YORUM | Dr. YÜKSEL NİZAMOĞLU
“Kulüp” filminin yayınlanmasıyla birlikte Varlık Vergisi Kanunu’nun çıkarılması, uygulanması ve borcunu ödeyemeyen Yahudilerin Aşkale’ye sürgünleriyle ilgili birçok yazı yayınlandı.
Aslında “Varlık Vergisi” zaman zaman Türkiye kamuoyunun gündemine geldiğinden ortalama bir vatandaşın az çok bilgisi olan bir konuydu. Buna karşılık Varlık Vergisi’nden sekiz yıl önce Trakya’da Yahudilere dönük gerçekleşen “Trakya Olayları” doksanlı yıllara kadar Türkiye’nin çok az bildiği, bugün de kamuoyuna mal olmamış olaylar zinciridir.
1934 Haziran-Temmuz aylarında Trakya’da Yahudilere dönük bir “arındırma harekâtı” yapılmış ve cumhuriyet rejimi, İttihatçılar döneminde başlatılan “etnisite mühendisliği” sürecini başarıyla tamamlamışlardı.
ARINDIRMA DÜŞÜNCESİ
Bu olaylarda bölgede yaşayan Yahudiler, İstanbul’a göç etmek zorunda kaldılar. Bu sırada İçişleri Bakanı, “rejimin direği” denebilecek Şükrü Kaya idi.
“İttihatçı” kişiliği ile bilinen Kaya, Balkan Harbi sonrasında Ahali Mübadele Komisyonu’nda görev almış ve Trakya’daki Bulgarların gönderilmesi sürecini idare etmişti. Böylece Türkiye’nin batı sınırından İstanbul’a kadar olan bölgede “sadık unsurların” yaşaması hedeflenmişti.
Bundan sonra sıra Rumlara gelmiş, önce Trakya Rumlarının gönderilmesine çalışılmış, 1914’te de yine Kaya’nın raporunun da etkisiyle Batı Anadolu’dan Yunanistan’a Rum tehciri organize edilmişti.
Kaya’nın en önemli rolü ise 1915’te gerçekleşen Ermeni tehcirinde oldu. Sonrasında 1916’da Aşair ve Muhacirin Dairesi Müdürlüğüne getirildi. Bu daire İttihatçıların azınlık politikalarının şekillendirildiği yerdi. Kaya da müdür olarak çeşitli çalışmalar yaptırıyordu. Bu çalışmalar, cumhuriyet rejiminin hem azınlıklar hem de Bektaşi, Alevi ve Kürtlere yönelik politikalarının temelini oluşturacaktır.
Kaya, Ermeni tehcirindeki suçlamalarla Mondros Ateşkesi sonrasında tutuklandı ve Malta sürgünleri arasında yer aldı. Cumhuriyet döneminde ise 1927’de üstlendiği Dahiliye Vekilliği görevini Atatürk’ün ölümüne kadar devam ettirdi. Özellikle mimarı olduğu İskân Kanunu ile de Türkiye’nin demografik olarak şekillenmesini sağladı.
ÇANAKKALE’DEN EDİRNE’YE
Trakya Olayları, 21 Haziran 1934’te, bir süreden beri Yahudilerin evlerine tehdit mektupları gönderilen Çanakkale’de başladı. Bir taraftan fiziki saldırılar gerçekleşirken diğer taraftan evler yağmalanıyordu. Tehditlerin boyutu daha da arttı ve Yahudiler, şehri terk etmedikleri taktirde öldürülmekle tehdit edildiler.
Bu gelişmeler Çanakkale’den 1.500 kadar Yahudi’nin her şeylerini arkada bırakarak İstanbul’a kaçmalarına neden oldu. Olayların devam ettiği sırada Atatürk; Başbakan İsmet İnönü ve o sırada Türkiye’yi ziyaret eden İran Şahı ile Çanakkale’ye gelmişti.
Atatürk’ün kendisini ziyaret edip “Paşam bizi burada istemiyorlar” diyen Yahudi temsilcisine, “Kim istemiyor? Polisler mi memurlar mı?” diye sorduğu ve “halk” cevabı üzerine “halk isterse beni de kovar” dediği iddia edilmektedir.
Çanakkale’den sonra 3 ve 4 Temmuz günlerinde olayların bütün Trakya’ya yayıldığı; Edirne, Kırklareli, Çorlu, Babaeski ve Uzunköprü’de evlerin kapılarının kırıldığı, camların taşlandığı, ev ve dükkanların yağmalandığı görülmektedir.
“Bir yerden düğmeye basılmış gibi” harekete geçen ve Hükümetin açıklamalarında genellikle “çapulcu” denilen kişilerin baskıları ve baskınlarıyla Yahudiler, diğer vilayetlerden de İstanbul’a mecburi göçe başlamışlardı.
Bu sırada Amerikan elçisi Robert P. Skinner, Washington’a 3,000 civarında Yahudi’nin bölgeden sürüldüğünü yazıyordu. Yahudi kaynaklarına göre cemaat liderleri Atatürk’le görüşmüşlerse de bir sonuç alamamışlardı.
İlginç olansa basındaki ilk haberlerin; 1 Temmuz’da New York Times, 4 Temmuz’da da İngiltere’de yayınlanan Times ve Daily Telegraph’ta yer almasıydı. Bunun üzerine 5 Temmuz’da Başbakan İnönü, TBMM’de olayların antisemitik yönünü de vurgulayarak suçluların cezalandırılacağını açıkladı.
Bu açıklama sonrasında İstanbul basını da olaylara yer vermeye başladı. Gazetelere göre; Trakya Yahudilerinin bir kısmı çıkan olaylar neticesinde İstanbul’a kaçmak zorunda kalmış, inceleme yapmak üzere de Şükrü Kaya Trakya’ya gitmişti.
Yahudiler korkup bulundukları yerleri terk etmeye zorlanırken evler ve dükkanlarda büyük bir yağma yaşanıyordu. Paraya ihtiyacı olan Yahudi nüfus bankalar önünde kuyruklar oluşturmakta, geri dönmelerinin mümkün olmayacağını tahmin edenlerse mallarını yok pahasına satmaya çalışmaktaydılar.
Olaylar genellikle yerel yöneticiler marifetiyle organize ediliyor ve her zaman olduğu gibi “bal tutan parmağını yalıyordu”. Örneğin Kırklareli Polis Komiserinin evinde Yahudilere ait beyaz eşya bulunmuştu.
Olaylar sonrasında Hükümet tarafından yapılan açıklamaya göre; bölge Yahudilerinin üçte biri göç etmişse de ortamın sakinleşmesiyle geri dönmeye başlamışlar, çalınan eşyaların %75’i de iade edilmişti.
Basın olayların boyutunu küçük göstermeye çalışsa da İngiliz elçisinin raporuna göre 7.000-8.000 civarında Yahudi, Trakya’yı terk etmiş, “operasyon başarıyla hedefine ulaşmıştı”.
SORUMLU KİM?
Trakya olayları ile ilgili suçlanan kişilerin başında Nihal Atsız ve Cevat Rıfat Atilhan gelmektedir.
Atsız, 1933 Eylül-Aralık arasında tayin olduğu Edirne Lisesi’nde görev yapmıştı. Bu sırada Orhun dergisini yayınlamış, yazıları Edirne’de büyük bir ilgi uyandırmış ve bir hayran kitlesi oluşmuştu. İddialara göre halkı Yahudilere karşı kışkırtmış hatta olaylarda suçlanan Körmutlu İbrahim Ağa, Atsız’ın yazılarından çok etkilenmişti.
Atilhan ise 1 Mayıs 1934’ten itibaren “Milli İnkılap” adıyla bir dergi yayınlamış, yayınlarında Yahudi düşmanlığını tahrik etmiş ve Yahudi cemaati, Atilhan’ı Hükümete şikâyet etmişse de bir sonuç alamamıştı.
Bu iddiaların ardında, Almanya’da güçlenen Nasyonal Sosyalizmin ve Antisemitizmin Trakya Olaylarında etkili olduğu düşüncesi vardır. Buna göre Nazi Almanya’sının Yahudi düşmanlığı kısa sürede Türkiye’yi de etkilemiş ve Trakya’da halkın harekete geçmesinde etkili olmuştur. Ancak dönemin ulaşım imkanları ve halkın okuma seviyesi dikkate alındığında bu faktörlerin, özellikle de Atilhan’ın rolünün çok abartıldığı görülmektedir.
Olayların diğer sorumlusu olarak CHP iktidarı gösterilmektedir. Ermeni tehcirinde önemli tecrübeler edinen kişilerin, örneğin Şükrü Kaya’nın yer aldığı CHP yönetimi, mübadele ile Rumları Yunanistan’a göndermiş, Trakya’da da 1934 olaylarını yerel yöneticiler ve parti teşkilatları vasıtasıyla organize etmiştir. Örneğin Yunanistan’ın Edirne Konsolosuna göre, Çanakkale vilayeti genelinde yaşayan 7.000-8.000 Yahudi’nin göç ettirilmesi kararını Halkevi vermişti.
Aynı dönemde İskân Kanunu’nun çıkarılması ve Türkiye genelinde “umumi müfettişlikler kurulması” ile de gerekli alt yapı hazırlanmıştı.
14 Haziran 1934’te TBMM’de kabul edilen İskân Kanunu ile Hükümete, Türk kültürüne ait kabul edilmeyen grupların askeri, siyasi, ekonomik ve kültürel nedenlerle yer değiştirmeye zorlama, başka bir ifadeyle “sürgüne gönderme” yetkisi verilmişti.
Umumi Müfettişlikler Kanunu ile de Çanakkale’yi de içine alan Trakya Umumi Müfettişliği oluşturulmuş ve başına İbrahim Tali Bey (Öngören) getirilmişti.
Öngören, hazırladığı ilk raporda “Trakya’da Yahudilerin ekonomik faaliyetleri ellerinde bulundurduklarını” belirterek “Türk Trakya’ya nefes vermek için” Yahudi meselesinin kökten çözülmesini istemişti.
CHP yönetiminin bu olayları organize etmesinin en mantıklı gerekçesi, İtalya’nın o yıllarda Türkiye’ye dönük izlediği saldırgan politikadır. İtalya’nın yayılmacı politikalarına karşı tedbir almak isteyen Türkiye, Lozan’da askersiz hale getirilen Boğazlar Bölgesi ve Trakya’yı silahlandırma çabasına girişmiş, bunun için yeni vergiler ihdas etmişti.
Bir diğer tedbir olarak bölgenin “sadık unsurlardan oluşması” amaçlanmış ve Trakya Yahudilerine dönük tehdit, yağma ve tecavüz olayları organize edilmişti.
Olaylar sonrasında Kırklareli Emniyet Müdürü görevden alınmış, Jandarma Komutanı başka yere tayin edilmiş, belediye başkanı, Ticaret Odası Başkanı ve bir polis tutuklanmış, vali de merkeze çekilmişti.
ÇAPULCULAR MI? TOSUNCUKLAR MI?
Olaylar sırasında ilk raporu hazırlayan Şükrü Kaya’ya göre örneğin Edirne’de “Yahudilere herhangi bir tazyik olmamış”, Yahudiler, ticari kazançlarının azalması nedeniyle İstanbul’a göç etmişlerdi.
Bugün bile bazı araştırmacılara göre Yahudiler “kendilerini farklı gördüklerinden” halkla kaynaşmamışlar ve ticari kazançlarının Türklerden fazla olmasının etkisiyle “halk kendiliğinden galeyana gelmişti”.
CHP’nin olaylardaki en büyük başarısı, Hükümeti zan altında bırakmadan yerel unsurları, Zafer Toprak’ın deyimiyle “tosuncukları” harekete geçirmesidir.
Nitekim olaylar başladığında sessiz kalınmış, sonrasında Hükümet bölgede asayişi sağlamaya yönelik tedbirler alarak, Antisemitizm aleyhinde açıklamalar yaparak ve Milli İnkılap dergisini kapatarak “iyi polis” rolünü oynamış, “antisemitizm” suçlamasından da kurtulmayı başarmıştır. Bugün bile birçok yazarın olaylarda doğrudan CHP yönetimini sorumlu tutmaması, operasyonun iyi organize edildiğinin bir kanıtı gibidir.
Trakya Olayları, en başta 6-7 Eylül 1955’te yaşanan ve “Özel Harp Dairesi’nin büyük bir başarısı” olarak yansıtılan İstiklal Caddesi olayları ve sonrasında da Kahramanmaraş ve Çorum Olayları gibi bugün bile tam aydınlatılamayan olaylarla büyük benzerlikler gösterilmektedir.
Bu olayların tümünde “güya” halk kendiliğinden galeyana gelmiş ve acı olayların yaşanmasına zemin hazırlanmıştır. Daha başka hangi olaylarla benzerlik gösterdiğini de değerli okuyucularımın takdirine bırakıyorum.
***
Kaynaklar: A. Aktar, “Trakya Olaylarını Doğru Yorumlamak”, Tarih ve Toplum, 1996, S. 155; Z. Toprak, “Trakya Olaylarında CHF’nin Sorumluluğu”, Toplumsal Tarih, 1996, S. 34; H. Şimşek, “Çanakkale Bağlamında 1934 Trakya Olayları”, CTAD, 2009, S. 9; R. N. Bali, “Yeni Bilgiler ve Trakya Olayları I”, Tarih ve Toplum, 1999, S. 186; Ö. Mert, “Cumhuriyet Döneminde Azınlık ve Türkleştirme Politikaları Çerçevesinde 1934 Trakya Yahudilerinin Göç Olayına İlişkin İddialar ve Cevaplar”, Akademik Bakış, 2018, S. 22.
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***