Avrupa Birliği’nin (AB) yürütme organı olan Avrupa Komisyonu, Belarus lideri Aleksandr Lukaşenko’yu, göçmenleri kolay giriş vaadiyle AB sınırına toplamakla suçladı.
Komisyona göre Lukoşenko bu politikası kapsamında “insanlık dışı ve gangstervari” bir yaklaşım benimsedi.
Lukaşenko ise “sorunun mimarı olduğu” suçlamasını reddediyor.
Halen Polonya-Belarus sınırında en az 2 bin göçmen bulunuyor.
BBC Türkçe, son göçmen kriziyle ilgili merak edilen soruları yanıtladı.
1. Avrupa’ya yönelik yıllardır süren göçmen dalgasında rota neden kıtanın kuzeyine çevrildi?
2015 yılında başlayan son büyük göç dalgası Afrika, Orta Doğu ve Afganistan kökenlileri Avrupa Birliği (AB) ülkelerine yönelten bir göçmen akımıydı. O yılların ana göç rotası Akdeniz ya da Balkan ülkeleri üzerindendi. 2015 yılının Nisan ayında Akdeniz’de mültecileri taşıyan beş geminin batması ve 1200 mültecinin hayatını kaybetmesiyle göçmen krizi AB’nin de ana sorunlarından biri haline geldi.
Başta Macaristan olmak üzere, Slovenya, Slovakya gibi özellikle bazı Orta Avrupa ülkeleri Brüksel’le çatışmayı da göze alarak kendi sınırlarını dikenli tellerle göçmen akımına karşı kapatma yolunu izlerken, AB de Avrupa Sınır ve Sahil Koruma Teşkilatı’nın (Frontex) yardımıyla krize karşı merkezi önlemler almaya çalıştı. Öncelikli hedef Akdeniz’deki yasadışı geçişlerin engellenmesiydi.
İtalya’nın organizasyonuyla gündeme gelen ve askeri birliklerin görev yaptığı Poseydon Deniz Harekatı ve sonra da AB’nin Akdeniz’i kontrol almaya yönelik büyük yatırımlarıyla gerçekleşen Triton Deniz Harekatı’yla mülteci akımı büyük ölçüde engellendi.
Buna paralel olarak Frontex, Balkan ülkelerinde de önlemler aldı. Yunanistan-Türkiye ve Bulgaristan- Türkiye sınırlarına dikenli tellerle geçişleri kısmen engelleyen duvarlar çekildi. Adalar üzerinden geçişleri kontrol altına almak için AB fonlarıyla sahil güvenlik birimleri kuruldu, bu birimler zamanla genişletildi.
Ve son olarak burada anılması gereken önemli bir gelişme de AB ve Türkiye arasında 18 Mart 2016 tarihinde yürürlüğe giren “Göçmen mutabakatı” oldu. Bu anlaşma Türkiye topraklarına giren yaklaşık 3 milyon mülteciye bulundukları alanlarda barınma ve yaşama imkânları sunarak Türkiye üzerinden AB’ye yönelik göç dalgasının önünü kesti.
2020 yılından itibaren göç dalgası Akdeniz’den kuzeye, Belarus istikametine döndü. Bu gelişmenin gerisinde 2020 yılında çok tartışmalı bir seçimle ve muhaliflerini hapse atarak iktidarı elinden bırakmayan Belarus lideri Aleksandr Lukaşenko’nun olduğu söyleniyor.
2. Polonya ve Baltık ülkeleri kaçak göçmen akımına karşı ne gibi önlemler aldı?
Göç rotasının Avrupa’nın kuzeyine dönmesiyle, Belarus’la sınırları olan ülkelerin zor durumda kalacakları açıktı.
Polonya ve Baltık ülkeleri de önlemler almakta gecikmediler. Önce Polonya, ardından da Litvanya sınırları boyunca duvarlar ve dikenli tel örgülerden oluşan engeller inşa etmeye başladılar.
Polonya zaman geçirmeden sınır önlemleri alınması kapsamında bölgesel olağanüstü hal ilan etti. Sınır koruma birliklerinin yanı sıra, gerekirse ordu birliklerini de harekete geçireceğini açıkladı.
Bu süreçte ilginç noktalardan biri de, pek çok konuda Varşova yönetimiyle tartışmalar yaşayan AB’nin sınır güvenliği konusunda Polonya’ya tam destek vermesiydi.
Belarus sınırının kapatılması için gerekli olan 407 milyon dolarlık proje AB tarafından finanse edildi. AB eğer Polonya ihtiyaç duyarsa sınır güvenliğini sağlamak için Frontex örgünden kadro desteği de verilebileceğini açıkladı.
Polonya ve Baltık ülkelerinin aldıkları önlemler normal koşullarda sınır güvenliğinin sağlanması için yeterliydi. Ancak binlerce kişinin, Belarus topraklarında merkezi ve açık bir şekilde organize edilen göç dalgasını sorunsuz bir şekilde engellemek için yeterli değildi.
Buna rağmen Polonya ve Baltık ülkeleri sınırı tamamen kapatarak ve sınıra askeri birlikler göndererek mülteci akımını kontrol altına almayı başardılar.
3. Polonya’nın öncelikle Belarus’u ve bu ülkeyi desteklediği için Rusya’yı, “ülkeyi göçmen baskısı altında bırakmakla” suçlamasında gerçeklik payı var mı?
2020 seçimlerindeki tavrı nedeniyle çok eleştirilen ve ardından bir Ryanair uçağını muhalif bir gazeteciyi taşıdığı için zorla indiren Belarus, AB tarafından yaptırımlarla karşı karşıya bırakılmıştı.
Belarus lideri Lukaşenko ise AB’yi açıkça tehdit etmiş ve bu yaptırımlara karşılık olarak ülkenin mülteci politikasını AB’yi zor durumda bırakmak için değiştireceklerini ilan etmişti.
Belarus’un tavrı Rusya tarafından da destekleniyordu. Putin’in en önemli muhaliflerinden siyasetçi Aleksey Navalni’nin zehirlenmesinin ardından AB’nin yaptırım uyguladığı Rusya açısından da göçmen akımıyla AB’yi zor durumda bırakmak uygun bir taktik gibi görünüyordu. Rusya, Lukaşenko’dan bu konuda desteğini esirgemeyeceğini net bir şekilde ifade etti.
Lukaşenko’nun 2020 yılı başında “Göçmenlerin AB üye ülkelerine gidişi artık Belarus yetkilileri tarafından engellenmeyecek” açıklamasının ardından bu ülkeden Polonya ve Baltık Cumhuriyetleri, özellikle de Litvanya istikametinde harekete geçen göçmen sayısının artması arasında doğrudan bir bağlantı var.
Akdeniz ya da Ege Denizi üzerinden hem dalgalarla boğuşarak ve hem de AB sınır güvenlik muhafızlarına yakalanmamaya çalışarak süren zorlu mülteci akımı yerine bu tarihten itibaren mülteciler, pek çok ülkeyle vizesiz seyahat anlaşması olan Belarus’a gidip oradan karayolu üzerinden Polonya’ya ya da Baltık ülkelerine geçmeyi tercih eder duruma geldiler.
Litvanya’ya 2021’in sadece iki ayında gelen göçmen sayısı, 2020 yılında gelen tüm göçmenlerin sayısından 50 kat fazlaydı.
4. Avrupa Birliği son krizde nasıl bir politika izledi?
AB’nin merkezi göçmen politikasında 2015 yılındaki ilk göçmen akımından bu yana değişiklikler yaşandı.
İlk aylarda AB içinde özellikle Macaristan tarafından temsil edilen “ulusal sınırların korunması” politikasına karşı çıkan, AB’nin dış sınırların güvenliğine önem veren strateji, Akdeniz ve Ege Denizi üzerinden teknelerle devam eden göçman akımının bir türlü engellenememesi üzerine terk edildi.
Daha sonraki yıllarda AB bir yandan Schengen dış sınırlarını güçlendirmeye çalışarak, ama öte yandan zaman zaman üye ülkeler arasındaki sınırlarda da kontroller uygulayarak bir tür kademeli göçmen filtre sistemini devreye sokmaya çalıştı.
Öte yandan Türkiye ile olan göç anlaşmasının da yenilenmesiyle AB’ye yönelik göçmen akınının önüne geçilmeye çalışıldı.
Özellikle Almanya’nın, kontrollü bir şekilde ve çok sayıda göçmen kabul etme tercihi, diğer ülkeler tarafından izlenmedi. AB’nin mülteci kotası önerisi de bir türlü hayata geçmedi.
Vişegrad ülkeleri olarak adlandırılan dört Orta Avrupa ülkesinin (Çek Cumhuriyeti, Macaristan, Slovakya ve Polonya) topraklarına Brüksel’in kesin tavrına rağmen mülteci kabul etmeyeceklerini ilan etmeleriyle “göçmen sorunu” AB’nin iç işleyişini ve istikrarını tehlikeye sokan en büyük risk faktörü haline geldi.
Bunun da etkisiyle 2021 yılında AB’nin göçmen politikasında değişiklikler gözlemlendi. AB, Polonya’da ve Bulgaristan’da göçmenlere karşı duvar ve tel örgüler inşasına onay ve hatta destek vererek göç politikasında yeni bir rota çizdi.
5. Avrupa’ya yönelik göçmen akımı, AB ülkelerinde siyaseti nasıl etkiliyor?
Gözlemciler ve siyaset uzmanları Avrupa ülkelerinde son 10 yılda giderek yükselen milliyetçilik ve bir türlü denetlenemeyen göç akımı arasında doğrudan bir bağlantı olduğu kanısındalar.
Başka ülkelerden, farklı kültürlerden insanların herhangi bir denetime de uğramadan Batı toplumlarında birden ortaya çıkmaları bu ülkelerdeki toplumsal mutabakat açısından bir risk olarak değerlendiriliyor.
Milli değerler doğrultusunda siyaset yapan partiler ülke sınırlarının kapatılmasını, yabancılara ülkede yaşama ve çalışma izni verilmemesini savunuyorlar.
Milliyetçi siyasetler denetimsiz bir şekilde ve zor kullanarak ülkeye girmeye çalışan yabancılara karşı duyulan korkuyu siyaset alanında oya tahvil etmeye çalışıyorlar.
Bu gelişme özellikle de ülkede yabancıların oranının az olduğu, dolayısıyla yabancı kültürlerin bilinmediği Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinde çok daha belirgin.
KAYNAK: BBC TÜRKÇE – TARIK DEMİRKAN
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***