Yaşar Kemal, 1986 tarihinde kaleme aldığı yazısında “Bizim çağımızın büyük insanlarından birisi de komşumuz Yunanistan’ın yetiştirdiği büyük usta Theodorakis’dir” diyor. Yaşar Kemal, ünlü müzisyeni şöyle anlatıyor:
“O yalnız müziğin ustası değil, o, kardeşliğin, barışın, sevginin, halktan halka, kişiden kişiye dostluk taşımanın, insan güzelliğinin, arkadaşlıkların da ustasıdır” diyen Yaşar Kemal, yazısına şöyle devam ediyor: “Kötülüklere, zulme, işkencelere, savaşa, nükleere, ırkçılığa, sömürüye, o ki insana yakışmayan her neyse, bütün bunlara karşı koymanın ustasıdır. Bu niteliğinden dolayı da çağımızın simgesi, yani çağımızın suretinde yaratılmış bir sanatçıdır.”
Yaşar Kemal yazısında Theodorakis’le ilgili bir anısını da şöyle aktarıyor:
Sözlerimi Ayşecanla bitiriyorum. Ayşecan benim yakın arkadaşlarımın dokuz yaşındaki kızıdır. Cin gibidir: Epey de okur yazardır. Şimdilik onunla ortak hikayeler uyduruyoruz. Anası onu alıp Theodorakisin konserine götürmüş.
Ayşecan sahnedeki Theodorakise bakmış bakmış, “Bunun boyu da çok uzunmuş,” demiş. Anası, “Epeyce,” diye karşılık vermiş. Ayşecan, “Yaşlıymış da,” demiş. Anası, “Altmıştan fazla olacak,” diye karşılık vermiş. Ayşecan, “Bu da ölecek mi?” diye sormuş. Anası, “Herkes gibi,” demiş, “o da…” Ayşecan susmuş. Konser bitmiş, Ayşecan anasının boynuna sarılmış, “Söyle de ona ölmesin, ölmesin,” diye yalvarmış. Sevgi büyücüsü, dostluk, kardeşlik, barış, müzik büyücüsü Theodorakis ölmesin.
“Mikis Theodorakis ya da Akdeniz’in Sesi” başlıklı yazınının tamamı şöyle:
Her çağ büyük sanatçısını, düşünürünü, kahramanını kendi suretinde yaratır. On dokuzuncu yüzyıl büyük oluşumlar çağıdır. Tolstoyu, Marx’ı, Engels’i, Dostoyevskisi, dünyamızı, bizim çağımızı etkileyenlerden kim aklımıza gelirse on dokuzuncu yüzyıllıdır çoğunlukla. Bu çağa tansık yüzyıl diyenler çok. Büyük roman, büyük düşünür, büyük kahramanlar ondadır. Biz, yüzyılımıza böylesi derin, zengin, durmuş oturmuş, büyük, yaratıcı bir yüzyıldan girdik. Bir karmakarışıklığın, yeni bir oluşumun, değerlerin altüstlüğünün ortasına düştük. Bizim yüzyılımız dünya savaşlarının başladığı yüzyıl oldu. İki dünya savaşı her şeyi, bir anlamda, kökünden söktü attı. Yeni dünyalar kuruldu, yeni düzenler, yeni denemeler… Çağımız biraz da denemeler çağı oldu. Örgütlü ırkçılık, faşizm, Nazizm bizim çağımızın başyapıtlarındandır. Ve çağımız kendisine yakışmayan bir de işkenceler ülkesi oldu. Savaş utançları, Nazizm utançları, sömürü utançları, insanın insanı aşağılaması, ırkçılık utançları gibi utançları yaşadık. En beteri de işkence utançları yaşıyoruz.
Çağımızdaki utançlar saymakla bitmez. Ama bu utanılacak olayların, durumların karşısına olumlu, yiğit, insan onuruna yakışır düşünceler, kütleler çıktı. Dünyamız şu anda bir meydan muharebesinin içinde. Üçüncü dünya savaşının korkunç gölgesi tepemizdeki atomla birlikte üstümüzde. Dünyayı belki on kere, yüz kere yok edebilecek bir güç, küçücük bir düğmeye basılmasını bekliyor. Doğamız yok ediliyor ve insan eğitim kurumlarınca, iletişim araçlarınca bilinçli bir köleleştirilmede. Irkçılık, işkence, insanın insanı aşağılaması… Bunlar da cabası… Bütün olumsuz güçlere karşı dünyamız da canını dişine takmış dövüşmekte. Ve bizim çağımız da kendi suretinde yaratmakta temsilcilerini. Bizim çağımızın büyük insanlarından birisi de komşumuz Yunanistanın yetiştirdiği büyük usta Theodorakis. Birkaç ay önce ona altın plak verdiğimde, onun için şöyle bir konuşma yapmıştım.
“O yalnız müziğin ustası değil, o, kardeşliğin, barışın, sevginin, halktan halka, kişiden kişiye dostluk taşımanın, insan güzelliğinin, arkadaşlıkların da ustasıdır. Kötülüklere, zulme, işkencelere, savaşa, nükleere, ırkçılığa, sömürüye, o ki insana yakışmayan her neyse, bütün bunlara karşı koymanın ustasıdır. Bu niteliğinden dolayı da çağımızın simgesi, yani çağımızın suretinde yaratılmış bir sanatçıdır. Yurdunu Alman Nazileri işgal ettiğinde bu gencecik adamın sesi, türküleri, halkıyla birlikte en ön saflarda Nazi sürülerine karşı dövüştü. Çağın her namus simgesi gibi onun birçok yılı da hapislerde, sürgünlerde geçti. Nazilerden sonra albaylar cuntası da Yunanistanı işgal eylediğinde gene karşısında Theodorakisi ve onun türkülerini buldu. Hapisler, sürgünlükler ona vız geldi. O, türküleriyle bütün dünyayı dolaşarak albaylara karşı inanılmaz bir savaş açtı. Ve albayların başına dünyayı dar etti. Işığa tutulmuş baykuş gibi albaylar, dünyanın ortasında yapayalnız kalakaldılar. Theodorakis ve arkadaşlarının türkülerinin ışığında ve demokrasi savaşımcılarının özverili yiğitliklerinin ışığında…”
Geçenlerde İstanbulda dinlediğimiz Theodorakis işte böyle çağın simgesi, onuru olmuş bir kahramandı. Ve ben sahnede onu ilk olarak görüyordum. Konserin yarısına doğru yanımızdaki arkadaş kulağıma eğildi, eski Yunan destanlarından çıkıp gelmiş bir tanrıya benziyor bu, dedi, böyle bir insan olabilir mi?
Eski Yunan mitolojisinde, benim bildiğim kadarıyla bir kartal tanrı yok. Eski Mısırda horozdan tanrı var da eski Yunanda kartaldan tanrı yok. Olsaydı eğer, ben Theodorakisi, sahnedeki duruşu, ötüşü, bütün devinimleriyle bir kartal tanrıya benzetirdim. Theodorakis gibi bir sanatçıyı ben ilk kez gördüm. O, saçının kılının ucundan ayak parmaklarının tırnağına kadar yönetirken de, türkü söylerken de sese, renge, sevgiye, barışa, gökyüzüne, buluta, akan suya, düşen yaprağa, uçup giden gölgeye kesiyordu. Bir insanın bir doğayı sırtında, yüreğinde taşıması, doğa oluvermesi…
Onun müziği insanlığın sesiydi. Onun müziğinin temelinde halklar vardı. O müziğini Yunan halkıyla, Anadolu halkıyla, bütün Akdenizin halklarıyla birlikte yaratmıştı. O, müziğini Bizansla, Itriyle, Aşık Veyselle, sazı, buzikiyle yoğurduğu gibi İspanyol, Mısır, Mezopotamya müziğiyle de beslemiştir. Theodorakis Akdenizdir, Akdenizin sesidir.
Çağımız böyle sanatçılar yaratıyor. Nâzım Hikmet de böyleydi. Hem çağların büyük şairi, hem de insanlığın kahramanı. Theodorakis hem çağların büyük müzik adamı, hem de çağın kahramanı. Bizim çağımız böyle sanatçılar istiyor demek ki… Hem büyük sanatçı, hem de kendisine mitoloji tanrısı dedirtecek kadar büyük bir kişilik. Demek ki, bu iki büyük nitelik bir araya gelmeden çağımıza simge olamıyor insanlar. Bizim çağımızın da huyu bu olsa gerek.
Şimdi de kafasına takmış, ille de Türklerle Yunanlılar kardeş kardeş yaşayacak. İki ulusa da yakışmayan durum düşmanlık. O, iki halkın müziğini kendi kişiliğinde yoğurduğu gibi, iki halkın gönlünü de birleştirecek… Onun türküsünün gücüne güvenmeliyiz. Eski Yunan filozoflarından Anadolulu bir hemşerimiz “Bir ülkenin türkülerini yapanlar, yasalarını yapanlardan daha güçlüdür,” demiş. İstanbulda Theodorakisin türküsünün gücünü gördük. Hepimizi büyülemedi mi? Bence o bir büyücü değildi. Sanırım, o her şeyin ustasıydı da büyünün ustası değildi. Büyücülükle de hiç uğraşmamıştı. Ama müziği hepimizi büyüledi. Yıllardır bütün dünyayı büyülüyor. Daha büyüleyecek. Demek ki, ustamız çağın büyük bir büyücüsü de.
Sözlerimi Ayşecanla bitiriyorum. Ayşecan benim yakın arkadaşlarımın dokuz yaşındaki kızıdır. Cin gibidir: Epey de okur yazardır. Şimdilik onunla ortak hikayeler uyduruyoruz. Anası onu alıp Theodorakisin konserine götürmüş.
Ayşecan sahnedeki Theodorakise bakmış bakmış, “Bunun boyu da çok uzunmuş,” demiş. Anası, “Epeyce,” diye karşılık vermiş. Ayşecan, “Yaşlıymış da,” demiş. Anası, “Altmıştan fazla olacak,” diye karşılık vermiş. Ayşecan, “Bu da ölecek mi?” diye sormuş. Anası, “Herkes gibi,” demiş, “o da…” Ayşecan susmuş. Konser bitmiş, Ayşecan anasının boynuna sarılmış, “Söyle de ona ölmesin, ölmesin,” diye yalvarmış. Sevgi büyücüsü, dostluk, kardeşlik, barış, müzik büyücüsü Theodorakis ölmesin.
5 Aralık 1986
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***