HABER İNCELEME | İLKER DOĞAN
Türkiye’nin insan hakları ihlalleri, işkence ve zorla adam kaçırma suçlarının yargılandığı Turkey Tribünali’nin ‘Nihai Mütalaası’ yayınlandı. Mütalaa 6 bölümden oluşuyor. Buna göre Türkiye’de özellikle Gülen Hareketi ve Kürtlere yönelik sistematik bir işkence uygulanıyor. Devletin ‘işkence’ iddialarının üzerini örttüğü belirtilen mütalaada, adam ‘kaçırmalar’ konusunda da önemli tespitler yer alıyor. Sunular rapor ve belgelerle tanık ifadeleri dikkate alındığında, insan kaçırmaların devlet eyleminin bir parçası olduğu kaydediliyor. “Tribünal’e sunulan bilgilere dayanarak, yurtiçinde zorla kaybetme eylemlerinin MİT yetkilileri veya Türk Devleti ile veya onun için çalışan diğer kişiler tarafından yürütüldüğü sonucuna varmak için makul gerekçeler mevcuttur.” ifadeleri kullanılıyor.
Siyasilerin söylemlerinin ‘cezasızlık’ örüntüsünü güçlendirdiği kaydedilen mütalaada, basın özgürlüğü ve yargı bağımsızlığının da yok edildiği kaydediliyor. Yaygınlaşan ve sistematik hale gelen işkence ve adam kaçırmalar nedeniyle Türkiye’nin insanlığa karşı suç işlediği belirtiliyor.
Mütalaa, “Türkiye Tribünal Mahkemesi (Tribünal) bir mütalaa mahkemesidir. Ne bir Devletin yargı sistemine tabi düzenli bir mahkemedir, ne de bir Antlaşma veya uluslararası bir kuruluş tarafından kurulan bir mahkemedir. Sivil toplum tarafından kurulan ve temel haklarının ihlal edildiği iddia edilen kişilere tanınırlık, görünürlük ve söz hakkı vermek için bir araç ve platform görevi gören bir mahkemedir.” cümleleriyle başlıyor. Ardından “Tribünal’in görevi, Türkiye’nin yargı yetkisi altında gerçekleşen tüm insan hakları ihlalleri iddialarını bağımsız bir şekilde değerlendirmek ve raporlamaktır. Tribünal bunu, Organizasyon Komitesi’nin Türkiye’deki insan hakları durumuyla ilgili olarak altı konuda sorduğu soruları yanıtlayarak yapacaktır: İşkence, adam kaçırma, basın özgürlüğü, cezasızlık, yargı bağımsızlığı ve adalete erişim.” deniliyor.
RAPORUN BİRİNCİ BÖLÜMÜ İŞKENCE İDDİALARI
Raporun 1. bölümünde ‘işkence’ iddiaları ele alınıyor ve “(işkence) ifadelerinin altında yatan gerçeklerde bir örüntü görebiliyor muyuz? Hangi gruplar ve neden hedeflenmektedir? Motivasyon nedir ve devlet bu olaylara en yüksek hangi seviyede karışmıştır? İşkence ile İlgili ifadeler, Türkiye’de sistematik ve organize bir işkence uygulandığı sonucuna varmamızı sağlıyor mu?” sorularına cevap veriliyor.
Ardından ‘işkence’nin insanlık suçu olduğu uluslararası ve Türkiye Anayasası’ndaki ilgili yasalara atıf yapılarak hatırlatılıyor. Sonrasında Türkiye’deki işkence iddiaları ele alınıyor. AKP rejiminin, ‘işkenceye sıfır tolerans’ sloganıyla iktidara geldiği üzerinde duruluyor. Son 10 yılda ise durumun gittikçe kötüleştiği, yılda 3.000 civarında işkence vakası yaşandığı belirtiliyor:
İŞKENCE EDİLEN 5 GRUP VAR
“İlk soru ile ilgili olarak, rapor aşağıdaki sonuçlara varmıştır:
BM Antlaşma organlarından ve diğer uluslararası kuruluşlardan alınan çeşitli raporlara dayanarak, hedef alınmış beş grup tanımlanabilir: (1) Kürt halkı; (2) Gülen hareketi ile bağlantılı veya bu hareketi desteklediği düşünülen kişiler; (3) “adi” suç ve özellikle ağırlaştırılmış ve cinsel suç şüphelileri; (4) gençler/çocuklar ve (5) polis muhbiri olmaları için ‘ikna etmek’ amacıyla tutuklanan kişiler.”
İŞKENCENİN AMACI; GÖZDAĞI VERMEK
“İşkence kullanımının altında yatan motivasyon – UNCAT Madde 1 ‘deki işkence tanımına uygun olarak – ya (1) bir itiraf elde etmek; (2) bilgi edinmek; (3) cezalandırmak; (4) gözdağı vermek veya zorlamak ya da (5) işkence mağduruna ayrımcılık etmek olabilir.
İŞKENCE ORGANİZE OLARAK YAPILIYOR
İkinci soru ile ilgili olarak Rapor aşağıdaki sonuçlara varmıştır:
Olayların gercekleşme sıklığına, işkencede son derece uzman kişilerin (çoğu zaman MİT görevlileri) varlığını belirten mağdurların tutarlı örüntüsüne ve ifadelerine dayanarak, belirli gruplara yönelik işkencenin sıkça kullanılmasının belli polis memurlarının spontane olarak gelişen reaksiyonları olmadığı, bunun aksine güvenlik güçlerinin organize gerçekleştirdiği bir uygulama olduğu sonucuna şüpheye yer bırakmayacak şekilde ve mutlak bir netlikle ulaşılabilir.
İŞKENCE İDDİALARI SORUŞTURULMUYOR
Net rakamların olmamasından dolayı ihtiyatlı yaklaşılsa da, rapor – kesinlikle son beş yılda –belirli hedef alınmış grupların üyelerine karşı işkence kullanımının sistematik olduğu sonucuna varmaktadır. Türkiye’de işkencenin sistematik ve organize kullanımıyla ilgili, yürürlükteki uluslararası hukuka ve Türk hükümetinin işkenceye karşı sıfır tolerans politikası uyguladıkları yönündeki resmi tutumuna aykırı neredeyse hiçbir kovuşturma ve ceza yoktur.”
Turkey Tribunali’nin gerekçeli kararında işkence mağduru tanıkların ifadelerine de yer veriliyor. Öğretmenler Mehmet Alp, Erhan Doğan, insan hakları savunucusu ve avukat Eren Keskin’in tanıklıkları özetlenerek aktarılmış.
GÜLEN HAREKETİ VE KÜRTLERE SİSTEMATİK BİR İŞKENCE UYGULANIYOR
Rapor şöyle devam ediyor: “Sunulan belgelere, raporlara ve ifadelere dayanarak, Tribünal’ın Mütalaası şu şekildedir. İlk olarak, Tribünal, Türkiye’de özellikle Gülen hareketiyle bağlantılı veya destekçisi olarak algılanan kişilere, Kürt halkına ve sıradan suçlardan şüphelenilen kişilere karşı sistematik ve organize bir işkence kullanımı olduğu görüşündedir.
OHAL İLANI, İŞKENCE YASAĞINI KALDIRMAZ
Tribünal, Türkiye’nin uluslararası işkence yasağına bağlı olduğunu hatırlatır. Türkiye’nin darbe girişiminin ardından olağanüstü hal ilan ettiğini ve 20 Temmuz 2016 ‘da AİHS’yi sınırlandırdığını Bakanlar Kurulu’na bildirdiğini kabul etmekle birlikte, yürürlükteki uluslararası yasal belgelerde yer alan işkence yasağının mutlak olduğunu ve reddedilemez olduğunu yinelemektedir (madde 2 UNCAT; madde 4 İCCPR ve madde 15.2 AİHS).
TANIK İFADELERİ VE BELGELER BİRBİRİYLE TUTARLI
“Tanık ifadeleri, sistematik ve organize İşkence kullanımı ile ilgili olarak Tribünal’e sunulan diğer bilgilerle tutarlıdır ve işkence eylemlerinde geçerli olan örüntüyü doğrulamaktadır. Tribünal, özellikle akrabalara yönelik işkence tehditlerinin, özellikle de birinin karısına ve kızına yönelik tecavüzün, kurbanların bazılarını kendilerine yönelik fiziksel İşkence eylemlerinden daha fazla etkilediğini belirtir.
Ayrıca Tribünal, özellikle terörizm şüphesiyle keyfi tutuklama, gözaltı ve işkencenin mağdurlar üzerinde sadece fiziksel ve zihinsel düzeyde değil, aynı zamanda sosyal düzeyde de ciddi ve uzun süreli bir etkiye sahip olduğunu kabul eder. Tribünal, bazı kişilerin hapisten çıktıktan sonra aileleri ve toplulukları tarafından reddedildiğini gözlemler. Bu sosyal reddedilme onlar için dayanılmaz hale gelebilmekte ve ülkeden kaçma kararlarını etkileyebilmektedir.”
TÜRKİYE, ULUSLARARASI YÜKÜMLÜKLÜKLERİNİ YERİNE GETİRMİYOR
“Tribünal, Türk Devletinin kötü muamele iddialarını önlemek ve soruşturmak için önlemler alma yükümlülüğünü yineler. Mahkeme, otuz yılı aşkın süredir Türkiye’de insan hakları avukatı olarak faaliyet gösteren Sayın Eren Keskin’in ifadesine atıfta bulunarak, işkence konusunda bağımsız soruşturmaların eksikliğini teyit ettiğini belirtir. Tribünal ayrıca, mahkemelerin işkenceyle ilgili bağımsız tıbbi raporları kabul etmediğini, yalnızca hükümet kontrolündeki adlı tip kurumları tarafından hazırlanan tıbbi raporları kabul ettiğini belirtir. Bu beyan, 4. bölümdeki Cezasızlık ile ilgili olarak Tribünal sunulan bilgilerle tutarlıdır. Yukarıda belirtilenler ışığında, Tribünal, Türkiye’nin davranışının uluslararası hukuk kapsamındaki yükümlülüklerine uygun olmadığı görüşündedir.”
MUHALİFLER KAÇIRILIYOR
Raporun ikinci bölümünde ‘Kaçırmalar’ konusu ele alınıyor. “Tribünal huzurunda sunulan rapor ve verilen ifadeleri dikkate alarak, kaçırmaların yine devletin muhalif kişilere yönelik eyleminin bir parçası olduğu ve bu gerçekler hakkında ciddi bir soruşturma düzenlenmediği sonucuna varabilir miyiz?” sorusuna cevap aranıyor.
Zorla adam kaçırmaların uluslararası ve ulusal hukukta ağır bir suç olduğu hatırlatılıyor. İlgili maddeler tek tek sıralanıyor. Ardından şu ifadeler kullanılıyor:
“Rapor bu olayları (yurt içi kaçırılma ve yurt dışından Türk vatandaşlarının kaçırılarak Türkiye’ye getirilmesi) inceledikten sonar her iki durumda da olayların seyrinin birebir aynı olduğu sonucuna varmıştır: hükümet muhalifleri kaçırılmakta ve sonuç olarak gözden kaybedilmektedir. Bazıları için bu durum bugüne kadar hız kesmeden devam ediyor.”
KAÇIRILANLAR KARAKOLDA ORTAYA ÇIKIYOR!
“Bununla birlikte, çoğu, birkaç ay sonra belirli Türk polis karakollarında yeniden ortaya çıkmaktadır. Rapor, bu kişilerin sık sık işkence gördüğünü ve suçlayıcı ifadelerde bulunmaya zorlandığını açıklamaktadır. Bu insanlar için ikinci bir aşama başlar: insan haklarının güçlü bir şekilde kısıtlanma eğiliminde olduğu, bu kez bir Türk hapishanesinde özgürlükten mahrumiyetin devamı söz konusudur. Rapor, kaçırılanların durumlarını akrabalarıyla açıkça tartışmalarına izin verilmediği ve genellikle kendi avukatlarını seçemedikleri gerçeğini içeren bir dizi örnek sunmaktadır. Aynı şekilde, bu kişilerin tutukluluk sürelerinin uzatılması gerektiğine karar vermek zorunda olan bir hakim önüne ilk kez çıkana kadar geçen süre hukuka aykırı bir şekilde uzundur. Rapor Ayrıca, kaçırılanların kendilerini tam olarak savunmamaları için baskı altına alındıklarını, işkence ve kötü muamele şikayetlerini geri çekmeye zorlandıklarını belirtmektedir. Ayrıca fiziksel hasar gördüklerini kanıtlamak için bağımsız doktorlara erişimleri de engellenmektedir.”
ZORLA KAÇIRMALAR, DEVLET EYLEMİNİN BİR PARÇASI
“Tribünal, biraz değiştirilerek yöneltilen 3. Soru su şekildedir: “Tribünal, kendisine sunulan raporu ve ifadeyi dikkate alarak, kaçırmaların siyasi muhalif olarak algılanan kişilere yönelik devlet eyleminin bir parçası olduğu ve bu şikayetlerin ve kaçırılma iddialarının düzgün bir şekilde soruşturulmadığı sonucuna varabilir mi?”
Sunulan raporlara ve ek belgelere ve ifadelere dayanarak, Tribünal, haklarında siyasi muhalif oldukları algısı olan insanların kaçırılmasının devlet eyleminin bir parçası olduğu ve kaçırılma şikâyetlerinin ve iddialarının düzgün bir şekilde soruşturulmadığı görüşündedir. Bu görüş için makul gerekçeler mevcuttur: iddia edilen mağdurlar keyfi olarak özgürlüklerinden mahrum bırakılmakta, Türk hükümet yetkilileri en azından dolaylı olarak bu insanların özgürlüklerinden mahrum bırakılmalarına rıza göstermekte ve Türk makamları ilgili kişilerin akıbetini ve nerede olduklarını açıklamayı reddetmektedir. Bu sebeple, uluslararası hukukta anlaşıldığı üzere, kaçırma eylemi zorla kaybetme anlamına gelmektedir.”
KAÇIRMA EYLEMLERİ BİRBİRİNE BENZİYOR
“Tribünal ayrıca, zorla kaybetme eylemlerinde tekrarlanan bir örüntünün kullanıldığını gözlemlemektedir. Yurtiçinde gerçekleştirilen zorla kaybetmelerle ilgili olarak, ilkin, failler, kolluk kuvvetlerinin bir müdahalesinden endişe duymuyor gibi gözükmektedir, zira bu özgürlükten alıkoyma eylemleri güpegündüz, görgü tanıklarının veya güvenlik kameralarının bulunduğu ortamlarda gerçekleştirilmektedir.
İkinci olarak, kaçırma eylemleri birbirine benzer şekilde, yani aynı tip araçlar kullanılarak, genellikle bir araba kazası olmuş gibi gösterilerek ve iddia edilen mağdurların kafalarına bir torba geçirilerek gerçekleştirilmekte ve daha sonra mağdurlar zorla siyah bir minibüse bindirilmektedir.
ULUSLARARASI HUKUK ÇİĞNENİYOR
“Yurt dışı zorla kaybetmelerle ilgili olarak, Tribünal aşağıdaki tekrarlanan durumları gözlemlemiştir. Yurt dışı kaçırma eylemleri, kaçırılan kişinin seyahat ederken tutuklanmasıyla sonuçlanan pasaportunun iptal işlemi yoluyla Türkiye tarafından başlatılır veya ev sahibi devletin resmi izni olmadan Türk Ulusal İstihbarat Teşkilatı (Milli İstihbarat Teşkilatı – MİT) tarafından veyahut da ev sahibi devletin resmi izni ile gerçekleştirilmektedir. Son durumla ilgili olarak, Mahkeme özellikle 2017 yılında MİT’in İnsan Kaçırma ve İnfaz Bürosu’nun kurulmasına atıfta bulunur. Tribünal, bu kaçırma eylemlerinin ardından insanların uzun bir süre boyunca ortadan kaybedilmesinin ve keyfi gözaltı eylemlerinin uluslararası hukuka uygun olmadığı kanaatindedir.”
KAÇIRMA OPERASYONLARINI MİT YÜRÜTÜYOR
“Tribünal’e sunulan bilgilere dayanarak, yurtiçinde zorla kaybetme eylemlerinin MİT yetkilileri veya Türk Devleti ile veya onun için çalışan diğer kişiler tarafından yürütüldüğü sonucuna varmak için makul gerekçeler mevcuttur. Tribünal, Türkiye’nin bu olaylardaki dahlini ve dolayısıyla Türkiye dışındaki ülkelerde zorla kaybetmelerle ilgili sorumluluğunu, biraz da gururla, kamuoyuna açık bir şekilde kabul ettiğini vurgular. Ayrıca Tribünal, bu zorla kaybetmelere ilişkin şikayet ve iddiaların etkin bir şekilde soruşturulmadığı görüşündedir.”
POLİSİN YAPMASI GEREKEN İŞİ AİLELER YAPIYOR
“Tribünal’in dikkat çektiği çarpıcı ve tekrarlayan bir unsur, kaybolan kişilerin aile üyelerinin kanıt toplama ve şikayette bulunma konusunda çok aktif olmasıdır. Ancak bütün bunların sonucunda herhangi bir başarı elde edilmemiştir. Dahası, Tribünal, aile üyelerinin çoğu zaman şikayetlerini geri çekmeleri ve kayıp yakınlarını aramayı bırakmaları için baskı gördüklerini gözlemlemektedir. Tribünal, Türkiye’nin uluslararası hukuka göre soruşturma yapma konusundaki pozitif yükümlülüğüne uygun davranmadığı ve hükümetin muhalif olarak düşündüğü kimselerin özgürlük, kişisel bütünlük ve yaşam haklarının etkili bir şekilde korunmadığı sonucuna varmıştır.”
BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ KISITLANIYOR
Raporun 3. kısmı ‘Basın Özgürlüğü’yle ilgili. “Türkiye bu aşamada yeterli derecede basın ve ifade özgürlüğünün güvence altına alındığı ve iyi işleyen bir demokrasi standartlarına uygun bir ülke olarak değerlendirebilir mi? Türk hükümeti tarafından hala alınan kararlar “darbe” ile bağlantılı bir tepki olarak değerlendirilebilir mi veya bu kararlar Türkiye’de hükümete karşı eleştirel olan sesleri ve/veya örgütleri “yok etmenin” bir yolu olarak mı değerlendirilmeleri gerekir?” sorularına cevap aranıyor.
“Özgür bir basın uzun zamandır demokratik bir toplumun temel taşlarından biri olarak kabul edilmektedir ve fikir ve ifade özgürlüğünü ve diğer temel haklardan yararlanmayı garanti etmek için elzemdir.” hatırlatmasının ardından basın özürlüğü ve ifade hürriyetini koruma altına alan yasalara vurgu yapılıyor. Tanık ifadelerine yer veriliyor.
BASINA YÖNELİK SALDIRILAR AKUT HALE GELDİ
Mütalaa kısmında ise şu ifadeler kullanılıyor: “Tribünal, Türkiye’de ifade özgürlüğü ve basın özgürlüğünün şu anda yeterince garanti edilmediğini vurgular. Nitekim alınan bilgiler basın özgürlüğünü kısıtlamaya yönelik bir politikaya işaret etmektedir. Bağımsız gazeteciliğe yönelik meydan okumalar yeni bir olgu değildir ve basına yönelik saldırılar, darbe girişimi sonrasında özellikle akut hale gelmiş olsa da, buna bir tepki olarak düşünülemez. Bunun yerine, basın ve ifade özgürlüğüne karşı baskı, daha geniş bir şekilde, eleştirel sesleri susturmak ve insanların bilgiye erişimini sınırlamak için devletin daha geniş bir politikasına işaret etmektedir. Tribünal, basın özgürlüğü söz konusu olduğunda, Türkiye’nin davranışının uluslararası hukuk kapsamındaki yükümlülüklerini yerine getirmediği görüşündedir.”
DEVLET, ‘İHLALLERİ SORUŞTURMAKTA’ İSTEKSİZ!
Raporun 4. bölümü ‘Cezasızlık’ başlığı altında toplanıyor. Cevabı aranan sorular şunlar: İşkenceyi veya kötü muameleyi önleme ve izleme konusunda bir iç sistem var mı ve varsa gerçekte nasıl işliyor? Olası kötü muamelenin veya İşkencenin etkili bir yaptırım sistemi var mı? Ya da gözaltında tutulan insanlara karşı kötü muamele ve işkenceye karşı organize bir cezasızlıktan bahsedebilir miyiz?
“Sistematik işkence, adam kaçırma, zorla kaybetmeler, yargısız infazlar da dahil olmak üzere Kürt halkına yönelik en bariz insan hakları ihlallerinden bazılarına rağmen, Türk makamları bu ağır insan hakları ihlallerine tepki göstermeye istekli değildir. Rapor, Türkiye’de devlet yetkilileri tarafından işlenen insan hakları ihlalleri söz konusu olduğunda dokunulmazlığın neredeyse bir norm haline geldiği sonucuna varmıştır.” deniliyor.
SİYASİ SÖYLEM, CEZASIZLIK ÖRÜNTÜSÜNÜ GÜÇLENDİRİYOR
Mütalaa kısmında ise şu cümlelere yer veriliyor: “Sunulan raporlara, belgelere ve ifadelere dayanarak, Tribünal, Türkiye’de 1980 ‘den beri hakim olan ve özellikle 15 Temmuz 2016’daki darbe girişiminden bu yana son yıllarda benzeri görülmemiş seviyelere ulaşan bir cezasızlık kültürünün olduğu görüşündedir. Tribünal, raporun, cezasızlığa kümülatif olarak katkıda bulunan ve sorunun organize ve kurumsallaşmış doğasını gösteren beş bağlantılı nedeni tanımladığını kabul eder: (i) eksik yasal yapı, (ii) cezasızlık örüntülerini güçlendiren siyasi söylem, (iii) devlet ajanlarını sorumlu tutmak için siyasi irade eksikliği, (iv) savcılar tarafından etkisiz ve gecikmiş soruşturmalar ve (v) bağımsız bir yargının eksikliği.
İSTEKSİZLĞİN NEDENİ, SİYASİ SÖYLEMLER
“Tribünal, işkence ve zorla kaybetme gibi ciddi insan hakları ihlalleri iddialarına ilişkin etkili soruşturmaların olmamasının, savcıların devlet yetkilileri tarafından işlenen suçlar hakkında soruşturma başlatmaya yönelik siyasi söylemlerinin neden olduğu isteksizliğin bir sonucu olduğunu not eder. Ayrıca, Tribünal, Türk yasaları kapsamındaki cezasızlık maddelerinin99, devlet memurlarının, kamu görevlilerinin, güvenlik güçlerinin ve istihbarat servislerinin personelinin kovuşturulmasını – en azından uygulamada100 – hükümet tarafından kontrol edilen ilgili idari makamın iznine tabi kıldığını gözlemlemektedir.”
2010-2013 YILINDA YARGI ALANINDA ÖNEMLİ REFORMLAR YAPILDI
Mütalaanın 5. bölümü ‘Yargı Bağımsızlığı ve Adalete Erişim’. “Türkiye’nin yargı sistemini uluslararası koruma altındaki bağımsızlık ve tarafsızlık standartlarına uygun olarak değerlendirebilir miyiz? Türkiye yargı sistemini, insan hakları ihlallerinde adalete tam erişim ve etkin yargı koruması sağlayan bir sistem olarak değerlendirebilir miyiz?” sorularına cevap aranıyor.
Ardından yargı bağımsızlığının önemine vurgu yapan yasalar hatırlatılıyor. Tanık ifadelerinin ardından ise mütalaaya yer veriliyor:
“Tribünal, Türkiye’nin 2010-2013 yılları arasında hukuk ve yargı sisteminde önemli reformlar yaptığını gözlemlemektedir. Tribünal, özellikle insan haklarının korunması için bireysel başvurular almak amacıyla Anayasa Mahkemesinin yetkilerini genişleten ve HSYK üyelerinin oluşumu ve atama prosedürünü değiştiren 2010 yılında kabul edilen anayasa reformuna atıfta bulunur. Bu reform, yargı bağımsızlığının sağlanması ve insan hakları ihlalleri durumunda bireylerin adalete erişiminin güvence altına alınması yolunda atılmış doğru bir adımdı.”
GEZİ’YLE BİRLİKTE HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ İSTİKRARSIZLAŞTIRILDI
“Bununla birlikte, Tribünal, yürürlükteki yasal çerçevenin etkili korumalar sağlamasına rağmen, hükümetin Haziran 2013 ‘teki Gezi Parkı protestolarına ve Ayrıca Aralık 2013’de üst düzey devlet yetkililerinin yolsuzluk nedeniyle yargılanması yönündeki somut tehdide verdiği tepki ile hukukun üstünlüğünün çok hızlı bir şekilde istikrarsızlaştırıldığını endişeyle belirtir.”
HSYK’NIN BAĞIMSIZLIĞI KISITLANDI
“İlk olarak, Tribünal, yargının bağımsızlığını bozan çok sayıda yasa değişikliğinin kabulünü not eder. Özellikle, HSYK’nin bağımsızlığını kısıtlayan 26 Şubat 2014 tarihli 6524 sayılı yasaya atıfta bulunur. Her ne kadar bu yasa daha sonra Anayasa Mahkemesi tarafından ex tunc ile iptal edilmiş olsa da, Tribünal, o zamana kadar çok sayıda hakim ve savcının rızaları olmadan transferine, davaların yeniden tahsis edilmesine ve şeffaf olmayan bir seçim süreciyle ve yeterli eğitim olmadan yeni hakimlerin atanmasına temel oluşturduğunu gözlemler.”
YARGI ÜZERİNDEKİ SİYASİ KONTROL GÜÇLENDİRİLDİ
Dahası, HSYK ve Anayasa Mahkemesi üzerindeki siyasi kontrol, 20 Ocak 2017 ‘de kabul edilen ve üyelerinin seçim ve atama prosedürlerini değiştiren birkaç Anayasa değişikliğiyle güçlendirilmiştir. Yürütmenin yargı üzerindeki kontrolünü engelleyen yasal hükümler, Tribünal’in kanaatine göre, yargının bağımsızlığına ilişkin geçerli uluslararası ilkelerin açık bir ihlalidir.
İkincisi, zorla yer değiştirmelere ek olarak, Tribünal, HSYK tarafından hazırlanan bir listeye dayanarak, darbe girişimi sonrasında yaklaşık 4.560 hakim ve savcının toplu olarak görevden alındığını endişeyle not eder.”
15 TEMMUZ SONRASI, YARGIYA GÖZDAĞI VERİLDİ
“Üçüncüsü, mahkeme, hükümet tarafından onaylanmayan kararları kabul eden veya soruşturmaları gerçekleştiren çok sayıda hakim ve savcının, darbe girişiminden sonra bir terör örgütü üyeliği şüphesiyle çabucak tutuklandığını ve mahkeme öncesi gözaltına alındığını belirtmektedir. Bu, mahkemenin kanaatine göre, yargıya ciddi bir gözdağı teşkil eder.
Mahkeme, böyle bir durumda yargının bağımsızlığının olmaması ve yasal çerçevenin eksikliğinin Türkiye’de adalete etkin erişimin özünü bozduğu görüşündedir. Bu bağlamda, AİHM’nin Selahattin Demirtaş v. Türkiye113 davasındaki 22 Aralık 2020 tarihli kararında gözlemlediği gibi, çok belirsiz ve aşırı geniş yorumlanmış ulusal terörle mücadele cezai hükümlerine atıfta bulunur.”
“Tribünal’in kanaatine göre ve yargının bağımsızlığının yanı sıra yaygin hale gelmis olan cezasızlık kültürüne atıfta bulunarak (4. Bölümde ele alınmıştır), Türkiye’de yargı sisteminin mevcut durumunda adalete etkin erişimin olduğu ve dolayısıyla temel insan haklarının korunduğu söylemi yanıltıcıdır.”
TÜRKİYE’DE İNSANLIĞA KARŞI SUÇ İŞLENİYOR
Raporun son bölümünde ise ‘İnsanlığı Karşı Suçlar’a yönelik önemli tespitlerde bulunuluyor. Mütalaa bölümünde şu ifadeler kullanılıyor: “Tribünal, belirli durumlarda potansiyel bireysel cezai sorumluluğu değerlendirme yetkisine sahip olmadığını kesin bir şekilde vurgular. Bununla birlikte, Tribünal’e, kendi kanaatine göre Türkiye’de gerçekleşen ve gerçekleşmeye devam eden işkence ve adam kaçırma eylemlerinin onları uluslararası teamül hukuku uyarınca insanlığa karşı suç olarak nitelendirmeye izin verecek belirli, küresel bir bağlamın parçası olup olmadığı konusunda bir mütalaada bulunması çağrısında bulunulmuştur.”
MÜTALAANIN TAMAMI İÇİN LÜTFEN LİNKİ TIKLAYIN…
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***