Yeni Şafak gazetesi yazarı ilahiyatçı Hayrettin Karaman, “Yoksulluk ve işsizlik” başlıklı yazısında, “Devlete sıra gelmeden vazifelerini ihmal eden diğer kaynakları da aynı şekilde eleştirmek ve uyarmak vazifedir. Yalnız devleti ve iktidarı suçlayanların bir kısmının maksadı üzüm yemek değildir.” görüşünü savundu.
Karaman yazısında, “Yoksulluk derdi neredeyse insanlıkla yaşıttır, dinler ve beşeri sistemler teorik ve amelî olarak bu derde çare bulmaya çalışmış, birçok farklı formüllerden söz etmişlerdir. İslâm’ın bu derde çare olarak ileri sürdüğü ve belli zamanlarda uygulayarak müspet sonuçlar alınmış olan çözümü burada özetleyeceğim; çünkü bunu bugün, bu rejim içinde de uygulamak mümkündür. Önce yoksulluğun ne olduğunu konuşmamız gerekiyor. Zekât mükellefiyetini göz önüne alırsak Hanefî mezhebine göre temel ihtiyaçları (havâic-i asliyyesi) dışında Müslümanı zekât yükümlüsü kılacak kadar zekâtlık serveti olan (mesela 85 gram altını olan) kimse zengin, buna malik olmayan kimse yoksul sayılır ve bu kişiye zekât verilebilir. Hedef her bir ferdin temel ihtiyaçlarını (sağlıklı ve yeterli beslenme, barınma, yaz ve kışa göre giyilecek iç ve dış giysiler, elbiseler, zamanın ve şartların değişmesiyle temel ihtiyaçlar arasına giren araçlar, gereçler ve ihtiyaçlarını) sağlamış olarak yaşamasıdır; İslâm toplumu bunu sağlamakla yükümlüdür.” ifadesini kullandı.
Karaman şunları kaydetti:
“Genel kural şudur: Fazlası olan, ihtiyacı olana verecek; herkes eşit derecede yoksul veya zengin olmayacak, ama zenginlerin yanında temel ihtiyaçlarını karşılayamamış bir yoksul kalmayacak. Bu amacı gerçekleştirmek için öngörülmüş kaynaklar geniş aile, sivil toplum ve devlettir. Geniş aile içinde sıra kendine geldiğinde zengin (fazlası) olan, olmayana verecek (mecburi nafaka). Farz ve nafile ibadet olan ve/veya ceza olan kaynaklar: Zekât, fitre, kurban, keffaret, fidye, sadaka, hayır, karz-ı hasen (faizsiz ve menfaatsiz ödünç vermek)… Bunlar maksadı hâsıl etmeyince devlet devreye girecek ve bütçesi yettiği kadar yoksulluk problemini çözecektir (mecburi). Çözümden maksadımız, temel ihtiyaçların sağlanmasıdır. Sıra devlete gelmiş de devlet bunu ihmal etmiş ise onu tenkit etmek, uyarmak, istenmeyen sonuçlarından haberdar etmek aklı, dili, kalemi eren her Müslümanın vazifesidir. Lakin devlete sıra gelmeden vazifelerini ihmal eden diğer kaynakları da aynı şekilde eleştirmek ve uyarmak vazifedir. Yalnız devleti ve iktidarı suçlayanların bir kısmının maksadı üzüm yemek değildir.
İşsizlik konusuna gelelim: Temel ihtiyaçlarını kendi imkânlarıyla sağlamış olup maddi üretime katkı yapmasına da toplumun muhtaç olmadığı bir kimse maddi üretim veya zengin olmak için çalışmaya mecbur değildir. Çalışma imkânı bulunduğu halde devlete ve topluma yük olan kimse en azından geçimini sağlayacak kadar çalışmaya mecburdur. Çare devletin ve sivil toplumun her şeye rağmen ülkede aç ve açık bir kimse kalmayıncaya kadar, neye mal olursa olsun vazifelerini yapmalarıdır; çünkü bunu ihmal etmenin maliyetine denk bir maliyet yoktur.”
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***