Cinselliği de hayatı gibiydi… Atıldığı denizlerin alaycı dalgaları, onu hep sıkıntılı ve tekdüze kıyılarına geri getiriyordu. O kutsal ışık altındaki deniz, o esirgeyen mavilik onu alıp götüremiyordu…
Oysa hep sevişmeye başlamadan önce, “Bu defa farklı olacak, bu coşkunluktan, bu birleşmeden önümde hep o özlediğim yol açılacak” diyordu. İşte bu derin hasret yüzünden, ona hep elbiselerin çıkartılması kutsal bir tören, gizli bir ayin gibi gelirdi… Böylesi bir sevişme duygusunun dinsel bir yanı vardı sanki. Her defasında içindeki o derin susuzluğun, o zehirleyici kanamanın dineceğini umut ediyordu…
Ama olmuyordu işte. O hep denediği, bildiği tadı yaşıyordu yine. Farklı bir bedende ama aynı sulardı yüzdüğü. Zaman zaman bölünse de karşısındakinin de kendisinin o bildik, o aynı sularında yüzdüğünü hissediyordu. Bedenleri, gece boyunca birbirlerini etkilemek için söyledikleri, çoğu kez başkalarının yazdığı şiirlerden, romanlardan, film repliklerinden, daha önceki sevgililiklerden derlenip alınmış ödünç anlamlardan pek etkilenmemiş, sanki onların yaratmaya çalıştıkları bu atmosferden daha dürüst, daha başına buyruk çıkmıştı.
O bin bir umut, merak ve neredeyse körleşen heyecan duygularıyla kendi kendisini baştan çıkartan cinsel arzuları bedenlerinin doğasına, duygusuna çarptığında iki taraf da garip bir şekilde yalnızlaşmıştı şimdi.
Mahcubiyet ve düş kırıkları duygularına bulaşmış bir rekabet duygusuyla yaşanıyordu şimdi bu yalnızlık: Ve güzellik ideolojisinin yarattığı başarısızlık korkusu ve güvensizlik duygularıyla, daha artıyordu hiç şüphesiz. İki taraf da en çok bu yüzden bedenlerinin, en çok da ruhlarının yara almaması için karşı tarafı son anda etkileyerek, fedakarlıklar ve kimi jestleri ihmal etmemeye çalışarak elinden gelen son gayreti gösteriyordu ama bütün bunları sevişmenin bir an önce bitmesini içinden dileyerek yapıyordu sanki…
Birçokları gibi onun da en korunaksız, yaralanmaya en açık olduğu anlardı, böyle yenik biten sevişme sonları. Kimseyi, kendisini bile aldatamayacak kadar zayıflamıştır içi. Konuşmadan sesinin öksüzleştiğini ve kendisinden cesaret kırıcı uzaklara gittiğini hissederdi. O an çok korunaksız olsa da, yine karşısındakinin konuşmasını isterdi aldatılmaya, hazır bir duygu ve gizli bir umutla. Ama çoğu kez iki tarafı da derin kuyulara çeken zehirli sessizlikler ayırırdı bir süre.
Böyle çaresizlik anlarında aklı, kalbindeki çok eski bir duyguyu uyandırırdı. Şefkatle sarılırdı, yanında kendisi gibi yenik ve sesini yitirmiş bedene…
Böyle anlarda en koruyucu duygu şefkatti. Çünkü alışkanlığa ulaşmak için başlanılan her sevişme, insanın yitirdiği çocukluğunu bulmayı umut ettiği mistik bir yolculuktu aynı zamanda. Ruhun ve bedenin henüz parçalanmadığı o altın çocukluğa geri dönme isteğiydi böylesi sevişmek; onu bulup yolculuğa kalındığı yerden devam etmekti… Kuşlar gibi hafiflemiş, zırhlardan, kabuklardan arınmış ve nefes nefese… Kim bilir kaçıncı kez bir daha anlamıştır; aşk onu seçmeden, ne bu sıkıntılı ve tekdüze hayattan kurtulması mümkündü; ne sevişirken geçmişine, yani o parçalanmamış çocukluğuyla buluşması, ne de dünyayı ve sonsuz maviliği yeniden ve o kutsal ışık altında görmesi… Tabii bu, yanında yatan yenik ve öksüz bedenin sahibi için de geçerliydi…
Ya aşkın onu seçmesini bekleyecekti ya da herhangi bir sevişmeden önce olmadık umutlara kapılmayı bırakacak ve böylesi sevişme sonraları yaşadıklarına boyun eğecek kabullenecekti.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***