Önce, kimini uzunca, kimini de bir süredir tanıdığı onca insanın arasında sevgilisinden yakınmıştı. Kendisini anlamadığından, bunun için hiç çaba harcamadığından söz etmişti. Bu yatığı yakınmaktan da öte bir şeydi. Gerçekte o sevgilisini yabancı biri gibi anlatmıştı oradakilere. Sonra, sevgilisiyle birlikte olduğunda ise, ona, kendisinden yabancı biri gibi bahsettiği insanların arasında derin bir yalnızlık duyduğunu anlatacaktı; o insanların içtenlikten yoksun olduklarını, gerçek hiçbir şey konuşama- dıklarını… Peki, niye, öyleyse onlarla sabahlara kadar konuşuyor ve bundan sanki çok mutluluk duyuyormuş gibi yapıyordu? Bu zehirleyici ikiyüzlülüğünü fark ettiğinde dehşete kalmıştı o an. “Ne yapıyorum ben!” dedi. “Neden böyleyim? Dipsiz bir karanlığa, tesellisiz bir kimsesizliğe sürükleniyorum.”
Peki, kimdi gerçekten sevdiği; kimdi yanında kendisini güven içinde hissettiği? Sevgilim var, diyorsa, neden ona içini açmıyor; dahası, neden ondan, kendisini yalnız hissettiği insanların arasında bir yabancı gibi söz ediyordu? Öyleyse, sonra, neden içten bulmadığı insanların içinden çıkıp gelip ona sığınıyordu? Aslında bir başına kaldığında, her iki durumunun da ona yabancı olduğunu hissediyordu. Yoksa, artık o bir daha, “Tama, ben buyum. İşte benim en gerçek kişiliğim, gerçek yüzüm bu!” dediği, bir an, bir şey değildi bu yaşadığı: Toplumun dayattığı ilişki kurallarına bağlı olarak yaşamanın sonuçlarıydı bunlar. Ama artık bir sınıra geldiğini hissediyordu. Böyle giderse artık bu sancıları, bu gerilimleri de yaşamaz ya da umursamaz olacak, hepten dipsiz bir karanlığın içinde, iç dünya sının bütün kapıları kapalı, aşksız, dostsuz yaşayıp gidecekti. Heyecanlarını ve haklı öfkelerini yitirecekti. Teslim olacaktı, karşı çıktığı dünyaya.
Nasıl mı gelmişti bu noktaya?
Önce, insanlar tarafından itilmekten, dışlanmaktan, yalnız bırakılmaktan çekinmiş, korkmuş ve bir süre sonra bütün bu engellemelere karşı dayanma gücünün eksildiğini hissetmişti. Bunun hemen ardında, sistemi, olanaklarını, arzularını, çıkarlarını-nasıl olduysa- bir süre sonra önemsemeye başlamıştı İşte o zaman, bütün bunları kazanabilmek için karşı çıktığı dünyadan, toplumun kurallarından onay almanın gerekli olduğunu fark etmişti. Ve yeterince sevemediği, güvenmediği ve aralarında kendisini yalnız hissettiği insanların beğenisini kazanmak ve onların hoşuna gitmek gerektiğini… İşte bundan sonra başlamıştı o zehirleyici ikiyüzlülükler, insanların hoşuna gitmek için girişilen o soytarılık gösterileri, herkese mavi boncuk dağıtmalar, görmezlikten gelmeler, susup onaylamalar, var olan bir şeyi yokmuş gibi göstermeler; çoğunluğa uymalar, “huzuru” ve “denge”yi bozmaya çalışanlara karşı oluşturulan ‘’ kötülük dayanışmalarına’’ ortak olmalar…
İnsanların beğenisini kazanmak, onlardan onay almak ve onların hoşlarına gitmekten başka, güç sağlamak ve böylelikle daha rahat etmek için tanınmış ve ünlü biri olması gerekiyordu. Hedef bu olunca, bunca uzlaşmadan sonra, içinde hala kalmışsa, ona ait birkaç hakiki duygusunu ve zayıf yanlarını daha iyi saklaması ya da başka türlü gösterme si gerektiğini hissetmişti. Şimdi artık kendisini tanınmış ve çevresinde sevilen biri yapan çoğunluğun yargıları, beğenisi çok daha önemliydi. Bu yargıları, bu beğenileri daha da güçlendirmek için hakkında kimi söylentiler ve ilginç efsaneler yaratmaya çalışmalıydı artık… Kendisini, bütün bu yalanlarla yeniden oluşturması gerekliydi.
Onay alamaya, hoşa gitmeye çalıştığı yıllarda biraz uzağa çekili baktığında, acıma isteği ile beraber bir ağlama isteği duyardı kendisine ve düştüğü duruma… Şimdiyse içi daha da taşlaşmıştı kendisine karşı, tiksintiyle karışık bir taşlaşmaydı bu…
Ama yine de, bir başına kaldığında garip bir iç sızısı sarıyordu içini. Yurdundan yıllardır uzakta olan bir sürgünün iç sızısı gibi bir şeydi bu. Sürgünlerin en acısı, kendinden uzağa düşmekti çünkü… Çünkü ondandı, artık kimseyle gerçek bir şey konuşamamanın verdiği o derin boşluk duygusu; ondandı, vedalaşmalarındaki o eksiklik duygusu… Bu sürgünden kurtulmak, o bir ara var olduğunu hissettiği masumluğunu, sadeliğini ve doğallığını yeniden kazanmak için adeta bir bebek gibi, konuşmayı yeniden öğrenmek gerekse bile bunu denemek isterdi ve kendisinden, yani masumluğu, sadeliği ve doğallığından başka hiçbir şeye sahip olmadığı ve yüreğinin her an saf duygularla çarptığı çocukluk yıllarına dönmek için çok şey verirdi…
Masumluğunu, sadeliğini, doğallığını yeniden kazandıktan sonra onu dışlamak, onun böyle olduğu için yok etmek isteyenlere karşı, tek başına kalacağını bilse bile sonuna kadar karşı koymaya ve her türlü bedeli ödemeye hazır olacaktı… Sistemi ciddiye almak, ona çok ağır ödetilmişti…
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***