YORUM | YAVUZ ALTUN
Önce biraz mitoloji… Prometheus ismini duymuşsunuzdur. Titanlardan, ateş tanrısı Prometheus, kardeşi Epimetheus’la birlikte, titanlarla Olympos tanrıları arasındaki savaşta, Olympos’un tarafında yer almışlardı. Çünkü savaşı tanrıların tanrısı Zeus’un kazanacağını biliyorlardı. Bunun üzerine Zeus, Prometheus ve kardeşine Dünya’daki “ölümlüleri” yaratma işini verdi. Prometheus insanları, Epimetheus da hayvanları yaratacaktı. Bir süre sonra Prometheus, insanların dünyada fazla korunaksız olduğunu düşünerek Zeus’tan ateşi onlara vermesini istedi. Zeus buna yanaşmayınca, Prometheus tanrılar katındaki ateşi alıp insanlara hediye etti ve böylece “medeniyeti” başlattı. Ancak Zeus buna öfkelenerek Prometheus’u Kafkas Dağları’na zincirledi ve bir kartalı her gün ciğerlerini gagalamaya gönderdi. Ertesi gün Prometheus’un ciğerleri yenileniyor ve aynı acıyı tekrar yaşıyordu.
Zeus’un öfkesi yine de dinmedi. Bu kez hıncını kardeş Epimetheus’tan çıkarmaya karar verdi. Meşhur güzellik tanrıçası Afrodit’in suretinde, Pandora isminde bir kadın yarattı ve Epimetheus’la evlenmesi için dünyaya gönderdi. Prometheus, kardeşini uyarmayı başarsa da, Epimetheus, Pandora’nın güzelliğinden büyülenmiş ve onunla evlenmeyi tercih etmişti. Düğün gecesi Zeus, Pandora’ya bir kutu hediye etti. İçinde açgözlülük, ıstırap, kıskançlık, savaş, salgın hastalıklar, kıtlık gibi bireysel ve toplumsal felaketler saklıydı. Pandora’ya “Bu kutuyu sakın açma” dese de, onu meraklı bir fıtratta yaratan da kendisiydi. Pandora, sonunda kutuyu açtı ve çıkanları görünce hızlıca kapattı. Ama kutunun içindekiler, tek bir şey hariç, dışarı çıkmıştı. İnsanlık böylece ateş nimetinin karşılığı olarak, felaketlere maruz kalacaklardı.
Kutuda kalan o son şeyin “umut” olduğu söylenir. Efsane bu ya: İnsanlar, Pandora’nın kutusundan çıkan onca kötülüğe rağmen, o kalan umuda sıkı sıkı sarılacaklardır. Modern öncesi ve modern dönem edebiyatın, sanatın en çok işlediği konulardan biridir Pandora’nın kutusu. Onu açmak, bazen felaketleri çağırmak, bazen de belirli bir kişinin ipliğini pazara çıkaracak ve onu yok edecek gizlilikleri ifşa etmek anlamında kullanılageldi.
Önceki gün ortaya saçılan offshore hesaplarla ilgili haberlerin başlığı da bu kıssaya referanslı: Pandora Papers. Yaklaşık 12 milyon dokümanı içeren yeni sızıntı dosyalarını 117 ülkeden 600’den fazla gazeteci aylardır çalışıyordu. Eş zamanlı yayınlanan haberleri ve kimlerin offshore hesaplar aracılığıyla neleri alıp sattığını, ne kadar vergi avantajı sağladığını ya da ne kadar kara para aklandığını okumuşsunuzdur.
2013’te “Offshore Leaks”, 2016’da “Panama Papers”, 2017’de “Paradise Papers” ve şimdi de “Pandora Papers”. Bu kadar çok doküman ve belgenin ortaya saçılabilmesinin en önemli sebebi, bu işleri yürüten çok sayıda “danışmanlık şirketi” bulunması. Öyle ki, eğer çok zengin ya da çok nüfuzlu biriyseniz, muhasebecinizin bu yöntemleri kullandığından haberiniz bile olmayabiliyor. Mesela Belçika gibi küçük bir ülkede bile, 1,200’ün üzerinde kişinin bu son sızıntıda adı yer aldı.
Uluslararası Araştırmacı Gazeteciler Konsorsiyumuna (ICIJ) göre, bu offshore alanlarında 5.6 trilyon dolarla 32 trilyon dolar arası bir paranın dolaşımda olduğu tahmin ediliyor. IMF’ye göre, her yıl bu kayıt dışı para yüzünden 600 milyar dolarlık vergi kaçırılıyor. Zengin sınıfın vergiden çaldığı her bir dolar, sıradan vatandaş için daha kötü yol, su, elektrik, sağlık, konaklama ve eğitim demek.
İşin ilginç yanı, bu işlemler yasalardaki boşluklardan faydalanıyor. Yani bir insanı, offshore hesabı olduğu için yargılayamıyorsunuz. En fazla medyada, 2013’ten bu yana yapılageldiği üzere, ifşa edebiliyorsunuz. Eğer ülkenizde “etik değerler” politik olarak anlamlı ise, onur istifalarına sebep olabiliyor. Ama birkaç gündür uluslararası basının bir numaralı gündemi olan Pandora Papers, Kenya’dan Ukrayna’ya, Ürdün’den Rusya’ya, Ekvador’dan Azerbaycan’a kadar çeşitli siyasetçileri itham ettiği hâlde, değişen pek bir şey olmadı. Suratlar teflon.
Son yıllarda çeşitli ülkelerden gazeteciler bir araya gelerek, politik elitlerin ve iş dünyası oligarklarının peşinden gitmeye, yolsuzluklarını ortaya çıkarmaya devam etse de, kayıt dışı para transferleri ve kara para aklama mekanizmalarını ortadan kaldırması gereken kişiler, bizatihi bu sistemden faydalandığı müddetçe, tünelin sonunda ışık görünmüyor.
Bir başka Pandora’nın kutusu öyküsü de, internetin en güçlü şirketi Facebook etrafında yaşanıyor. Geçtiğimiz haftalarda Wall Street Journal gazetesi, şirket içi bir kaynaktan aldığı dosyaları, The Facebook Files adıyla haberleştirdi. Bu haberlerin genel teması şuydu: Facebook, bünyesinde bulunan – Instagram da dâhil olmak üzere – sosyal medya platformlarının topluma verdiği zararları biliyor, yapması gerekenlerin de farkında fakat bu hamleler ticari olarak kârlı olmadığı için hiçbir şey yapmamayı, sadece medyada haber olursa konuyla ilgilenmeyi tercih ediyor.
Mesela Facebook aracılığıyla Myanmar’da Rohingya Müslümanlarına yönelik soykırımı meşrulaştıran nefret mesajları yayılmış, yine Kuveyt gibi bazı Körfez ülkelerinde Instagram ve Facebook aracılığıyla genç kadınlar, çocuklar köle gibi alınıp satılmış ve şirket bunların farkına vardığı hâlde tepkisizliği seçmiş. Yine Facebook içinde yapılan bir araştırmada Instagram algoritmasının genç kullanıcılarının yüzde 13’ü üzerinde ciddi psikolojik sorunlara yol açtığı öğrenilmiş fakat hiçbir adım atılmamış.
Bu haberler, Facebook üzerindeki baskıyı bir miktar arttırdı ve “13 yaş altı çocuklar için Instagram” gibi projeler askıya alındı. Derken, bu haberlerin kaynağı olan eski Facebook çalışanı Frances Haugen, CBS’in meşhur “60 Minutes” programına çıkarak “açık mücadeleye” karar verdi. Haugen’in anlattıkları, uzmanların bugüne kadar sosyal medya platformlarıyla ilgili uyarılarının teyidi niteliğindeydi.
Haugen, Facebook’un tek önceliğinin kâr etmek olduğunu söylerken, sosyal medyanın çok bilinen fakat artık kanıksanan “reyting” mekanizmasını da şöyle açıklıyor (mealen): “Eğer Facebook’ta ya da Instagram’da bir saat vakit geçireceksen, aşağı yukarı 100 içerik görebilirsin. Ancak buralarda her gün binlerce içerik üretiliyor. Haliyle algoritma sana, en çok etkileşim vereceğin içerikleri göstermek için geçmişteki davranışlarını kullanıyor. Maalesef insanlığın marazlarından biri de, öfke ve nefret duyguları yayan içeriklere daha fazla tepki vermesi. Bu durumda, Facebook ve Instagram’da en çok öne çıkarılan içerikler, sansasyonel, tabir-i caizse insanların ‘damarına basan’ şeyler oluyor.”
Gün içinde Twitter’da en çok RT, yorum ya da like alan “haberleri” bir düşünün, bunların çoğu zaman öfkeye yol açacak sözler ya da gelişmeler olduğunu çabucak fark edeceksinizdir.
Facebook (ya da diğer platformlar) bundan vazgeçebilir mi? Evet. Ancak bunu yaparlarsa, insanların sosyal medyada vakit geçirme ve etkileşim gösterme sıklığı azalacaktır. Bu durumda, şirket zarar edecektir. O halde niye vazgeçsin?
Bu hikâye, geleneksel medyayı iyi bilenler için pek yabancı değil. Dünyada “bulvar gazeteciliği” denilen ve kışkırtıcılığı, sansasyonu ve 3. sayfa haberciliğini öne çıkaran bir tür var maalesef. İngiltere’de “tabloid gazeteler” bunun öncüleri. Almanya gibi “huzur ve refah peşinde koşan” bir ülkede bile bu tarz gazeteciliğin duayenlerinden Bild, en çok satan gazete. Bild modelini (aynı zamanda Bild’in sahibi Axel Springer’le ortaklık da kurarak) Türkiye’ye “başarıyla” uyarlayan Hürriyet (ve Ertuğrul Özkök) yıllarca en etkili mecra oldu. Şimdilerde Avrupa’da ya da ABD’de “aşırı sağcı, popülist” partilerin Facebook’u en çok kullanan siyasal oluşumlar olması da tesadüf değil.
Facebook’un en büyük problemi, 2.8 milyar kullanıcısının her gün ürettiği milyarlarca içeriği tek tek kontrol etme ihtimalinin bulunmaması. Bu, Facebook’a bir “sorumluluk” yükler mi? Uzmanlara göre “evet” çünkü internette nefret söylemi yayan, yer yer komploculuğu teşvik eden, sahte ve kışkırtıcı haberlerle insanları manipüle eden içerikler, taşıdıkları “sansasyon” potansiyeli sebebiyle, mevcut Facebook algoritmasında çok hızlı yayılabiliyor. Bu durumda, Facebook’un kullanıcıları ekran başında (ve öfkeli) tutmak için geliştirdiği algoritması, tam da kötü kullanımı teşvik eden, ödüllendiren bir yapıya sahip.
MIT’nin 2018’de yaptığı bir araştırma, yalan haberin sosyal medyada gerçek haberlerden kat be kat hızlı yayıldığını ortaya çıkarmıştı. Yalan bir haberin Twitter’da RT edilme olasılığı, gerçek bir haberden yüzde 70 fazla çıkmıştı.
Geleneksel medyadaki muadilleri yıllarca “Kardeşim, halk bu tarz haberleri seviyor!” diyerek sorumlu habercilikten kaçındı ve kolay yoldan gelen “popülerliğin” ve kârlı ticaretin tadını çıkardı.
İnternet çağında hemen her gün yeni bir Pandora’nın kutusu açılıyor fakat bunlar “titanları ya da tanrıları” devirmeye yetmiyor. Bilakis, mitolojik hikâyelerde olduğu gibi felaketler hep biz fanilerin üzerine yağıyor. Para kazanmak üzere kurulmuş şirketlerden “daha az para kazan” çağrısına uymalarını beklemek biraz saflık. Öte yandan devlet eliyle yapılacak regülasyonları arkadan dolaşacak bir “akıllı” her zaman çıkacaktır. Bana kalırsa çözüm, toplumların “bilinçli kullanıcı” hâline gelmesinde. Sosyal medya (ve tabi genel medya) okuryazarlığı, küçük yaşlardan itibaren eğitim formasyonun bir parçası olmalı. Bu türlü ifşalar bize, toplumu koruyacak “bilgiyi” üretme şevki vermeli.
Prometheus haklıydı, insan yaratılışından zayıf bir varlık. Kendini dünyanın şerrinden koruyacak bir “ateşe” ihtiyacı var. Tevfik Fikret o meşhur “Promete” şiirinde bu ateşin “irfan” olduğunu vurgulamıştı: “Gör dâima önünde esâtir-i evvelin / Gökten dehâ-yı nârı çalan kahramânını…”
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***