Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası’nın (TCMB) geçen haftaki faiz indirimini takip eden dört iş gününde, Türk Lirası yüzde 24’e yakın değer kaybetti.
Bu değer kaybının yaklaşık üçte biri dün gerçekleşince, akşam saatlerinde TCMB’den bir basın açıklaması geldi.
Buna göre TCMB döviz kurunun serbest piyasada belirlendiğini ve sadece aşırı oynaklığa müdahale edebileceğini not etti. Bu açıklamanın eğer piyasaları sakinleştireceği düşünüldüyse o amaca hizmet etmeyeceği ve geri tepeceği çok açık.
Söz konusu duyuru, fiyat istikrarı konusunda gerekeni yapıp, enflasyon beklentilerini çıpalamış kredibilite sahibi merkez bankalarından duyacağımız türden bir açıklama. Bu şartlar oluştuğunda, dışsal bir şokla para biriminiz sınırlı bir oynaklık yaşasa bile müdahale etmeme lüksünüz olabilir. O zaman bile, aşırı oynaklık oluşursa finansal istikrarı zedelememek için Merkez Bankası müdahale eder. Tabii bunun için de döviz rezervi gerekir.
Bizdeki durum yukarıdaki tanımdan son derece uzak. Ne yüzde 20 enflasyona bakıp fiyat istikrarı olduğunu söyleyebilmek mümkün, ne de tarihi oynaklık seviyelerine ulaşmış kura bakıp “aşırı oynaklık yok” diyebilmek.
Üstüne üstlük, kurda yaşanan oynaklık dışsal bir etkiden değil para politikasının kendisinden kaynaklanıyor. Yani “benden bağımsız etkilerden kaynaklanan bir oynaklık var” bile diyemiyorsunuz.
Durum böyle iken Merkez Bankası’nın çıkıp böylesine bir duyuru yaparak kimi ikna edeceğini düşündüğünü anlamak güç. Bu tür iletişim hamleleri ekonomik prensip ve temellerle desteklenebildiği ölçüde ve Merkez Bankası kredibilitesi oranında ikna edici olur. Güven sağlar. Piyasaları sakinleştirir. Hitap ettiği kitlelerin bilgi birikimlerini hafife alan, TL’deki değer kaybında para politikasının sorumluluğunu kabul etmeyen bir iletişim ise hiç iletişim yapmamaktan daha çok zarar verir.
Serbest piyasa kurallarına uyulmasını hepimiz istiyoruz. Merkez Bankası’ndan ne serbest piyasa kurallarına müdahale etmesi ne de kur hedeflemesi yapması bekleniyor. Kaldı ki elde geçici müdahale için bile yetecek döviz rezervi bulunmuyor. Merkez Bankası’ndan beklenen tek şey var. O da kanunla belirlendiği üzere fiyat istikrarını sağlamak.
Peki fiyat istikrarı konusunda ne yapılıyor?
Yüzde 20 enflasyon olan bir ülkede Fed’vari bir uslupla çıkıp “enflasyon geçici” demek sonrasında da faiz indirimine gitmek TCMB’nin ne ABD Merkez Bankası’nın ne yaptığını, ne “geçici” kelimesi ile Fed’in neyi kastettiğini ne de Fed’in uyguladığı para politikasının temel prensiplerini anladığını gösteriyor.
Şekilde kırmızı çizgi ABD enflasyonunu, mavi çizgi ise Türkiye’deki enflasyon oranını gösteriyor. TCMB son faiz indirimlerine gerekçe olarak Fed’i örnek alıp “Enflasyon geçici” dedi. Fed “geçici” terimi ile pandemi şartları ortadan kalktığında enflasyonun salgın öncesindeki yüzde 2 altındaki seviyelere dönmesini beklediğini ve bundan memnun olduğunu kastediyor. Buna rağmen, ekonomi normalleştikçe talep güçlenip enflasyonist baskılar artacağı için bir sonraki adımım faiz artırımı olacak diyor, faiz indirimine gitmiyor.
Bizde ise enflasyonun pandemi öncesi seviyesi bile yüzde 12’nin üzerinde idi. Yani hedefin neredeyse üç katı bir enflasyon vardı. Dolayısı ile enflasyon “geçici” dediğiniz zaman, pandemi etkileri ortadan kalkınca geri dönüleceğini umduğum yüzde 12’lik seviyeden mutlu olurum demiş oluyorsunuz. Bir de üzerine faiz indirirseniz yüzde 12’nin de üzerini tercih etmiş oluyorsunuz.
Siz faiz indirirken kur krizi çıkar ve enflasyon beklentileri yükselirse, o zaman enflasyonu tamamen bir kenara bırakmış oluyor ve emsal gösterdiğiniz ülkelerden bambaşka dinamiklerle yüzleşiyorsunuz. Bu sebeple global enflasyonist sebeplerden oldukça ayrışan enflasyon dinamiklerimizi tanımlarken, orası için tanımlanmış terminolojiden uzak durmak, hakim olmadığımız terimleri kullanmamak lazım.
Unutmayalım ki, TCMB iktisadi temellerden uzaklaştıkça, yapılan hataları daha da hatalı gerekçelerle izah etmeye çalıştıkça panik artıyor ve ekonomide telafisi mümkün olmayan ağır bedeller ödeniyor.
Kurdaki değer kaybı sektörel kayıpları nasıl etkiler?
Düşük faiz politikasına gerekçe olarak değersiz TL sayesinde ihracatımızın artacağı ve bu şekilde döviz ihtiyacımız azalacağı için kurdan enflasyona olan geçişkenliğin ortadan kalkacağı söyleniyor. Üretim yapımız ithal ara malına dayalı ve düşük katma değerli olduğu için bu mekanizmanın işlemesi hayli zor. Sektörlerin ithalata ve ihracata açıklığına paralel olarak TL’deki değer kaybından darbe yemeleri kaçınılmaz.
Şekilde sektörlerimizin dış ticarete açıklık oranlarını GSYH’ya oranla görüyoruz. Pembe sütunlar sektör girdilerindeki ithal ürünlerin oranını gösterirken yeşil sütun nihai tüketimdeki ithal ürün oranını, açık gri sütun ise sektör çıktılarındaki ihraç ürün oranını gösteriyor.
Mesela ithal bir araba kullanıyorsak bunu yeşil sütun, Türkiye’de üretilen bir arabada kullanılan ithal ara malını pembe sütun, ihraç ettiğimiz arabayı ise gri sütun gösteriyor. Ticaretin bir de ikincil etkileri var. Mesela araba üretiminde kullandığımız tekstil yerli üretim olsa da kumaşın boyası ithal olabilir. Bu ikincil etkiler tabloda görülmüyor.
Kurdaki değer kaybının üretim maliyetlerine yansımasını incelemek için sektör girdilerindeki ithal ürün oranını gösteren pembe sütunlara odaklanmamız lazım. Buna göre, başta imalat sanayii olmak üzere sağlık, inşaat, ve nakliyat sektörlerinin TL’deki değer kaybı sonucu ithal girdi maliyetleri en çok artacak sektörler olduğunu görüyoruz. Bu maliyetlere içeriden satın alınsa da fiyatları dünya pazarında belirlenen çelik, bakır gibi hammadde fiyat artışlarını da eklemek gerek.
Nihai tüketim mallarındaki ithal ürünlere odaklanırsak bu sefer madenler, imalat, toptan ve perakende sektörlerinin en çok fiyat artışı yaşayacak sektörler olduğunu görüyoruz. Zayıf TL ile amaç bu sektörlerdeki nihai ithal malı tüketimini iç üretime dönüştürmek olabilir. Ancak kısa vadede üretim yapısında böyle hızlı bir değişiklik olamayacağı için görücek etki artan maliyetler karşısında ezilen talep olur.
TL’deki değer kaybından yararlanacak sektörlerin ise ithal girdi oranı (pembe sütun) düşük, ihraç ürün oranı ise (açık gri) yüksek sektörler olması lazım. İthal ara malına dayalı üretim yapımız nedeni ile bu tanıma uygun sektörler sınırlı. Madencilik, imalat sanayii, konaklama ve yemek, toptan ve perakende sektörlerinde görece bir avantaj var. Ancak kurdan enflasyona olan geçişkenlik sonrasında fiyat avantajı sınırlı kalacağı için ihracattaki görece avantajın da sürdürülebilir olması mümkün değil. Kurda yaşanan bu büyük şokun ekonomi genelinde yarattığı derin hasar düşünüldüğünde oluşabilecek sınırlı ve kısa vadeli kazancı tekrar değerlendirmekte büyük fayda var.
KAYNAK: BBC TÜRKÇE – PROF. DR. SELVA DEMİRALP
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***