Söylemiştim sana, “Aşk benim kurtuluşum, soluğum, özgürlüğümdür,” diye. Bu sıradan, bu bayağı hayattan, bu günlük, bu insanı haysiyetsiz bırakan korku ve kaygılardan, hesaplardan, kendimi korumak için girdiğim rollerden, baskılardan, aşkımla çıkabilirim ancak: “Aşk benim için ya he ya hiçtir,” diye.
Çünkü ben sizler gibi olamadım bir türlü.
Sizler çok “duygusalsınız!” Hormonlarınızın size her mevsim oynadığı küçük oyunlara kapılıp aşık olduğunuza inanıyor ve hemen kapılıp gidiyorsunuz; ya da sizler aşk diye birbirinizi kullanarak hayatın sizde açtığı yaraları iyileştiriyor, yıpranmış beklentilerinizi onarıyorsunuz. Sonra da geçip giden yazıların ardından ve güçlenmiş egolarınızla hesaplı ve korunaklı ilişkilerinize geri dönüyorsunuz. Beraberliklerinizin ya da aşk sandıklarınızın ardında he bir dönüş kapınız açık sizin. Sizler mevsimlik aşklarınızdan geriye, olduğunuz gibi geri dönersiniz. Bense çıktığım yolculuktan sakatlanmış olarak dönerim, hiçliğe!.. Ve bir kez daha ölmüş olarak. Tıpkı seninle yaşadıklarımdan sonra hissettiğim gibi… Söylemiştim, “Sana duyduğum aşkı, içimde derin ve ölümüne bir kök saldı.” diye. Sense benimleyken hayatın sende açtığı yaraları iyileştirmiş, yıpranmış benliğini onarmış, kırgınlıklarını, korkularını, zaaflarını bana yüklemiş, sana güven veren, korunaklı ilişkine geri dönmüştün. O kötü enerjini geçirdiğin sahipsiz bir toprak olmuştun sana…
“Onu sevdiğimi anladım, ona dönmeliyim,’” demiştin. Şimdi benim kanımla yeniden güçleniyor ilişkiniz. Şimdi ona okuduğun, ama benim sana yazdığım aşk şiirleriyle, öyküler ve yeniden doğuş efsaneleriyle besleniyor yakınlığınız. Şimdi ilişkinize benim çaresizliğim, itilmişliğim heyecan katıyor. Benden sevgini esirgeyerek, beni ölümün kucağına bırakarak ona döndün. Ne farkı var öyleyse, beraberliklerinizin, ilişkilerinizin, bu aşağılık, bu adaletsiz, bu esaret dolu hayattan? İlişkiniz benim safdışı edilmemle taçlanıyor şimdi… Safdışı etmek!.. Bu hayatı ne güzel özetliyor!..
Bilmeni isterim, sandığın gibi sadece kadınlar aşkla seviştikleri erkeklere bağlanmaz; kimi erkekler de aşkla seviştikleri kadınlara bağlanırlar. Savruk yılların soldurduğu bedenimin, şimdi sana umutsuzca bağlandığı gibi…
Uzun süre sana aşık olmamak için direndim. Sonra bu direnmeye daha fazla dayanamayacağımı anlayınca açtım kapılarımı. Ve kendimi hiç korumadan yaşamaya başladım seninle. Çünkü buydu benim için aşkın doğası. Kimse kendini korumaz. Ya he, ya hiçtir aşk. Ve aşkta yarın yoktur. Birlikte yolculuğa başlanır: İçerilere, kalplere, çocukluğa. Şefkatin ve sevginin esirgendiği günlere. Sonra o sevinçli ıstıraba… Bense sana inanmış, kalplerimize bu yolculuğu yaparken seni yanımda sanmıştım. Oysa sen benimle bu yolculuğa çıkarken, ardında hep açık bir kapı bırakmıştın; kaybolmamak ve çok acı çekmemek için ve sonra güvenli, korunaklı ilişkine geri dönebilmek için. Oysa sevgili, böylesi yolculuklara çıkarken geriye bakılmaz, tereddütlere düşülmez… Yitirmeyi ve çok acı çekmeyi göze almadan kimse kurtulamaz bu adaletsiz hayattan, bu sefil esaretten… Kimse gerçekten aşık olamaz.
Ben yitirmeyi ve çok acı çekmeyi göze aldığım bu yolculukta, bu inancımın coşkusunu yeniden yaşamak için her defasında gözlerine bakmıştım. Yazık, görememişim! Gözlerinin birinde kamera varmış!..
Şimdi sen hiçliğe bırakın beni. Ben bu hiçliğin içinden çıkı çok güç de olsa varlığımı, yani özgürlüğü yeniden bulabilirim. Ya sen sevgili! Gözünden hiç çıkarmadığın o kamerayla ve çok acı çekmekten ve yitirmekten he korkarak yaşarsan, nasıl kurtulacaksın bu esaretten; bu adaletsiz dünyadan?..
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***