütünün yöneticisi olduğu iddiasıyla cezalandırılan bir kişiyle ilgili verdiği iki farklı hak ihlali kararını değerlendiren Gökhan Güneş, “Acaba AYM, aynı cesareti Gülen Hareketi mensuplarının başvurularında neden hiç gösterememektedir?” sorusunu sordu.
AYM’nin söz konusu ihlal kararlarını ‘ayrımcı adalet’ ve ‘düşman hukuku’ kavramları çerçevesinde tartışan Güneş, “AYM’nin bu kararından anlaşılması gereken şudur; her şey konjonktüre bağlıdır ve AYM daha önce verdiği kararlarının tam zıddını her zaman verebilir. Zira yirmi yıldır terör örgütü kabul edilen Hizb-ut Tahrir için örgüt kabulünü tekrar tartış ve gerekirse kaldır demiştir ve Gülen Hareketi için de aynı şeyleri söylemesi pekala mümkündür. Bu nedenle, ümitsizliğe düşmeden hukuki mücadele devam ettirilmelidir. Çünkü ortada hukuken verilmiş bir silahlı örgüt kararı olmadığı gibi bu örgütün mensubiyeti olma suçu da yoktur. Şeklen verilen, ancak için de onlarca usul ve esasa ilişkin hata barındıran örgüt kabul kararı ise hukuk geri geldiğinde ilk önce çöp olacaktır.” sonucuna ulaştı.
Gökhan Güneş’in makalesinin bir bölümü şöyle;
1. Başvurucunun; “nihai amacımız hilafet devleti kurmak olsa da bu oluşum bir terör örgütü değildir” şeklindeki savunmasının gerekçeli olarak karşılanmadığını söyleyen AYM;[3]
Yargıtay tarafından daha dört yıldır terör örgütü olarak kabul edilen Gülen Hareketiyle ilgili yargılamalardaki sanıkların “anayasal düzeni ortadan kaldırmak amaçlarının bulunmadığı, hizmet hareketinin bir terör örgütü olmadığına” ilişkin savunmalarının karşılanmadığını söyleyememiştir.
2. Yargıtay’ın 2001 yılında terör örgütü kabul edip yirmi yıldır istikrarlı şekilde bu kabulü sürdürdüğü Hizb-ut Tahrir ile ilgili bu kabulün yeniden tartışılmasını isteyen AYM,
Konu Gülen Hareketi olunca, Yargıtay’ın 4 yıl önce verdiği, ancak onlarca usul ve esas hatasıyla dolu hukuka aykırı örgüt kabulünün tekrar tartışılmasını isteyememiştir.
3. Mensupları hakkında yirmi yıldır çok sayıda terör örgütü üyeliğinden mahkumiyet kararları verilen Hizb-ut Tahrir ile ilgili başvuruda; başvurucu hakkındaki soruşturma ve yargılama süreçlerinde bahse konu örgütün ideolojisi, savunduğu fikirler ve eylem tipi değerlendirmeye tabi tutulmamış; önceki mahkeme kararlarında Hizb-ut Tahrir’in bir terör örgütü olarak kabul edildiği olgusundan hareket edilerek başvurucunun söz konusu örgütün üyesi olup olmadığı üzerine yoğunlaşılmıştır (P.36)” diyerek, yerel mahkemenin; Hizb-ut Tahrir’in terör örgütü olduğu olgusundan hareket etmesini ve Hizb-ut Tahrir’in terör örgütü olup olmadığı hususunu tekrar değerlendirmeden sadece sanığın bu örgütün üyesi olup olmadığı noktasına yoğunlaşmasını eksiklik olarak gören AYM;
Gülen Hareketiyle ilgili olarak; Yargıtay’ın üstelik ilk derece mahkemesi olarak verdiği tek bir kararla yapılan silahlı örgüt kabulünün esas alınıp, yalnızca Gülen Hareketine mensup olduğu için on binlerce kişinin mahkum edilmesine ve mahkumiyet kararlarında da, bu kişilerin sadece Gülen Hareketi mensubu olup olmadıklarına bakılmasına ses çıkarmamıştır.
4. Hizb-ut Tahrir’le ilgili ilk kararında, başvurucunun; “Hizb-ut Tahrir’in terör örgütü kabul edildiği emsal kararda, “somut eylemin” örgüt kabulüne esas alınması gerekirken, örgütün amacı gibi hususların esas alındığına” ilişkin savunmalarının karşılanmadığını kabul eden AYM,[4]
Gülen Hareketinin silahlı örgüt olarak kabul edildiği 16. Ceza Dairesinin kararında, somut eylem olarak iki hakimin verdiği kararlar yerine, bu yargılamayla ilgisi olmayan 15 Temmuz eylemlerinin örgüt kabulüne esas alınmasına acaba neden göz yummaktadır?
5. 2009’da Hizb-ut Tahrir’e ait 1 adet uzun namlulu silah, 2 adet tabanca, 5 adet tüfek ve 6 adet kuru sıkı tabanca ele geçirildiğini, örgüt üyesi şahısların silahlı faaliyet yürütmeye psikolojik olarak hazır oldukları ve uygun bir zemin bulmaları hâlinde silahlanabileceklerini değerlendiren Emniyet Genel Müdürlüğü raporuna itibar etmeyen AYM,[5]
Gülen Hareketi ile ilgili yargılamalarda, MİT veya Emniyet Genel Müdürlüğünden gelen her raporu ve değerlendirmeyi mahkemelerin mutlak hakikat ve kesin delil olarak kabul etmelerine neden sessiz kalmaktadır?
6. Hizb-ut Tahrir’e ait evlerde silah ele geçirildiğini kabul eden, ancak ele geçen silahların somutlaştırılmadığını ve mevcut yargılamayla ilgisinin kurulmadığını, silahlara ilişkin soruşturma ve kovuşturmanın akıbetinin araştırılmadığını ve silahların Hizb-ut Tahrir yargılamalarıyla bir ilgisinin olup olmadığının tartışılmamasını eksiklik olarak gören AYM,[6]
2015 yılında başlayan ve esas olarak iki hakimin görevi kötüye kullanma suçundan yargılandığı bir davada, iddianame konusu olmayan ve olması da mümkün bulunmayan 15 Temmuz 2016 tarihli olaylar ve bu olaylarda kullanılan silahlar ile mevcut yargılamanın ilgisinin nasıl kurulduğunu, bu silahlara ilişkin soruşturma ve kovuşturmaların akıbeti belli değilken ve 15 Temmuz yargılamaları devam ederken, bu silahlarla Gülen Hareketinin bağlantısının nasıl kurulabildiğini sorgulamamış ve bu durumu eksiklik olarak görmemiştir.
7. Hizb-ut Tahrir’in nihai amacının hilafet devleti kurmak yani, anayasal düzeni değiştirmek olduğunu bildiğini, bu amacı bilerek ve isteyerek Hizb-ut Tahrir’e katıldığını ve bu amaca erişmek için faaliyet yürüttüğünü kabul eden başvurucu hakkındaki mahkumiyet gerekçesini yeterli bulmayan AYM,
Gülen Hareketi ile ilgili yargılamalarda; anayasal düzeni değiştirmek gibi bir nihai amaçlarının olmadığını, böyle gizli bir amaç varsa dahi bilmediklerini ve Gülen Hareketi olarak adlandıran sivil toplum kuruluşuna mensup olduklarını belirten sanıkların mahkumiyet gerekçelerini hiç sorgulamadığı gibi bu gerekçeleri gayet makul ve yeterli bulmuştur.
8. Yargıtay’ın, Hizb-ut Tahrir’i yirmi yıldır terör örgütü kabul ettiğini bildiğini, bu kabulü bilerek ve anayasal düzeni değiştirmek amacıyla bu oluşuma girdiğini ve “Hizb-ut Tahrir’in İslam’ın bütün kurum ve kurallarıyla yeryüzünde egemen olması için hilafet devletini kurma amacını taşıyan, kökten değişimci (radikal) bir örgüt olduğu konusunda bir itirazı bulunmadığını (P.46)” belirten başvurucu hakkındaki mahkumiyet gerekçelerini yeterli bulmayan AYM,
Yargıtay’ın (yanlış ve hukuka aykırı kararıyla) 26/9/2017’de Gülen Hareketini terör örgütü kabul etmesine rağmen, Gülen Hareketi mensuplarının bu tarihten önceki yasal ve rutin faaliyetleri nedeniyle yargılanmalarını görmezden geldiği gibi; Yargıtay’ın kabulünden önce de bu oluşumun terör örgütü olduğunu ve yargının bile çok gizli olduğunu ve çok az sayıda kişinin bildiğini söylediği nihai amaçtan bu kişilerin haberdar olduklarını kabul eden yerel mahkeme gerekçelerini yeterli bulmuştur.
9. Hizb-ut Tahrir Türkiye Vilayeti Resmî Sözcüsü olan ve Anayasa’nın Cumhuriyete ilişkin değiştirilemez maddelerine rağmen hilafet devleti getirmek amacıyla örgüt adına bildiri hazırlayarak internete koyduğunu kabul eden sanığın faaliyetlerini terör örgütü üyeliği için yeterli bulmayan AYM,[7]
Gülen Hareketiyle ilgili yargılamalarda; bankaya para yatırma, çocuğunu özel okula gönderme, Bylock kullanma, burs verme, sendikaya üye olma, gazete aboneliği gibi yasal faaliyetlerin terör örgütü üyeliğine gerekçe yapılmasına sessiz kalmıştır.
10. 2009 yılında çok sayıda silah ele geçirilse de, kurulduğu 1967 yılından 2016 tarihli son Emniyet Genel Müdürlüğü raporuna kadar silahlı eyleme karışmadıkları için Hizb-ut Tahrir ile ilgili terör örgütü kabulünü gerekçesiz bulan AYM,[8]
Gülen Hareketinin 1966’dan 15/7/2016’ya kadar silahlı hiçbir eyleme karışmadığı Yargıtay tarafından da kabul edilmesine rağmen, 16. Ceza Dairesi ve Ceza Genel Kurulu’nun bu tarihten önceki MİT krizi, 17/25 operasyonları ve MİT tırları gibi olaylar ile MGK, Devlet ve Hükümet yetkililerince yapılan açıklamaları Gülen Hareketinin silahlı örgüt kabulünde esas almasına ses çıkarmamıştır.[9]
11. Nihai amacı hilafet devleti kurmak olan Hizb-ut Tahrir için; “iktidarın meşru yollarla değiştirilebildiği bir demokratik düzende zora ve şiddete başvurmak gayrimeşrudur. Ancak terör örgütü olmaya bağlanan ağır hukuksal sonuçlar gözetildiğinde kamu makamlarının bu konudaki değerlendirmelerini daha özenli yapmaları beklenir” diyerek çok ince hassasiyet gösteren AYM,[10]
Gülen Hareketinin yargı tarafından terör örgütü kabul edilmesinden önce bazı kamu makamları (MGK, EGM, MİT), devlet ve hükümet yetkililerince yapılan özensiz açıklamalara ve bu açıklamaların başta kendisi olmak üzere, 16. Ceza Dairesi ve Ceza Genel Kurulu tarafından da dikkate alınmasına karşı aynı hassasiyeti hiçbir şekilde göstermemiştir.
12. Hizb-ut Tahrir’in silahlı bir örgüt olmadığını, dünyanın hiçbir yerinde herhangi bir şiddet eylemi gerçekleştirmediğini ve 1967 yılından beri silahlı eyleme karışmadığını belirten başvurucunun bu savunmalarının karşılanmadığını kabul eden AYM,[11]
Gülen Hareketi mensuplarının, “FETÖ/PDY” adı verilen bir terör örgütüne değil, Gülen Hareketi adlı sivil toplum kuruluşuna mensup olduklarına, bu oluşumun da şiddet yanlısı olmadığına ve 1966’dan beri Türkiye’de ve Dünya’da hiçbir şiddet eylemine karışmadıklarına ilişkin savunmalarının karşılandığını kabul etmiştir.
13. Hizb-ut Tahrir’in terör örgütü kabulünde; örgütün çok sayıda silaha sahip olmasının değil; “silahlı eyleme karışıp karışmadığı ve şiddet yöntemlerine başvurup başvurmadığı” olgusunun değerlendirilmesi gerektiğini belirten AYM,[12]
Gülen Hareketinin terör örgütü kabulünde; “cebir veya şiddet kullanılacağına ilişkin bir ihtimalin” yeterli olduğunu kabul ederek; “Emniyet ve TSK birimlerinin doğasında var olan cebir ve şiddet kullanma yetkisinin verdiği baskı ve korkutuculuk” ile “silahlar üzerinde gerektiğinde tasarruf imkanının bulunması” şeklindeki 16. Ceza Dairesi ve Ceza Genel Kurulu’nun gerekçelerini makul ve yeterli bulmuştur.[13]
14. Hizb-ut Tahrir kararında; suçun hukuka aykırılık, maddi ve manevi unsurlarına ilişkin iddiaların uygun bir şekilde değerlendirilmemesini ve bazı şablon ifadelere yer verilmesini gerekçeli karar hakkının ihlali kabul eden AYM,[14]
Gülen Hareketi söz konusu olunca;
–Suçun manevi unsurunun hiç değerlendirilmemesini veya “bilmesi gerekir” gibi varsayımlarla bu unsurun varlığını kabul eden gerekçeleri,
–15 Temmuz olaylarına ilişkin şablon değerlendirmeleri kopyala yapıştır şeklinde yazarak Gülen Hareketinin tüm mensuplarına mal eden gerekçeleri,
–Suçun maddi unsuru olan hiyerarşik yapıya dahil olmayı; “Bylock kullanıyorsa dahildir, Bank Asya’ya para yatırmışsa dahildir, dernek üyesiyse dahildir” gibi basmakalıp ifadeler bağlayan gerekçeleri ve
–Tatbikata gittiğini sanarak hareket eden askeri öğrencilerin içinde bulunduğu hukuka uygunluk nedenlerini göz ardı eden gerekçelerini yeterli görmektedir.
15. Hizb-ut Tahrir kararında; ilk derece mahkemelerinden terör örgütünün varlığını veya sanıkların örgütle olan ilişkilerini ikna edici biçimde değerlendirmelerini isteyen AYM;
Gülen Hareketi söz konusu olunca; “ankesörle aranmayı, çocuklarını okula göndermeyi ya da cüzdanında 1 dolar bulunmasını” örgütle ilişki kabul eden mahkeme gerekçelerini ikna edici bulmuştur.
16. Hizb-ut Tahrir kararında; yargılamanın sonucunu değiştirme ihtimali bulunan iddiaların dikkate alınmaması ve gereği gibi değerlendirilmemesini adil yargılanma hakkı kapsamında gerekçeli karar hakkının ihlali olarak kabul eden AYM,[15]
Hukuka aykırı olarak elde edildiği Ceza Genel Kurulu’nun 20/12/2018 tarihli kararıyla[16] da itiraf(!) edilen Bylock ve TCK’nın 138. maddesi gereğince suç oluşturacak şekilde saklanan iletişim bilgilerinin hukuka aykırı delil olduğuna ilişkin iddiaları hiç dikkate almamıştır. Acaba, “hukuka aykırı delillerin hükme esas alınması, yargılamanın sonucunu değiştirmez” şeklinde hukuka aykırı bir düşünceye mi sahiptir?
17. Hizb-ut Tahrir ile ilgili başvuruda; “adil bir muhakeme bakımından asıl önemli hususlardan biri tarafların adaletin işleyişine olan güveni (P.61)”dir diyen AYM,
Gülen Hareketi söz konusu olunca; dünyada eşi benzeri görülmemiş şekilde 1 milyon kişiye “FETÖ/PDY” soruşturma ve kovuşturması açarak hukuka ve adalete olan güveni sıfırlayan yargıya ses çıkarmamıştır.
18. Hizb-ut Tahrir’e ait yayınlarda zor ve şiddet kullanmaya yönelik kışkırtıcı düşüncelere ve yasalara aykırı olan ve dış dünyaya yansıyan suç teşkil eden bir davranışa rastlanmadığını belirterek, yirmi yıldır Yargıtay’ın terör örgütü kabul ettiği bu yapının örgüt olup olmadığının yeniden araştırılmasını isteyen AYM,[17]
İlahiyat camiasının zamanında referans gösterdiği ve insanların kütüphanelerinde bulundurdukları tefsir, hadis ve dua kitapları, hiçbir şiddet içermemelerine rağmen, emniyet müdürlüklerince örgütsel doküman olarak basına servis edilmesiyle ilgili her hangi bir hak ihlali bulmamıştır.
19. Hizb-ut Tahrir’in; “Türkiye’de ve diğer ülkelerde kendilerine karşı silahlı bir baskı olması durumunda bile silaha başvurmayacaklarını ve şiddeti bir yöntem olarak benimsemedikleri (P.53)” şeklindeki açıklamasını dikkate alarak, terör örgütü üyeliğinin yeniden tartışılmasını isteyen AYM,
Hayatları boyunca hiçbir şiddet eylemine karışmamış ve ellerine bir kez bile silah almamış kişilere ters kelepçe takılarak TV ekranlarına ve basına silahlı örgüt üyesi olarak servis edilmelerinde de, örgüt ve örgüt üyeliği kavramlarının yeniden tartışılmasını isteyebilecek midir?
SONUÇ
AYM’nin bu kararından anlaşılması gereken şudur; her şey konjonktüre bağlıdır ve AYM daha önce verdiği kararlarının tam zıddını her zaman verebilir. Zira yirmi yıldır terör örgütü kabul edilen Hizb-ut Tahrir için örgüt kabulünü tekrar tartış ve gerekirse kaldır demiştir ve Gülen Hareketi için de aynı şeyleri söylemesi pekala mümkündür. Bu nedenle, ümitsizliğe düşmeden hukuki mücadele devam ettirilmelidir. Çünkü ortada hukuken verilmiş bir silahlı örgüt kararı olmadığı gibi bu örgütün mensubiyeti olma suçu da yoktur. Şeklen verilen, ancak için de onlarca usul ve esasa ilişkin hata barındıran örgüt kabul kararı ise hukuk geri geldiğinde ilk önce çöp olacaktır.
Burada bir konunun izahın da fayda vardır. TMK’da 2003’te yapılan değişikliklerden sonrası Hizb-ut Tahrir’in “terör örgütü” olarak kabulü doğru değildir ve bu konuya ilişkin geniş açıklama kitabımızda mevcuttur. AYM’nin Hizb-ut Tahrir konusundaki ihlal kararı ve gerekçeleri ise doğrudur. Yanlış olan Yargıtay’ın bu konuda verdiği karardır. Eleştirdiğimiz husus; AYM’nin Hizb-ut Tahrir için hukukun gereğini yaparak Yargıtay kararını dikkate almayıp, konu Gülen Hareketi olunca Yargıtay’ın bir tane tartışmalı kararına mutlak doğru muamelesi yapmasıdır. Doğru olan, AYM’nin Hizb-ut Tahrir kararında ortaya koyduğu ilke ve gerekçelere tüm dosyalarda yer vermesidir.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***