YORUM | PROF. MEHMET EFE ÇAMAN
“Başın öne eğilmesin.”
İttiniz, kaktınız. İncittiniz, yerlerde süründürdünüz, karılarının çocuklarının önünde insan dışkısı yedirdiniz. Dağa-taşa “ne mutlu Türküm” yazdınız. Dillerini yasakladınız. Dillerini, varlıklarını, kültürlerini reddettiniz. Onlara “siz aslında yoksunuz, siz Türksünüz” dediniz. Çocuklarına anadillerinde ad koyamadı anneler, babalar. Türkçe bilmeyen neneler, dedeler vergi verdikleri, vatandaşı oldukları devletin hizmetini alamadılar, meramlarını yabancı bir dilde anlatamadıkları için. Meclis tutanaklarına hala “bilinmeyen bir dil” diye ibare düşüyorlar, Kürtçe konuştuğunda, seçtikleri vekilleri.
“Ağladığın duyulmasın.”
Bunlar incitmez mi sandınız siz, insan olan insanları? Ruhi Su’nun o müthiş sesiyle söylediği gibi “Yaratan bizleri insan yarattı, muhabbet insana, cana muhabbet. Cümle mahlûktan üstün tuttu, muhabbet insana, cana muhabbet. Ne mutlu ki bize, insan doğmuşuz. İnsan sevgisini gerçek bilmişiz. İnsanın dalında açan gülmüşüz. Muhabbet insana, insan olana! İnsan olan insan, gelsin beriye. Kimi kara, kimi çalar sarıya. Aslolan hayattır, bakma deriye! Muhabbet insana, cana muhabbet!” Bu rejim sizin insan olmaktan gelen en temel haklarınızı görmezden geldi, onları tanımadı, üzerinden geçti. Sizin ananızdan öğrendiğiniz dilinizi hakir gördüler. Sizin şivenizi, ten renginizi hakir gördüler. Sizin doğduğunuz yeri hakir gördüler. Sizin milletinizi, aidiyetinizi hakir gördüler. Sizi kendilerinden saymadılar, ama kendilerinden olmamanızı tehdit gördüler. Sizi eritmek, denizde su damlasına dönüştürmek, sonra da “işte zaten yoklar, yoktular, hiç olmadılar” demek için sizin çocuklarınızı asimile ettiler. Siz buna itiraz edince “bölücüsünüz!” dediler.
“Aldırma gönül aldırma.”
Ülkenin adını Türkiye koyup, ülkedeki herkesi etnik Türk ilan edip, “Ya sev, ya terk et!” dediler. Kürt dili karda yürüyen dağ Türklerinin ayakkabılarından çıkan kart-kurt seslerinden türedi gibi garabet hikâyeler anlattılar. Sizin Oğuz boyu olduğunuzu, Farsların sizi kendilerine benzettiğini, aslını-özünüzü kaybettiğinizi anlattılar. Siz buna tarihsel gerçeklerle, folklorünüzle, müziğinizle, edebiyatınızla, şiirinizle yanıt verdiğinizde size terörist bölücüler, vatan hainleri dediler. Köylerinizin kentlerinizin isimlerini değiştirdiler. Hepinize Türkçe soyadlarını zorunlu kıldılar. Çocuklarınızın okullarda okuma yazmayı kendi dillerinde öğrenmesini tehdit gördüler. Size güvenmediler kardeşim, sizden şüphe ettiler. Sizin milli güvenlik tehdidi olduğunuzu resmi belgelerine yazdılar. Sizi eritmek, bu devletin partiler üstü bir politikası oldu. Sağ-sol fark etmedi, Kürt düşmanlığında birleştiler. Topraklarınızda kendinizi ifade etmenize, dilediğiniz hayatı sürmenize, özel, çok özel tercihlerinize kadar karıştılar.
“Dışarda azgın dalgalar; Gelip duvarları yalar.”
Köylerinizi boşalttılar. Ormanlarınızı yaktılar. Sizi bir şiddetle diğer şiddet arasına hapsedip, on yıllarca o ortamda yaşamaya zorladılar. Askere giderken, vergi verirken sizi hatırladılar. Yatırımlarda, altyapıda, hepsinden de önemlisi insana saygıda sizi unuttular. Seçimler geldiğinde size uzun nutuklar çektiler. Köprüyü geçene kadardı ikiyüzlü tatlı sözleri. Seçimlerden sonra meydanlarda bir merminin kaç para olup olmadığını insanlara sordular.
“Seni bu sesler oyalar. Aldırma gönül aldırma.”
Şark Islahat Planı denen faşist asimilasyoncu politika hedefleri, Diyarbakır Cezaevi’nde yaşanan işkence, zulüm, baskı, yıldırma, doksanlı yıllarda asit kuyuları, kaybedilen insanlar, iki bin on beşte uzaktan ağır silahlarla bombalanan mahalleler, kasabalar, kentler. Yoksul apartmanların bodrum katlarında katledilen, cesetleri yakılan insanlar. Evlerinden çıkamayan, mermi ve top atışları arasında çocuklarının kulaklarını elleriyle kapatan ve sessizce ağlayan anala- babalar. Gömemedikleri sevdiklerinin cesetlerini derin dondurucuya koymak zorunda kalan aileler. Anneciğinin ölmüş bedenini günlerce yerden kaldıramayan, üzerine konan sineklerden dolayı gözyaşı pınarları kuruyan evlatlar. Bunları boyalı, iğrenç gazetelerinde basmayan basın. Sahtekâr suratların İstanbul şivesini taklit ederek sunuculuk yaptığı sirkten televizyon kanallarında bu konuların es geçildiği programlar. Vurulan, öldürülen gençler. Üzerinden zırhlı araçla geçilen onlarca çocuk!
“Dertlerin kalkınca şaha”.
Van’da HDP ilçe eşbaşkanı Hediye Babur, kendisini yaka paça tutuklayan, itip kakan, darp eden polislerin arasında, vakur, onurlu, bağırmakta: “Herkes duysun! Kürtler asla baş eğmeyecektir”. Başın öne eğilmesin, Hediye kardeşim. Başınız öne eğilmesin, Anadolu’nun güzel insanları, Kürt kardeşlerimiz. Devletiniz size kardeşlik hakkını veremedi. Daha doğrusu vermedi.
“Bir sitem yolla Allah’a.”
Ben Kürt değilim kardeşlerim. Ama ben de sizin gibi Anadolu’nun bir çocuğuyum. Size bu zulmü yapan devlet aksini iddia etse de, benim devletim değildir. Aynı sizin devletiniz olmadığı gibi. Devletin değildir o topraklar. Devletin değildir insanlar. Devletin değiliz, siz, biz, hiçbirimiz. Yapılanların sorumlusu ben olmasam da, diğerleri gibi, yapılanların vicdan azabını hissediyorum. Ve eşitliği bugün herkesten çok, belki de en az sizin kadar istiyorum! Hayır, sadece sillesini yiyenlerin ortaklığı olmasın bu. Bundan çok daha öte, acıda, kader ortaklığında kardeş olalım, kardeş olduğumuzu dosta-düşmana anlatalım diyorum. Ve diyorum ki, özgür olun, dilinizi konuşun, türkünüzü söyleyin, bağlamanızı çalın, halayınızı çekin, kızlarınıza ve oğullarınıza güzel isimlerinizden verin. Siz bizim dilimizi ne kadar öğrendiyseniz, evet, bizler de sizin dilinizi öğrenelim. Siz acınızı ne kadar döktüyseniz kâğıda, biz o yazılanı o kadar okuyalım, o kadar okutalım.
“Görecek günler var daha.”
Hediye kardeş, o polisler, o rejim bilmez ki, senin başını zorla, kafana basarak eğdirmekle, size başınızı eğdirmek arasında fark vardır. Kafasına basarak Kürtlere baş eğdireceğini zanneden ceberut rejim, en bölücüden daha bölücüdür.
“Aldırma gönül aldırma.”
Devletin etnik köken ve dil milliyetçiliği yapması değil, devletin tüm etnik kökenlere ve tüm dillere açık, onları destekleyen, onlarla onur duymayı öğreten bir hukuk devletine dönüşmesi, gerekirse ilk yanlış iliklenen düğmeyi de düzeltmek için yeniden kurulması gerekiyor. Devletin hepimizin devleti olması gerekiyor. Bizim devletin değil, devletin bizim olması gerekiyor. Bizim devletin tarafında olmak zorunda olmamız değil, devletin tarafsız olması gerekiyor! Yaşadığımız ülkenin normal bir ülke olması dışında bir beklentimiz yok. Bu en doğal hakkımızdır, bu en doğal hakkınızdır. Yanınızdayım. Dayanışma ile!
“Başın öne eğilmesin. Ağladığın duyulmasın. Aldırma gönül aldırma. Dışarda azgın dalgalar; gelip duvarları yalar. Seni bu sesler oyalar. Aldırma gönül aldırma. Dertlerin kalkınca şaha; Bir sitem yolla Allah’a. Görecek günler var daha. Aldırma gönül aldırma.”
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***