Bugün, 10 Aralık, Dünya İnsan Hakları Günü... İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu tarafından Haziran 1948’de hazırlanmış ve Genel Kurul’un 10 Aralık 1948’de Paris’te yapılan oturumunda kabul edilmişti. Bu nedenle de 10 Aralık, 72 yıldan beri Dünya İnsan Hakları Günü olarak kutlanıyor.
Çok partili rejime geçilmiş olmasına rağmen, sol partilerin, sendikaların, yayınların hâlâ yasak olduğu, ünlü yazarımız Sabahattin Ali’nin alçakça katledildiği yıldı 1948… Buna rağmen Türk Devleti de hiçbir zaman saygı göstermeyeceği o bildirgeyi 6 Nisan 1949’da imzalamıştı.
72 yıldır gelmiş geçmiş tüm iktidarlar, seçilmişiyle, darbecisiyle, o bildirgeyi hep paspas gibi çiğnediler… Günümüzde de muhalif liderleri, milletvekillerini, seçilmiş belediye başkanlarını, gazetecileri, bilim insanlarını, sanatçıları zindana attırarak, sınır ötesi operasyonlarda kan dökerek bildirgeyi pervasızca çiğnemeye devam eden bir Türk-İslam Sentezi diktası var…
Diktanın başındakiler ve medyadaki yalakaları her yıl olduğu gibi bu yıl da 10 Aralık’ta, yine İnsan Hakları Günü’nü kutlama yüzsüzlüğü yapacaklar… Utanmazlığın endazesi yok!
O Türk Devleti ki, sadece İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi‘ni imzalamakla kalmamış, Avrupa Konseyi‘nin ilk kurucuları arasında yer alarak 18 Mayıs 1954’te Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi‘ni imzaladığı gibi, 28 Ocak 1987’de bireysel başvuru hakkını tanımış, 28 Ocak 1990’da da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi‘nin yargı yetkisini kabul etmişti.
Devletin kendi imza koyduğu uluslararası sözleşmeleri ne denli hiçe saydığı, Tayyip Erdoğan‘ın, Katar’a yaptığı iki günlük resmi ziyaretten Türkiye’ye dönüşünde, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi‘nin Osman Kavala ve Salahattin Demirtaş konusundaki kararlarıyla ilgili bir soruya verdiği yanıtta apaçık sırıtıyor: “Biz, Avrupa Birliği’nin Kavala’yla, Demirtaş’la, şununla, bununla ilgili aldığı kararları tanımıyoruz. Olay bu kadar basit. Yok farz ediyoruz. Bizim indimizde bunlar yok hükmündedir. Bunları kaç kez açıkladık. İster anlasınlar ister anlamasınlar. Bizim yargımızın vermiş olduğu kararın üzerinde biz, Avrupa Birliği kararı tanımıyoruz. Ne biliyorlarsa onu yapsınlar.”
AİHM’nin ve söz konusu Bakanlar Komitesi’nin, Avrupa Birliği’nin değil Avrupa Konseyi‘nin kurumları olduğunu dikkatli bir gazete okuru dahi çok iyi bilirken, üç kıtada ve üç denizde fütuhata çıkmış bir devletin başındaki kişinin tecahül-i arifane ile Avrupa Birliği‘ne saldırması, Ergun Babahan‘ın dünkü yazısında vurguladığı gibi, seçimler yaklaşırken AKP’den uzaklaşan seçmenlerin hiç değilse bir bölümünü milliyetçi tepkilerini körükleyerek elde tutabilmek amaçlı olabilir.
Erdoğan‘ın kirli manevraları Türk-İslam koşullandırması altındaki seçmenleri ne derece etkilerse etkilesin, gün geçtikçe vahimleşen ekonomik ve sosyal durum, Türkiye’de bir iktidar değişikliğinin nesnel koşullarını hazırlamış bulunuyor.
Büyük sorun, muhalefet partilerinin ve demokratik kitle örgütlerinin gelecek Cumhurbaşkanlığı ve Parlamento seçimlerinde Erdoğan ve hempasının karşısına tek cephe halinde çıkıp çıkamayacakları, bunu başarıp AKP-MHP iktidarını devirebilirlerse, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi‘nde belirlenmiş temel hak ve özgürlükleri eksiksiz tanıyıp uygulayacak bir demokratik yönetim kurup kuramayacakları noktasında düğümleniyor.
Bu birlikteliğin sağlanmasında, mevcut muhalefet partilerinin yanı sıra, demokratik kitle örgütlerinin ve insan hakları kuruluşlarının tutumunun da belirleyici bir rol oynayacağında kuşku yok. Bu planda en etkin girişimlerden biri, geniş katılımlı, herhangi bir siyasi görüşün ya da partinin şemsiyesi altıda olmayan, iki gün önce de 5. kuruluş yıldönümünü kutlayan Demokrasi İçin Birlik platformu.
Eski büyükelçi, milletvekili ve AİHM yargıcı Rıza Türmen’in çağrısı üzerine 28 Haziran 2016’da bir araya gelen 100’ü aşkın örgüt, platform, inisiyatif, kurum ve de demokrasiden yana bireyler bir Başlangıç Bildirgesi üzerinde uzlaşarak yola çıkmış, 23 Ekim 2016’da bine yakın kişinin katıldığı Demokrasi Kurultayı’nda OHAL ve KHK’lar, Başkanlık Sistemi, İnanç Özgürlüğü ve Barış başlıkları altında dört temel mücadele alanı belirlemişti.
Olağanüstü Hal’in uzatılmasına karşı gerçekleştirilen “Uzatma!” kampanyasının ardından, Anayasa Referandumu’nun gündeme gelmesiyle birlikte kapsamlı bir “#Hayır Biz Varız” kampanyasını başlatan DİB, birçok ilde, ilçede ve semtlerde kurulan “Hayır Meclisleri”yle sahada yoğun çalışmalar sürdürürken hukuk ve siyaset alanında da bilgilendirme amacıyla toplantılar, forumlar gerçekleştiriyor.
Türkiye’de çakma darbe girişimi bahane edilerek başlatılan OHAL’ler döneminde, yurt dışında da özellikle Kürt, Ermeni, Asuri, Ezidi diyasporalarının desteğiyle Türkiye’deki rejime karşı mücadele girişimleri ve örgütlenmeleri başlatılmıştı.
Bunlardan ilki, 4 Şubat 2017’de Brüksel’de kuruluş kongresini yapan HDK Avrupa örgütünün kapsamlı bir mücadele programını onaylayarak yaklaşan referandum sürecinde ödünsüz bir ‘Hayır’ kampanyası açmasıydı.
Aynı günlerde yayın hayatına başlayan Artı Gerçek‘in ilk sayısında”HDK-A sürgün topraklarında islamcı faşizmin ‘Evet’ kampanyasına karşı devasa bir mücadele yürütecek. Bu mücadelede HDK-A’ya yardımcı olmak, katkıda bulunmak, kendine ‘demokratım’, ‘devrimciyim’ diyen Alevi’si, Asuri’si, Ermeni’si, Kürd’ü, Ezidi’si ve Türk’üyle her Türkiyeli’nin görevi…” diye yazmıştım.
Benzer bir gelişme, üç yıl sonra, 22-23 Eylül 2019 tarihlerinde Berlin’de siyasal partiler temsilcilerinin, toplumun farklı kesimlerinden sanatçıların, yazarların katılımıyla toplanan “Demokratik Türkiye için Toplumsal Sözleşme Arayışı” konferansında Demokrasi İttifakı’nın kurulmuş olmasıydı.
Bunu bir yıl sonra, 11 Temmuz 2020’de Türkiye’de farklı siyasal çizgi ve geleneklerden “101 Aksaçlı”nın adil ve özgür bir topluma ulaşmak için bütün muhalefet güçlerinin bir demokrasi ittifakında gecikmeksizin buluşması gereğini vurgulayan çağrısına Avrupa’dan da destek sağlamak için başlatılan kampanya izledi.
Türkiye’de çağrıyı ilk imzalayan Aksaçlılar içinde, en başta Demokrasi İçin Birlik‘in başlatıcısı Rıza Türmen olmak üzere şahsen tanıdığımız, Türkiye’de ya da sürgünde birlikte mücadele verdiğimiz dostlarımızdan Abdullah Nefes, Ali Sirmen, Altan Öymen, Arif Keskiner, Atilla Dorsay, Aydın Engin, Ayşe Erzan, Baskın Oran, Bülent Ortaçgil, Cengiz Çandar, Ersin Salman, Ertuğrul Günay, Eşber Yağmurdereli, Fatma Gök, Genco Erkal, Gençay Gürsoy, Herkül Milas, Korkut Boratav, Melek Ulagay, Moris Gabbay, Murat Belge, Necmiye Alpay, Orhan Silier, Oya Baydar, Öget Öktem Tanör, Rakel Dink, Şahin Tekgündüz, Şanar Yurdatapan, Şükran Soner, Tarık Ziya Ekinci, Vecdi Sayar, Zülfü Livaneli yer alıyordu.
Birlikte mücadeleye başladığımız 50’li, 60’lı yılların üzerinden onyıllar geçmiş, onlar “aksaçlı” oldukları gibi, bizleri de aksaçlılar olarak yeni mücadelelerine katılmaya çağırıyorlardı.
“Gençler, sesimize kulak verin… Yarının aydınlığı sizlerin elinde ve biz aksaçlılar o aydınlığı yaşarken görmek istiyoruz” cümlesiyle sona eren çağrıya yurt dışından ilk ağızda altta isimleri bulunan “aksaçlılar” olarak imza verdik.
Taner Akçam, Lale Akgün, Doğan Akhanlı, Fatih Akın, Süleyman Ateş, Mustafa Ayrancı, Celal Başlangıç, Kemal Bozay, Anke Brunn, Angelika Claussen, Hıdır Çelik, Safter Çınar, Burak Çopur, Molla Demirel, Süleyman Demirtaş, Amke Dittert, Can Dündar, Kenan Engin, Hüseyin Erdem, Aslı Erdoğan, Çiler Fırtına, Ahmet Kerim Gültekin, Kazım Gündoğan, Nezahat Gündoğan, Ülkü Gürkan-Schneider, Banu Güven, Ahmet İnsel, Atilla Keskin, Kader Konuk, Klaus Kost, Dilek Mayatürk-Yücel, Ralf Nestmeyer, Osman Okkan, Mehmet Oturan, Alper Öktem, Nafiz Özbek, Cem Özdemir, Doğan Özgüden, İnci Özgüden-Tuğsavul, Toni Rütten, Alexander Skipis, John Steinmark, Nilüfer Tarıkahya, Kamil Taylan, İlias Uyar, Regula Venske, Felix von Grünberg, Günter Wallraff, Kemal Yalçın.
Bu yılın Eylül ayında da Demokrasi İçin Birlik, mülteciler ve göç konusunda bir online panel düzenlemiş, panel sonuçlarını İstanbul’da yapılan bir basın toplantısıyla kamuoyuna açıklamıştı.
Açıklamanın Demokrasi İçin Birlik koordinasyonundan Ayşegül Devecioğlu‘nun gönderdiği dört dildeki çevirilerini biz de Avrupa’daki Türkiyelilere ve konuyla ilgili kuruluşlara, insan hakları örgütlerine ilettik.
Artı Gerçek’teki “Sol tartışıyor: Demokratik güç birliği şart” dizisinde dün yayınlanan söyleşisinde Ayşegül Devecioğlu‘nun Demokrasi İçin Birlik adına söyledikleri, yaklaşan seçimlerde tüm sol ve demokratik güçlerin takınması gereken tavır açısından önemli öneriler içeriyor:
“Ülkemizde gerileyen, meşruiyetini büyük ölçüde yitiren, buna karşılık iktidara bir suçlunun korkusuyla dişiyle tırnağıyla yapışmış, yani orayı kolayca da terk etmeyeceğini ortaya koyan Saray-Tek adam rejimi hüküm sürüyor. Tek adam rejiminden kurtulmanın geniş toplumsal kesimlerin talebi olduğu da ortada. Ancak bu talep, iktidar değişikliğinin teminatı olmadığı gibi, güllük gülistanlık geçmeyeceği belli olan seçim sürecinin güvenliğine yönelik riskleri de azaltmıyor. Manzaraya baktığımızda, halktaki değişim ve dönüşüm talebini güçlendirilmiş parlamenter sisteminin ufkuna daraltmak ve orada hapsetmek hedefinde olan bir muhalefetin siyasi ortama damgasını vurduğunu görüyoruz.
“Muhalefetin ortaya koyduğu sermaye merkezli program halkın yakıcı ihtiyaçlarını karşılamaktan çok uzak. Oysa toplumda sermayenin ve piyasanın dizginlenmesine, barınma, iletişim, beslenme, ulaşım, eğitim, sağlık gibi temel ihtiyaçların karşılanmasına yönelik talepler, adlandırılan ve adlandırılmayan (adlandırılmaması yok olduğunu göstermiyor) halleriyle güçlü bir eğilime dönüşmüş durumda. Bu talepleri karşılayacak siyasi irade ise ortada yok.
“Demokrasi güçleri içinde adlandırdığımız kimi yapılar, bir üçüncü ittifakı neredeyse sistemin ayakta durmasına hizmet edecek sacayağının bir parçası olarak açıklamak eğiliminde. Sonuçta, demokrasi güçleri diye adlandırabileceğimiz bütün parti ve yapıların bildirilerinde, açıklamalarında neredeyse satır satır aynı şeylerden söz edip, neden bir araya gelemediklerine dair baraj sorusuna birilerinin yanıt vermesi gerekiyor. Mevcut koşullarda demokrasi güçlerinin sistem güçleriyle herhangi bir pazarlık içine girmeden halkın yakıcı ihtiyaçlarına yanıt verecek bir program çerçevesinde bir araya gelmesi elzemdir.”
Devecioğlu‘nun bu açıklamaları beni tam 40 yıl öncesine götürdü.
12 Eylül darbesinin yaklaştığı günlerde Türkiye İşçi Partisi’nin Avrupa’daki üyeleri olarak anti-faşist güçlerin yurt dışında birlikteliğini sağlamaya yardımcı olmak üzere Demokrasi İçin Birlik‘i kurmuş, kısa zamanda, Belçika, Almanya, Fransa, Hollanda, İngiltere, İsviçre ve İsveç’te örgütlemiştik.
Darbeden sonra çeşitli dillerde ilk bildirileri yayınlayarak Avrupa kamuoyunu uyaran, anti-faşist güçleri faşist cuntaya karşı birlik olmaya çağıran Demokrasi İçin Birlik, 14 Şubat 1981’de de, Türkiye İşçi Partisi ve DİSK’in kuruluş yıldönümleri vesilesiyle, Avrupa’nın başkentinde TİP lideri Behice Boran ve DİSK’in Avrupa temsilcisi Yücel Top başta olmak üzere demokratik örgütlerin ve uluslararası şahsiyetlerin katılıp cuntayı protesto ettikleri büyük bir gece düzenlemiştik.
40 yıl öncesinin Demokrasi İçin Birlik örgütünün mücadelesine ilişkin tüm belgeler İnfo-Türk‘ün şu sayfasında bulunmaktadır:
https://www.info-turk.be/tip-dib5.htm
1980’de ben 44, İnci ise 40 yaşlarındaydık.
Üzerinden 40 yıl geçti… Artık genç kuşakların demokrasi ve özgürlük kavgasına destek olan “yaşlılar” safındayız. Günumüzdeki Demokrasi İçin Birlik‘in mücadelesini takdirle izliyoruz.
Yaklaşan 2022’de, hep muhalefette, en uzun bölümü de sürgünde geçen gazetecilik yaşamımın 70. yılını, hâlâ hayatta olup da demokrasi ve özgürlük mücadelesinde saf tutmaya devam eden ak saçlı dostlarımla birlikte kutlayacağım.
Erken seçim gerçekleşir de 20 yıldır güzel ülkemizin başına tebelleş islamo-faşist iktidar yıkılmış olursa belki de Türkiye’de…
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***