En selametli yol, sükûttur. Çok konuşmak, çok hataya hatta yalan söylemeye sebep olur, en iyisi sükûttur, anlayışı takdirle karşılanır. Ayrıca geleneğimizde sükût ve tefekkür arasında ilişki kurularak, derin tefekkürün ancak uzun sükûtla gerçekleşeceği vurgulanır. Özellikle kara propagandanın ve yalanın yaygınlaştığı dönemlerde sükût biraz daha değer kazanır. Peki o zaman kültürümüze yerleşmiş “hakkı söylemeyip sükût eden, dilsiz şeytandır” sözünü nasıl anlamalıyız?
Sükûtun değerli olduğu zamanlar vardır. Tenha yerlere kaçmak, insanlardan uzak durmak bazen kurtuluş vesilesi olur. Zalimlerden kurtulmak için mağaraya sığınan yedi uyurlar; ilk dönemlerde paganların zulmünden daha sonra kilisenin baskısından çöle kaçan Hristiyan azizler; şeytanla mücadele için mağaralara sığınan keşişler; kötülükle mücadele gücünü yitirip dağ başlarına çekilen alimler; dünya nimetlerinin çekiciliğine karşı nefsani arzularını dizginleyebilmek için diyar diyar dolaşan dervişler ya da bilinmezlik urbasına bürünen sufiler ve daha niceleri sükûta ve yalnızlığa sığınmışlardır.
Öte yandan münzevi sufilerden Ebu Ali ed-Dekkâk ‘’Hakkı söylemeyip sükût eden dilsiz şeytandır’’ diyerek, sükûtun tehlikesine dikkat çekmiştir. Sufilere göre inziva, hakkı söyleme görevini ortadan kaldırmaz. Yanlışı ve haksızlığı açıkça savunanlar, konuşan şeytana, haksızlığı dile getirmeyip susanlar ise dilsiz şeytana benzetilmiştir. Şeytan, kötülüğe çağıran anlamında bir metafor olarak kullanılmıştır. Sükût, zamanla insanları şeytana dönüştürür. Sükût şatosundan kalabalıkları süzerek sessiz çığlıklarıyla zalimi alkışlayan şeytan ile sürekli hakkı söylemekten kaçarak sükûta sığınanlar arasında bir benzetme yapılmıştır.
Meşhur muhaddis Buhari’nin hocası Ali b. el-Medinî (234/848) hadis tarihindeki en parlak zekalardan birisidir. Buhari onun zekasını “Ali b. el-Medinî dışında hiç kimsenin yanında kendimi daha az zeki hissetmedim” diyerek takdir eder. Hadis ilimlerinin temel usul konularının neredeyse her biri hakkında kitap yazan, hadis ilimlerinin teorik zeminini şekillendiren bir alimdir Ali b. el-Medinî. Mihne döneminde Kur’an’ın yaratılması konusunda alimler sorguya çekilince 8 ay hapiste kalmış, hapisten çıkmak için Kur’an’ın yaratılmış olduğunu söylemiş, daha sonraki dönemde de sükût etmiştir. Ahmed b. Hanbel, hapiste işkence altında bile doğru bildiğini söylerken arkadaşı ve üstadı Ali b. el-Medinî yaşlılığını öne sürerek, baskıya dayanacak gücü olmadığı gerekçesiyle, Kur’an’ın yaratılmış olduğu iddiaları karşısında sükûtu tercih etmiştir. Mihne dönemi bitmeden vefat etmiş, nihai görüşünü açıkça ilan etme fırsatı bulamadığından dolayı da tarihe büyük fitne döneminde sükût edenlerden birisi olarak geçmiştir. Sükûtu sebebiyle eleştirilmiş, rivayetleri terk edilmiş; bazı muhaddisler açıkça tenkit ederken, bir kısmı da yaşlılığını öne sürerek mazur görülmesi gerektiğini söylemişlerdir. Ancak sonuçta bu büyük deha, İslam ilim tarihinde yeterince ilgi görmemiş, kitapları unutulmuş, görüşleri fazla tanınmamıştır. Buna karşılık Ahmed b. Hanbel’in takipçileri, hocalarının fikirlerini sistemleştirmişlerdir; Hanbelilik etkileri bugün de devam eden önemli bir fıkıh ve kelam ekolü haline dönüşmüştür.
Öncü olmanın bir bedeli vardır. Kendini düşünen, korktuğunu açık eden, zulme uğrayan dostlarını terk eden, hakkı yani hem teorik hem de ahlaki doğruyu savunacak cesareti gösteremeyenler kitleleri uzun süre etkileyemezler. Toplumsal vicdan ve kolektif hafıza mazur görür, ama asla unutmaz.
Zulüm karşısında susanları alkışlarsanız, ahlaksızlığın tevarüsüne zemin hazırlamış olursunuz. Özellikle de insanlara fikirleriyle önderlik yapan, siyasi görüş ve toplumsal projeleri olan kişilerin haksızlık karşısında sükûtu asla mazur görülemez. Zira sözleri dinlenen, görüşlerine değer verilen yazar ve düşünürlerin zulüm karşısında sükûtu diğer insanlar için de bir mazeret olur.
Her fikir adamının takipçilerine karşı sorumluluğu ve onlarla etkileşimi vardır. Şayet takipçileri zalimi destekliyor ve kendisi de sükût ediyorsa, bu zulmü onaylamak anlamına gelir. Şayet onaylamıyorsa açıkça beyan etmeli, en azından zulme taraf olan takipçileri ile kendi arasına mesafe koyduğunu açıklayarak, örnek ve rehber olmanın gereğini yerine getirmelidir.
Kişinin kendisini ilgilendiren konularda sükûtu tercih etmesi olumlu karşılanabilir. Ancak toplumu ilgilendiren konularda sükût sorumluluktan kaçmak anlamına gelir. İki eşit gücün çatışması durumunda iki taraftan birini desteklemeyip tarafsız kalmak ve sükût etmek de çatışmanın sonlandırılması adına olumlu görülebilir. Ancak güçlünün, ittifak ettiği diğer kötülük odaklarıyla beraberce işledikleri zulüm ve gaddarlık karşısında tarafsız kalmak, zulme ortak olmaktır. İşte bu gibi durumlarda sükût zımnen onaylama anlamı taşır ve bu tür sükûtlar her zaman sorgulanır. Bundan dolayı da sapkın ideolojilerinin propagandasını yapanlar ya da zulmü desteklemek için yazıp çizenler konuşan şeytana, hakkı söylemekten kaçınanlar ise dilsiz şeytana benzetilmiştir. Zira zulüm karşısında susarsanız toplumsal sorumluluğu ve ahlakı öldürürsünüz.
Adaletsizliğe, zulme isyan bayrağı açarsınız insanlar çağrınıza ses verir, çorak topraklarda bir aslan gürledi zannederek, peşinize takılır; ancak zalimlerle daha ilk karşılaşmada, bana müsaade yalnızlık şatoma çekiliyorum derseniz, düşüncelerinize değer verenleri de aldatmış olursunuz.
Bütün ülkenin canına okunurken, siyasi parti kurmuş ve kendine mahsus bir medeniyet projesi olan fikir adamlarının tarafsız kalması ödleklik, umursamazlık ya da zımnen taraftarlık dışında bir gerekçeyle açıklanamaz. Zımni taraftarlık, siyasi projenin kendi fikirlerine dayandığı ve geçici bir kargaşa döneminden sonra nihai olarak kendisinin belirlediği çizgiye ve hedefe ulaşılacağı şeklindeki naif bir iyimserlikten kaynaklanıyor olabilir. Toplumsal projeleri başarısızlığa uğramış yaşlı düşünür ve din adamlarının son anlarında ülkeyi ateşe atacak siyasi oluşumlara büyük cesaretle zımnen ya da açıkça onay vermesi, sık karşılaşılan bir durumdur. Son bir hamle ve ümit ile fikirlerinin uygulandığını görmek için bütün insanları gömebilecek bir psikoloji; düşünceyi yüceltmek adına insanların ve ahlakın katledilmesini göz ardı edecek bir umursamazlık ya da kendine ve fikirlerine her şeyden fazla değer veren bir sadistlikle açıklanabilir belki bu durum. Ama asla mazur görülemez. Asla sanatı, düşünceleri, kişiliği ya da başka herhangi bir sebeple ahlaki duruşu göz ardı edilemez.
Kendi benliklerini aşabilenlerdir ancak erdemli insanlar. Tevazu kanatlarıyla yükselir gönül ve sanat adamları. Mücadele yüceltir dava adamlarını. İnsanların dertleriyle dertlenenlerdir insanlık onuruna gerçekten sahip çıkanlar. Düşüncelerini erişilmez, kendilerini de diğer tüm insanlardan üstün görenler ise ömür boyu inşa ettikleri yalnızlık şatosunda zamanla dilsiz şeytana dönüşürler de farkına bile varmazlar.
AYHAN TEKİNEŞ
Kaynak: Kronos
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***