İSTANBUL – 97’nci yılını geride bırakan cumhuriyet rejimi boyunca inkar-imha-asimilasyon siyaseti sürerken, direnen Kürt siyaseti her geçen gün daha da büyüdü. Tarihçi Mehmet Bayrak, “Ders alınmazsa çıkmaz derinleşir” dedi.
Asya, Afrika ve Avrupa kıtalarında asırlar boyunca “kılıç zoruyla” hüküm süren Osmanlı Devleti’nin yıkılışı sonrası mirasını devralan Türkiye Cumhuriyeti, kuruluşunun 97’nci yılını geride bırakıyor. “Halk egemenliği ve halkın kendi kendini yönetmesi” olarak tarif edilen cumhuriyetin kuruluşundan bu yana farklı etnik ve inançtan halklara yönelik imha ve inkar politikasından hiç vazgeçilmedi. Türklüğün esas alındığı 97 yıllık bu süreçte, halklar ne egemen olabildi ne de kendi kendilerini yönetebildi. Aksine bu süreç, halkların sahip oldukları özgürlüklerin de ellerinden alındığı bir dönem oldu.
İLK SÜREÇ
2’nci Meşrutiyet’in ilanına ön ayak olan İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin yönetimi ele geçirmesinin ardından Osmanlı’da çöküş süreci hızlandı. Mustafa Kemal Atatürk ve yol arkadaşları, çöküş sürecinde 1919’da “Samsun’a çıkış” yaparak, sonrasında Sivas ve Erzurum kongreleriyle bazı Kürtlerin ileri gelenlerini de arkasına alarak cumhuriyetin temellerini attı. Bu süreçte cumhuriyete “tehdit” olarak görülen Ermeniler başta olmak üzere gayrimüslimler büyük bir soykırımdan geçirildi. Ancak yine de ilk etapta yeni rejimin kuruluşu aşamasında coğrafyanın temel dinamikleri doğrudan dışlanmadı.
ÖZERKLİK SÖZÜ
Öyle ki “Milli Mücadele” olarak adlandırılan sürecin başlarından Kürtlere özerklik sözü verildi. 22 Ekim 1919’da kararlaştırılan Amasya Protokolü’nde Kürtlere muhtariyet (kendi kendini yönetme hakkı) verileceğine dair beyanlara yer verildi. Ancak söz konusu kısımlar uzun yıllar boyunca saklı tutuldu. 1921’de ilk Anayasa olarak kabul edilen Teşkilat-ı Esasiye’de de vilayetlere özerklik tanındı ve “egemenliğin halka ait olduğu” ilan edildi.
Mustafa Kemal, 16 Ocak 1923’te İzmit’te gerçekleşen basın toplantısında, “Başlı başına bir Kürtlük düşünmektense bizim Teşkilat-ı Esasiye Kanunu (Anayasa) gereğince zaten bir türlü özerklik oluşacaktır. O halde hangi livanın (bölge) halkı Kürt ise onlar kendilerini özerk olarak idare edeceklerdir” ifadeleriyle Kürtlere verilen sözü de doğruluyordu.
Mustafa Kemal’in söz konusu tarihten önce, 27 Haziran 1920 yılında El-Cizere Cephesi Komutanı Nihat Paşa’ya gönderdiği telgrafta da “Tedricen bütün memlekette ve geniş ölçüde doğrudan doğruya halk tabakalarının ilgili ve etkili olduğu surette mahallî idareler kurmak iç politikamızın gereğidir. Kürtlerin oturdukları yerlerde ise, hem iç politikamız hem de dış politikamız açısından tedricen mahallî bir idare kurmayı lüzumlu görmekteyiz” benzer sözler verdiği daha sonra ortaya çıkacaktı.
TEKLİK VE TÜRKLÜK
Ancak Anadolu’da bulunan halkların ittifakı üzerine temeli atılan cumhuriyetin kurulduğu 29 Ekim 1923’ten sonra işin rengi değişti ve bütün sözler unutuldu. Saltanat ve hilafetin yerini, tüm toplumun üstünde vesayetçi bir sistem inşa eden bürokrasi aldı. Cumhuriyet, tekçilik ve Türklük üzerinden inşa edilmeye başlandı. 1924’te kabul edilen yeni anayasayla da tüm farklılıklar reddedildi ve “Türkiye’ye vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk” ilan edildi. Zamanla birçok halk ve inanç, yeni rejimin imha ve inkar politikaları karşısında tutunamadı. Bazıları eridi, bazıları ise tamamen yok oldu. İmha ve inkar politikalarından nasibini alan halkların başında ise Kürtler geldi.
ŞARK ISLAHAT PLANI
“Milli Mücadele” döneminde ve sonrasında kurulan Meclis’te kendilerine birçok söz verilen ancak bunların hiçbiri tutulmayan Kürtler, varlıklarına yönelik inkar ve asimilasyon politikalarına karşı özellikle 1925’ten sonra ciddi tepkilere vermeye başladı. Şeyh Sait öncülüğünde başlatılan isyan bunun bu tepkinin ilki oldu. İsyanın kanla bastırılmasının ardından, Şeyh Sait ve isyanın önderlerinin tümü asıldı. Sonrasında Mustafa Kemal’in imzasıyla çok gizli bir kararname hazırlandı; Şark Islahat Planı Hazırlanmasına Dair Kararname. Bu kararname doğrultusunda hazırlanan “Şark Islahat Planı” 24 Eylül’de onandı ve her türlü baskı, şiddet ve asimilasyonun startı verildi.
29’UNCU İSYAN
Sonraki süreçte de Kürtler farklı tarihlerde birçok kez sisteme başkaldırdı. Kimi zamanlarda ise, imha ve inkar politikalarına karşı kendisini savundu. 1938 Dersim, Ağrı İsyanı, Koçgiri, Geliyê Zilan katliamı…1970’lere gelindiğinde, cumhuriyetin kuruluşunda coğrafyası yok sayılan edilen Kürtlerin varlığı da inkar edilmeye başlandı. Asimilasyon ve yok sayma o kadar derinleşti ki Kürtçe konuşmanın dahi yasaklandığı yıllar oldu. Bu dönem, bugün “29’uncu Kürt İsyanı” olarak nitelendirilen Partiya Karkerên Kurdistan’ın (PKK) çıkışına kadar devam etti. Uluslararsı komployla Türkiye’ye teslim edildiği 15 Şubat 1999’dan bu yana İmralı Cezaevi’ne tutulan Abdullah Öcalan’ın öncülüğünde kurulan PKK’nin silahlı mücadelesi sonrası, süreç farklı bir boyuta evrildi. Bölge kentlerinde imha ve inkara karşı büyük bir direniş örgütlenirken, Kürtlerin taleplerinin karşılanmasına karşı devleti yönetenlerin durduğu noktada ise ciddi bir değişiklik olmadı.
KÜRT SİYASETİ BÜYÜDÜ
Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana kronikleşerek büyüyen Kürt sorununun çözümü için çabalayan partiler kapatıldı ve üyeleri tutuklandı. 1990 yılından 2009’a kadar 7 Kürt partisi mahkeme kararıyla kapatıldı, 2 parti kendini feshetti. Yine bu süreçte 8 Demokrasi Partili (DEP) millletvekili Meclis’ten yaka paça çıkarılarak, tutuklandı. Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) ve Halkların Demokratik Partisi (HDP) yönetimindeki onlarca belediyeye kayyım atandı. Binlerce üyesi ve yöneticisi tutuklu olan HDP şu an kapatılmayla karşı karşıya. Tüm bu baskı, kapatma, tutuklama ve gözaltılara rağmen Kürt siyaseti her dönem büyüyerek yoluna devam etti.
Kürt tarihi ve kültürüne dair bugüne kadar çok sayıda araştırma ve kitabı bulunan tarihçi Mehmet Bayrak’la, cumhuriyetin kuruluş süreci ve sonrasında yaşananları konuştuk.
SELANİK KONGRESİ
Cumhuriyet fikrinin dünyada ilk olarak Fransız İhtilali sonrası ortaya çıktığını söyleyen Bayrak, bu rejimin Türkiye’de temellerinin 1923’ten önce atıldığını kaydetti. Osmanlı’nın çıkmaza girmesi sonrası 1’inci Meşrutiyet’in ilan edildiğini anımstan Bayrak, sonrasında birçok aydının içerisinde olduğu kişiler tarafından 2’nci Meşrutiyet’in ilanı için çabaların başladığına dikkati çekti. 2’nci Meşrutiyet’in kurulmasında öncü olan İttihat ve Terakki Cemiyeti ‘birlik ve ilerleme’ amacı taşıdığını ifade eden Bayrak, daha sonra yaşanan gelişmelerle bu amaçtan sapıldığını ifade etti. Bayrak, “Bütün halkların eşit, birbirini tanıdığı ve kimliklerine saygı duyduğu bir yaşam öngörülüyordu. Ancak Selanik’te yapılan kongre sonrası işin rengi değişti. Bu kongre ile birlikte Cemiyet, Balkanlı ve Kafkasyalı devşirme Türk-İslamcıların eline geçti” dedi.
TÜRK-İSLAM İDEOLOJİSİ
Bayrak, cumhuriyetin temellerinin atıldığı süreçte Kürtlerin 20’ye yakın partiye sahip olduğunu, sivil toplum örgütlerinde örgütlü olduğu ve en az 15 gazete ve dergiye sahip olduklarını aktardı. Bayrak, sonrasında değişen durumla tüm bunların da yaşananlardan nasibini aldıklarını ifade etti. İttihat ve Terakki’nin 1913’te yönetimi bütünüyle ele geçirdiğini anımstan Bayrak, 1915’te Ermeni Soykırımı ve sonrasında Êzidî Kürtler ve Süryanilerin soykırımdan geçirildiğini dile getirdi. Bayrak, “Bunlar önlerine Türk-İslam ideolojisini koydu. Etno dinsel temizlik ve tek tipleştirme esas politikaları oldu” diye kaydetti.
TÜRK’ÜN SÜNGÜSÜ
İlk başlarda “ileri” bir düşünce olarak görülen cumhuriyetin kurulmasından sonra “Türk’ün süngüsünün görüldüğü yerde, Kürtlük biter” söylemlerinin öne çıktığına işaret eden Bayrak, “Bu söylemler aynı zamanda kurulacak rejimin temelini de göstermiş oluyordu” diye belirtti. Cumhuriyetin inkar, imha ve asimilasyon üzerine kurulduğunu dile getiren Bayrak, gayrimüslim ve diğer halklara yönelik gerçekleşen katliamları buna örnek verdi.
Bayrak, “Sivas Kongresi döneminde gazeteci kılığında Fransız bir ajan, Sivas’ta Mustafa Kemal’le gizli bir görüşme yapıyor. Ankara’ya geldiğinde bu görüşmeler artıyor. 1921-22’de Fransız ve İngilizlerle gizli anlaşma yapılıyor. Lozan’a daha gidilmemiş. Bu fark edildiği için bugün Rojava sınırlarında yer alan Çiyaye Kurda’dan Kürtler çıkıp Ankara’ya geliyorlar. Meclis’te bir broşür hazırlıyorlar ve herkese dağıtıyorlar. Deklarasyonla uyarıda bulunuyorlar; ‘Aldığımız habere göre siz bizi şehir şehir, belde belde, kaza kaza ortadan ikiye bölüyorsunuz.’ Bugün baktığımızda ne kadar haklı çıktıklarını görüyoruz” dedi.
LOZAN SÜRECİ
Kürt coğrafyasının 4 devlet arasında bölünmesinin kararlaştırıldığı Lozan Anlatlaşması’na gidilen sürece de değinen Bayrak, “Lozan’a İsmet İnönü öncülüğünde giden heyete Kürtler de destek verdi. İsmet Paşa Kürt’tü. Lozan’a gittiğinde ‘Kürtlerin ve Türklerin temsilcisi’ olduğunu söylüyordu. Bütün bu vaatlerden umuda kapılan Kürtler destek verdiler. Ancak bu desteğe rağmen daha sonra çıkan belgelerde gizli antlaşmalar esas alınarak Lozan’a gidildiği görüldü. Tepkilerinden korkulduğu için söylenmiyor” diye konuştu.
HALKSIZ HALK YÖNETİMİ
Şart Islahat Planı sonrası Kürt kimliğinin askeri ve asimilasyon yöntemleriyle yok edilmeye çalışıldığını ifade eden Bayrak, “Böyle çözülmeye çalışıldığı için hala çözülmedi. Evet cumhuriyet kuruldu ancak rejimin adının cumhuriyet olması yetmiyor. Asıl olan demokrasidir. Cumhuriyet kurulduktan sonra var olan halklar da ortadan kaldırıldı. Ayrıca 1925’te Takriri Sukûn çıkarıldı. Takriri Sukûn ‘sus’ yasasıdır. İşçi sınıfının hakları gasp edildi. Kürtleri ve haklarını savunmak yasaklandı. Halk yönetimi deniliyor ancak içinde halk yok, demokrasi yok. Kim var? Asker ve sivil kadrolar var. Esası ve omurgası bu” değerlendirmesinde bulundu.
ÇIKMAZ YOL
Kürt coğrafyasının cumhuriyet tarihi boyunca hep diken üstünde olduğunu söyleyen Bayrak, binlerce kişinin katledildiği Dersim’i örnek gösterdi. Bayrak, Kürt coğrafyasının 20 yıl boyunca Umumi Müfettişlikler, Urfi İdareler ve Olağanüstü Hal (OHAL) ile yönetildiğine işaret ederek, “Cumhuriyet rejimi boyunca Kürdistan’a yöneliş hep bu yönde oldu. Hep askeri yöntemlerle yönetildi. Bugün de olduğu gibi. Seçilmiş insanların görevden alınması, içeri atılması ya da tepeden atamaların yapılması hala bu sancıların yansıması olarak ortaya çıkıyor. Bu çağ dışı yöntemler yeniden hayata geçirilmeye çalışıldı. Sorunun temelinde bu var. Bu yol, görüldüğü üzere çıkmaz yoldur. Bundan artık ders alınması lazım” ifadelerini kullandı.
KÜRT SORUNU
Kürt aydınların 1926’dan beri “Kürt sorunu çözülmeden halklar çözüme kavuşamaz” dediğini aktaran Bayrak, inkar, imha ve asimilasyon sürecinin devam etmesi halinde çıkmazın daha da derinleşeceği uyarısında bulundu. Bayrak, şöyle devam etti: “En son görüldüğü üzere belediye başkanları içeriye alındı. Milletvekilleri içeriye alındı. Bu durumlar bu çıkmazsa su taşımaktan başka bir işe yaramaz. Bütün bu olan bitenden ders almayan oluşum, açık bir ifadeyle devlet, kendini çıkmaza sürükler. Yapılacak iş toplumsal yasaların önünde direnmeye değil, bu yasa ve gelişmelere uygun demokratik, barışçıl çözümler üretmektir.”
MA / Mehmet Aslan – Diren Yurtsever
Kaynak: Mezopotamya Ajansı
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***