YORUM | PROF. MEHMET EFE ÇAMAN
Rahat uyumak gibisi yoktur. Rahat uyku, genelde diktatörlerin sahip olamayacağı nadir lükslerdendir. Diktatörlüğün fıtratı budur. Ben, bu nedenle diktatörlerin işinin kolay olmadığını bilirim. Diktatör nadiren tüm gücü kontrol edebilir. Çoğunlukla iktidarını koalisyon üzerine oturtmak zorundadır. Koalisyonun temeli inanç değil, menfaattir. Etraflarında meydana getirdikleri çıkar topluluğu, leşe gelen akbabalar kadar açlıktan gözü karartmış, birbirlerine kocayan kurdun avından parça kopartmaya çalışan sırtlanlar kadar kolay ihanet eden ve tilki kadar kurnazdırlar. Bu tayfayı yandaş etmek tehlikeler içerir. Her an biri gelip sizi alaşağı edebilir. Bu nedenle diktatörler rahat uyuyamaz.
Eskiden monarkların soytarıları olurdu. Yaptıkları şaklabanlıklarla onları güldürürlerdi. Hop oturan hop kalkan, taklalar atan, dil çıkaran, birbirini tokatlayan, ağlayan, üç top jonglörlük ve cambazlık yapanları vardı. Kralı ya da sultanı eğlendirmekti görevleri. Görevlerini tamamlar, akşam evlerine gider, hayatlarına devam ederlerdi. Soytarılar soytarılığı karakterleri soytarılık olduğu için yapmazlardı. Bu onların işiydi. Birçok soytarı, bilakis, bazen komiklik yaparken, hiç kimsenin söyleyemeyeceği şeyleri pat diye güçlü adamın yüzüne yapıştırıverir, sonra da hiçbir şey olmamış gibi işi soytarılığa vurur, yaptıkları latent tenkidi ve kinayeyi unuttururlardı. Soytarılar arasından şahsiyetli olanları nam yapar, bazen sivri dillerinden dolayı kellelerinden olurlardı. Yaptıkları iş, işti. Soytarılık bir meslekti.
Bir de krala/sultana methiyeler düzen methiyeciler vardı. Bazıları şairlerden, bazıları vezirlerden, bazıları kadılardan, bazıları askerlerden, bazılarıysa âlimlerden çıkardı. Bunlar soytarılığı meslek olarak değil, karakterleri icabı yapan kişilerdi. Dalkavuk ve çıkarcıydılar, ikiyüzlüydüler, fırsatçıydılar, haindiler. Hepsinden önce, alçaktılar. Methiyeciler soytarılar gibi yaptıkları şaklabanlıkları doğaları gereği yapmaktaydılar. Soytarı maaşını/ulufesini/ödülünü, artık her neyse, alır, çeker giderdi. Oysa methiyecilerin gönüllü soytarılığı süreklilik ihtiva ederdi. Methiyeciler, yağcılıkta birbirleriyle yarışır, monarkın beğenisini hak etmeye uğraşırdı. Monarklardan şahsiyetli olanı çıktığında, ilk işi methiyecileri yanından uzaklaştırmak olurdu. Ama eğer monark da methiyecilerin maharetinden medet umar hale geldiyse, genelde saraydaki dedikodu, bir sonraki sultanın ya da kralın kim olacağı konusuna odaklanırdı. Methiyecilerin vıcık-vıcık methiyeleri aleni hale geldiğinde, aklıselim sahibi ve mantıklı saray camiası bir sonraki dönemin bekleyişine girerdi. Şahsiyetli olan devlet erkânı, genelde rahatsız edici methiyeler etrafa saçıldığında susar, yüzlerinin kızardığını belli etmemek için başlarını öne eğerdi. Diğerleri, methiyenin ardından, sultanın veya kralın daha fazla takdirine nail olma ümidiyle, önceki methiyeden daha çiğini yapmaya gayret ederlerdi. Böylece bir şahsiyetsizlik müsabakası başlardı. Zayıf monark, esasında bu müsabakanın yegâne kaybedeni olsa da, zafiyetinin bir tezahürü olsa gerek, methiyecilerini methiyeleriyle doğru orantılı olarak mükâfatlandırırdı. “Padişahım çok yaşa”, “Allah haşmetmeaplarına zeval vermesin”, “devletlû sultanımız”, “mevcudiyet sebebimiz canımız efendimiz” naraları arasında saray hayatı devam ederdi. Akşam eve varan methiyeci taife, ertesi güne yapacakları methiyeler üzerinde çalışırlardı. Yani soytarıların mesaisi gösterileri sonrasında bitse de, methiyeci taifenin mesaileri sabahtan akşama sürer giderdi.
Ne zaman ki monark ölür ya da tahtını terke zorlanır, o zaman yeni gelen monark, ilk iş o methiyeci tayfayı yanından uzaklaştırır, hatta bazılarının da ibret-i âlem için kellelerini alırdı. Eğer şahsiyetli bir adamsa, yoluna dürüst vezirleriyle ve hizmetlileriyle devam ederdi. Değilse, kendine yeni methiyeciler bulurdu. Daha doğrusu burnu iyi koku alan şahsiyetsiz methiyeciler, methiyeleri bu yeni monark için düzmekte gecikmezlerdi. Her iki halde de, soytarılar için değişen bir şey olmazdı. Onlar soytarılığı memuriyet olarak, profesyonelce yapıyorlardı. Şahsiyetlerinden vazgeçmeden mesleklerini icra ediyorlardı.
Leşe dadanacak olan gözü kara akbabalar, kocayan kurdun etini çalmaya niyetli sırtlanlar ve çakallar ve de kurnaz tilki, fırsatları değerlendirir. Methiyeci dalkavuk şahsiyetsizler de dönemin havasına gayet uygun, yanaştıkları ve fena halde bağlı oldukları diktatörlerine daha iyi nasıl hizmet edeceklerini düşünür durur. Methiyecilerin bazıları gözü kara akbaba, bazıları eti çalmak için kuyruk sallayan sırtlan ve çakal, bazılarıysa kurnaz tilkidir.
Bir de öyle ar damarı doğuştan çatlak, dalaklı-dalaksız, ama kesin olan o ki bîşahsiyet dalkavuk methiyeciler vardır ki, onlar leşe dadanacak gözü kara akbabaya da, kocayan kurdun etini yürütmeye çalışan sırtlan ve çakala da, fırsat kollayan kurnaz tilkiye de külahlarını ters giydirir! Doğuştan ar damarı çatlak, dalaklı-dalaksız, ama kesin bîşahsiyet bu üstad-ı dalkavuklar, dünyaya nadir gelir, çoğu zaman da tek dönemle sınırlı kalmayan ballı kaymaklı bir kariyer yapar. Sahiplerinin değişmesi önemli değildir. Sahipleri güçlüyken, onun atacağı bir kemiğe fittirler, sahipleri kocayıp güçsüzleşince de kemikle yetinmez, ilk fırsatta baldırından koparabilecekleri iri parça etin rüyasını görmeye başlarlar.
Methiyeciliğin artık zıvanadan çıktığı ülkenin diktatörü, methiyeciliğin oranındaki yükselmeye oranlı şekilde, daha az rahat uyku yüzü görmeye başlar. O ne huzursuzluktur, o nasıl bir beklentidir, o nasıl bir yalnızlaşmadır, klostrofobidir, kabir azabına tekabül eden ruh halidir, kim bilir! O bir gidişin muştucusudur, bir çürümenin kokusudur, bir çöküşün ilk çatırdamalarıdır, gelmekte olanın gelişine dair bir emaredir. Artık hayat diktatör için de, methiyeci yalakalar için de zordur. Rahatın, sefanın, iktidarın, ihtişamın ve gücün pik yaptığı momentum, sonun başlangıcıdır. Methiyenin doruğa ulaştığı an, her şey ağır çekim gibi olur, zaman yavaşlar, hatta durma noktasına gelir.
***
Abdülkadir Selvi, Erdoğan’ın basketbol oynama videosunun servis edilmesinin ardından, “Basketler Reisten” başlıklı bir köşe yazısı kaleme almış. Maşallah. Kaleme kuvvet! Diline bereket! Maç esnasında kaptan Erdoğan’ın insani sıcaklığını vurgulayan Selvi, Erdoğan’ın insani yönü en güçlü lider olduğunun altını çiziyor ve “Pıt-Pıt Şeker” kedisini nasıl da sevdiğini bizlerle paylaşıyor. İETT’de futbol oynarken Fenerbahçe’den teklif alan Erdoğan’a “İslamcı Pele” lakabını takmışlar mıydı, maalesef bu detaya girmeyi ihmal etmiş. Canı sağ olsun. Belki o da bir sonraki yazıda irdelenir. Erdoğan kriz anlarında dahi milli maçları kaçırmazmış. Hatta Olimpiyatlarda Türkiyeli atletlerin müsabakalarını kaçırmamak için saatini kurarmış. Zarafete, inceliğe, âlicenaplığa, gönül zenginliğine ve insan sevgisine de giriyor satır aralarında. Erdoğan “Ben de sporcunun zeki ve çevik olanını severim” demiş midir, bunu da yazmamış Selvi. Bende bir merak, bir merak! Bak, o cümleye ben olsam “ahlaklısını” kelimesini de eklerdim. Olmayan birçok şeyi varmış gibi yazıya eklemek, hüsn-i zandır! Bu tecrübede olan Selvi ayarında bir yazarın bu ince detayları ihmal etmeyeceğinden eminim ben. Köşe onun nasılsa. Gün doğmadan ne konular çıkar, daha ne cümleler kurulur! Siyaset, Selvi’nin tespit ettiği üzere, Türkiye’de gerçekten de hayatın renklerini ıskalamamıza neden oluyor. Oysa Türkiye’de hayat çok ama çok renkli! Öyle değil mi, Selvi?
***
Selvi’nin “Basketler Reisten” başlıklı yazısı, bence uçmakta olan uçağın motorlarının durduğu andır. Bu bir dönemin sonudur. Gelmekte olanın geldiğine dair en kuvvetli emarelerden biridir. Herkes kemerlerini bağlasın, serbest düşüş başlıyor. Akbabalar, sırtlanlar, çakallar ve tilkiler, insanlara göre nasıl da masum!
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***