KENT YAZILARI | ALPER ENDER FIRAT
2012 yılının Mayıs ayında havaların bahardan yaza döndüğü bir zamanda Limni’ye doğru yola çıkmıştık. Yolculuk İstanbul’dan başlamış, Çanakkale’ye otobüsle geldikten sonra, Kepez limanından Limni’ye feribotla devam etmiştik.
Limni adası, Kuzey Ege’de Gökçeada’nın biraz ilerisinde Balkan Savaşlarına kadar 450 yıl Osmanlı egemenliğinde kalmış bir ada. Bir rivayete göre Lozan’da Gökçeada ve Bozcaada’yla birlikte Limni de Türkiye’ye bırakılmıştı ama anlaşma metne geçirilirken bu adayı yazmayı unuttuklarından ada Yunanistan’da kalmıştı.
Limni’ye, Niyazi Mısri’nin kabrini ziyarete gidiyoruz ve ekip de bir hayli kalabalık. Aralarında Mahmut Erol Kılıç, Semih Kaplanoğlu, Tuğrul İnançer, Cemalnur Sargut, Prof. Dr. Mustafa Kara, Bülent Keneş gibi isimlerin yanında Malatya Belediyesi yetkililerinin de olduğu 200 kişilik bir ekiple feribot hareket etmişti.
Her yolculuk gibi Limni yolculuğu da benim için son derece heyecan vericiydi “Başka kentin insanlarını” görecektim yine.
Niyazi Mısri’nin ismini ilk defa İhtiyarlar Risalesi’nde (26. Lema) duyduğumda onun Bediüzzaman gibi ömrünün büyük bölümünü zindanlarda, sürgünlerde geçirdiğini bilmiyordum. İlmin onurunu korumaktan hiç korkmayan, hak edene sözünü sakınmayan, padişah da vezir de olsa duruşundan taviz vermeyen, bu yüzden ömrünü zindanlarda, sürgünlerde geçirmiş bir büyük mütefekkir olduğunu çok sonraları öğrenmiştim.
Bir defa Rodos’a, iki defa da Limni’ye olmak üzere üç sürgün ve tam 16 yılını mecburi ikametlerde geçirmişti. Devrin devlet ricali ve kıskanç ulamanın sebep olduğu bu sürgünler ve ayağında bukağıyla defnedilmekle hayatı son bulmuş bir büyük veli…
Kim bilir, belki de kendisiyle bu kadar benzeşmesi sebebiyle, Niyazi Mısri ile böylesine bir kalbi yakınlık hissetmişti Bediüzzaman. Bu yüzden tarihin tozlu sayfalarından çekip günümüze taşımıştı.
Bediüzzaman 26. Lema’da ömür sermayesini yeterince değerlendiremediğini, Mısri’nin şiirleriyle anlatıyor.
“Bir zaman ihtiyarlığa ayak bastığımdan, gafleti idame ettiren sıhhat-i bedenim de bozulmuştu. İhtiyarlıkla hastalık müttefikan bana hücum etti. Başıma vura vura uykumu kaçırdılar. Çoluk-çocuk, mal, gibi beni dünya ile bağlayacak alâkalar da yoktu. Gençlik sersemliğiyle zayi ettiğim sermaye-i ömrümün meyvelerini, bütün günahlar, hatîatlar gördüm. Niyazi-i Mısrî gibi feryad eyleyerek dedim:
“Bir ticaret yapmadım, nakd-i ömür oldu hebâ,
Yola geldim, lâkin göçmüş cümle kervan bîhaber.
Ağlayıp, nâlân edip, düştüm yola tenhâ, garip,
Dîde giryan, sîne biryan, akıl hayran, bîhaber.”
Niyazi Mısri son sürgüne maruz kaldığında 76 yaşındadır. Padişah İkinci Ahmet zamanında Niyazi Mısri’nin iş başındaki hainleri tek tek padişaha bildireceği şayiası devlet adamları arasında özellikle de Kadızadelilerden Mehmet Efendi’de telaş uyandırır. Sadrazam Bozoklu Mustafa Paşa, sefere çıkılmadan Niyazi Mısri’nin duasını almak isteyen Sultan İkinci Ahmet’i “büyük bir fitne zuhur edeceği” telkiniyle, vazgeçirir.
Niyazi Mısri 30 Haziran 1693’te Edirne’ye Selimiye Camiinde vaaz vermeye geldiğinde, halk caminin etrafını hınca hınç doldurmuş kalabalıktan içeri girilemez olmuştur. Bu durumu gören Sadrazam, Mısri derhal tutuklanıp sürgün edilmezse büyük bir karışıklık çıkacağına padişahı inandırır. Onun Limni’ye sürgünü hususunda kendisinden bir ferman alır, böylece Limni’ye tekrar sürülür.
Niyazi Mısri bu defa çok incinmiştir ve giderken “Osmanlı’nın inkırazı (çöküşü) için dördüncü kat semaya bir kazık çaktım, bu kazığı benden başka kimse çıkaramaz,” der. Ayağında bukağı ile bir arabaya bindirilip palas pandıras yola çıkarılır. 17 Mart 1694’te sürgünde iken bu adada vefat eder. Vasiyeti üzerine ayağındaki bukağı ile adaya defnedilir.
Limni’ye yola çıkarken Niyazi Mısri’nin Osmanlı bürokrasisiyle sorunlar yaşadığını, kendisine yapılan zulümler ve sürgünler yüzünden çok ah ettiğini biliyordum.
Feribotumuz Limni’nin Myrina kasabasına ulaşmış, oradan Varos köyünde kalacağımız yere geçmiştik. Gelen heyetler Niyazi Mısri ile ilgili konuşmalar yaptı, programlar düzenlendi. Biz Bülent Keneş ile bir fırsat bulup adanın diğer yerleşim yerlerini görmek için bir araç bulduk ve ilk olarak Mısri’nin kabrinin olduğu Myrina’nın denizden karşısında olan bir yere geldik.
Ancak gidene kadar o yerleşim yerinin ismini bilmiyorduk. Meğer geldiğimiz yer Mondros’muş. Bilmeden geldiğimiz bu küçük balıkçı kasabasının ismi, bizim tarihiminiz en kritik anlaşmalarından birinin yapıldığı Mondros’muş.
Doğrusunu isterseniz Osman Devletinin fiilen ortadan kalktığı Mondros Mütarekesinin nerede imzalandığını, daha doğrusu Mondros’un nerede olduğunu çok merak ederdim. Çocukluk ve gençlik yıllarında coğrafyaya çok meraklı birisi olarak Mondros’un nerede olduğunu bilmemek ağırıma giderdi. O yıllar bir bilgiye bugünkü kadar kolay ulaşmak mümkün değildi. Lisede coğrafya ve tarih öğretmenlerimin bile Mondros’un nerede olduğunu bilemediklerini daha dün gibi hatırlıyorum. Bugün bile Mondros’un nerede olduğunu ezberden bilebilen insan sayısı çok azdır.
Mondros meğer Limni adasında, Niyazi Mısri’nin kabrinin karşısındaymış.
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***