HABER ANALİZ | ADEM YAVUZ ARSLAN
Sedat Peker’in Pazartesi günü attığı tweet serisini okurken ister istemez “Tecahülüarif yapmış,” dedim. Yani, çok iyi bildiği bir şeyi bilmiyormuş gibi anlatmış.
Yoksa Sedat Peker’in şikayet ettiği abuk yargı düzenini – üstelik de içeriden birisi olarak – bilmemesi mümkün değil.
Takip etmemiş olanlar için kısaca özetleyeyim…
Peker, yargının Saray’ın elinde oyuncak olduğunu anlatmak için kendisinden örnek verdi.
Kendisinin makbul kişi olduğu dönemde yaptığı mitingler ve silahlanma çağrıları için takipsizlik veren savcı Alim Yaşar’ın bugün kendisiyle ilgili müebbet hapis istediğini anlatıyor.
Mealen “İktidarın yanındayken, iktidar adına iş yaparken iyiydim, Saray ve çevresinin pis işlerini açık edince kötü adam oldum. Üstelik her iki dosyanın altında da aynı savcının imzası var” diyor.
Doğal olarak Peker bu ne perhiz bu ne lahana turşusu diyor.
Peker’in tweet’lerini okuyup böyle bir olayı ilk kez duyan (!) binlerce kullanıcı ise “Yok artık!” modunda.
Girişte dediğim gibi Peker’in savcı Alim Yaşar ve benzerlerini bilmiyor olması mümkün değil. Kendi tabiriyle “O dünyanın içinde büyümüş birisi” Peker.
Aslında Peker’in bu tweet’leri ve açıklamalarına gelen yorumlar tam anlamıyla turnusol işlevi gördü.
Çünkü Peker’in bahsettiği türden ilkesizlik örnekleri son yıllarda o kadar sıklıkla karşımıza çıktı ki kimse “Ben duymadım görmedim bilmiyordum” diyemez.
Gelin sizi kısa bir hatırlatma turuna çıkarayım…
Peker’i bile isyan ettiren savcıların en meşhuru şüphesiz Ekrem Aydıner.
Aydıner’in kariyeri hayli parlak. Saray’a biat ettikten sonra disiplin cezaları (yüz kızartıcı iddialarla ilgili) silinen ve terfi üstüne terfi alan Aydıner en kritik müdahalesini 17 Aralık 2013 büyük yolsuzluk ve rüşvet operasyonu sırasında yaptı.
17 Aralık soruşturmasını kapatıp Zarrab’ı tahliye ettiren isimdi Aydıner. Dahası operasyonu yapan polisleri tutuklatma görevi de Aydıner’e düşmüştü.
İşte orijinallik, bir başka ifadeyle “Yok artık!” dedirten yer de burası.
Çünkü Ekrem Aydıner, 17 Aralık soruşturmasında Reza Zarrab’ı tutuklamaya sevk eden savcıydı.
Düşünün, dosya önünüze gelmiş, incelemişsiniz ve suçun sabit olduğuna karar verip Zarrab’ı tutuklamaya sevk etmişsiniz. Ancak Saray’dan talimat gelince bu kararınızı bozup tam tersine imza atıyorsunuz.
Üstelik sizin talimatlarınızı uygulayan polislere “kumpas” suçlaması yapıyorsunuz. Bu durumda en basit soru şu olur: İlk kararınız doğruysa ikincisi ne, ikincisi doğruysa birincisi ne?
Sorunun cevabı aslında Aydıner’in kariyerinde gizli.
Zarrab’ın New York mahkemesinde “Tahliye için çuvalla rüşvet verdim” şeklinde anlattığı olaylardan sonra HSYK tarafından ödüllendirildi.
Taban tabana zıt kararlar örneklerine meşhur Şike Davası ile devam edelim.
“Kumpas yok, tüm tapeler gerçek, fezlekelerde sahtecilik yok” diyen hakimlerle Şike Operasyonunda kumpas iddiasıyla sanıklara yüzlerce yıl hapis cezası veren hakimler de aynı kişiler.
Normal bir ülkede hakimler Ahmet Uğuz, Ali Çolak ve Murat Tuncer’e “Bu nasıl yargılama, hem kumpas yok hem tapeler gerçek hem de sahtecilik yoksa sanıklara neye dayanarak yüzlerce yıl hapis cezası verdiniz? Birbirine taban tabana zıt kararları nasıl veriyorsunuz?” diye sorulur.
Ama yargı Perinçek’in tabiriyle siyasetin köpeği haline gelince bu absürtlük haber konusu bile olmuyor.
Mesela meşhur telekulak iddiasıyla ilgili yapılan yargılamalar da böyle.
O dönem 13. Ağır Ceza Mahkemesi başkanı olan hakim Ahmet Civelek aralarında Ali Fuat Yılmazer ve Erol Demirhan’ında bulunduğu onlarca polis müdürünü “telekulak iddiasıyla” ceza yağdıran isimdi.
Fakat gelin görün ki, çok sayıda emniyetçiye yapılan “yasa dışı dinleme” suçlamasına konu olan dinleme kararının altında Civelek’in kendi imzası var.
“Bilal’in de anlayacağı şekilde” anlatırsam, Hakim Ahmet Civelek’in dinleme talimatlarını uygulayan polisleri yine hakim Civelek yasa dışı dinlemeden yargıladı.
Bu durum mahkeme sırasında da tuhaf diyalogların yaşanmasına neden oldu. Segbis kayıtlarına göre sanık polisler, “Sayın hakim. Ben suç işlemişsem sizin de burada benimle birlikte yargılanıyor olmanız gerekirdi. Çünkü bana yaptığınız suçlamaya konu yapılan dinleme talimatını veren sizsiniz. Sizin kararınızı uyguladığım için beni tutukladınız” deyince hakim Civelek bir süre sessiz kalıyor.
Bir başka örnek: Hakim Bekir Altun.
Erdoğan rejiminin sembol davalarından Selam Tehvid’de sanıklarla ilgili dinleme talimatlarına imza atan hakim Bekir Altun’dan başkası değil.
Ancak 17 Aralık sonrası yüz seksen derece dönen Altun bu kez kendi talimatını uygulayan polisleri tutukladı. Altun da, Aydıner gibi öyle skandal kararlara imza attı ki bir gün bu dönemin hikayesi yazılırken kesinlikle uzun uzun anlatılacaktır.
Yine aynı şekilde: Hakim Canel Rüzgar 2010-2014 arası Selam Tevhid soruşturmasında dinleme talimatlarına imza atan hakimlerden. Aynı hakim 14. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı olarak 2014-2016 döneminde kendi talimatını uygulayan polisleri tutuklu yargıladı.
Hakim Maksut Karakulak’ta taban tabana zıt kararlara imza atan hakimlerden birisi. Dün ak dediklerine bir gün sonra kara diyen, aynı dosyada yüz seksen derece zıt kararlar veren hakimlerin-savcıların listesi hayli uzun.
Erdoğan rejimi kendine biat etmeyen, bu şekilde talimatla karar vermeyecek tüm hakim ve savcıları 15 Temmuz kumpası ile önce ihraç etti ardından da tutukladı.
Yerlerine de Tügva ve Türgev referanslı, AKP teşkilatlarından toplanmış avukatlar doldurdu. İddianameler gibi kararlar da MİT’te yazıldı, Saray üzerinden adliyelere tebliğ edildi.
Yani Peker’i bile isyan ettiren kararlar tesadüf değil.
Bu noktada Peker başta olmak üzere şaşıran, “Olur mu böyle şey?” diyenlerin çuvaldızı sertçe kendilerine batırmaları gerekiyor.
Çünkü nasıl ki görünen köy kılavuz istemiyor, bugün yaşadığımız tablo da sürpriz değil. Erdoğan paralel devlet ile başlayan sonra “FETÖ”ye evrilen süreçte tüm kurumları yıkıp herkesi, her şeyi Saray’a bağlarken – Peker dahil – herkes üç maymunu oynadı.
Bir kısmı soykırım sürecinin ortağı oldu bir kısmı gözünü-kulağını kapatıp Erdoğan’ın işini kolaylaştırdı.
Ergenekon ve muhipleri “Erdoğan, Cemaati yok etsin biz sonra Erdoğan’ı ortadan kaldırırız, devlet yine bize kalır” deyip soykırım sürecinin parçası oldu.
CHP ve bazı muhalif çevreler “Yesinler birbirlerini biz Erdoğan’ı sandıkta yeneriz” deyip Erdoğan’a dikensiz gül bahçesi fırsatı tanıdılar.
Süreçte korkanlar, “neme lazım” ya da “yesinler birbirlerini” diyenler oldu ve hepsi bugün yaşanan çöküşün ortağı.
O yüzden Sedat Peker başta olmak üzere kimse çıkıp “Bu nasıl yargı düzeni böyle, saçma sapan kararları nasıl veriyorlar?” diye isyan etmesin.
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***