Turkey Tribünali’nin bugünkü son oturumunda Prof. Em. Dr. Johan Vande Lanotte, ‘insanlığa karşı suçlar’ konusundaki raporunu sundu. Türkiye’de işkence ve insan kaçırma vakalarının sistematik ve yoğun bir şekilde devam ettiğini anlatan Lanotte, işkencenin bir devlet politikası haline dönüştüğünü delilleriyle birlikte belirtti. Lanotte, “Uluslararası yasal topluluk eğer tepki göstermezse bu son vaka olmayacaktır. İşkence ve insan kaçırma vakaları devam edecektir. Bir insan hakları ihlali varsa bu çözümlenmelidir.” dedi.
Sunumunun ardından kendisine yöneltilen “Bundan sonraki süreçte ne yapılabilir?” sorusuna ise Lanotte, Roma Tüzüğü ve Magnitsky Anlaşmasını hatırlatarak cevap verdi. Lanette, “İnsanlığa karşı suç Magnitsky yasasında vardır. Bu da hayata geçirilebilir. Ve bu şekilde işkence suçu faillerinin seyahat etmelerini engelleyebiliriz, mal varlıklarını dondurabiliriz. Uluslararası çapta yapabileceğimiz şeyler var. Uluslararası Ceza Yasası ve Magnitsky yasası açısından bazı adımlar atabiliriz. Bu hafta olan biteni biliyoruz. Bu nedenle durmayacağız.” ifadelerini kullandı.
Prof. DR. Johan Vande Lanotte’nin konuşmasından önemli bölümler şöyle:
SİSTMATİK BİR İŞKENCE VE İNSAN KAÇIRMA VAR
“Burada tanıklıklarla anlatıldığı üzere işkence olaylarını ‘rastgele yapılmış, bireysel işkenceler’ olarak göremeyiz. İnsanlardan ‘isim’ almak için yapılan sistematik bir işkence olduğunu görüyoruz. Belirli bir grup hedefleniyor. Gülen hareketinden ya da Kürt hareketinden gelen kişiler özellikle belirleniyor. Bunlar rast gele ya da tesadüfi değil. Ve işkence birden fazla. 3 binden fazla işkence iddiası varsa bunun sistematik olduğunu söyleyebiliriz.”
BELİRLİ GRUPLAR HEDEF ALINIYOR
“Zorla kaybedilmeler konusunda bu daha da kolay çünkü bir kaçırma eylemi tesadüfi olamaz. Bu birden bire oluveren bir olay değildir. Hiç bir polis memuru hadi ben bugün birini kaçırayım diyemez. Organize bir kaçırma olayı var. Onun götürüleceği yer önceden belirlenmiştir. 95 vakada her seferinde aynı örüntü izleniyorsa burada sistematik bir olay vardır. Ortaya çıkışları da aynı. Ve yine belirli bir grup hedefleniyor. Bu kişilerin neredeyse hepsi Gülen hareketi üyeleriydi. Bu nedenle bunun bir davranış biçimi olduğunu söyleyebiliriz. ”
HEDEFLER ASKER DEĞİL; SİVİL BİR GRUP
“Hareketler sivil nüfusa yönelmiş olmalıdır dedik. Şimdi insanlığa karşı işlenmiş suçlara geliyoruz. Bunlar artık askerler tarafından askerlere karşı işlenin suçlar değil. Artık hedef sivil kişiler olmuştur. Sivil nüfusa yönlendirilmiş suçlardan bahsediyoruz. Sivil grup tanımlanabiliyor olmalıdır. Belirli bir toplulukla, grupla ilgilidir. Burada askeri bir durum yok, siviller hedeflenilmekte. İşkence olaylarına baktığımızda her seferinde bir grubun üyeleri hedef alınıyor. Genel olarak Gülen hareketiyle Kürt hareketinden kişiler hedef alınıyor. Kaçırılmalarda ise neredeyse sadece Gülen hareketi ile Kürt hareketi hedef alınıyor. Evet burada bir ‘nüfusun’ hedeflendiği gayet açıktır.”
İŞKENCE VE İNSAN KAÇIRMALAR DEVLET TARAFINDAN ORGANİZE EDİLİYOR
“Buradaki en önemli konulardan bir tanesi, üçüncüsüdür. Bu davranış biçimi bir devlet veya örgüt politikasına uygun olarak mı yapılıyor? Burada örgütü bir yana bırakalım. Bizim durumumuzda devletin sorumluluğundan bahsediyoruz. Devlet politikalarından bahsediyoruz. Burada dikkatli organize edilmiş, düzenli bir model işlendiğini görüyoruz. İçtihatta, şöyle yazılı; ‘bunun açıkça tanımlanması ya da yazılması gerekmiyor’. Bunun sürekli tekrarlanan eylemlerden oluşması, devlet tarafından düzenlenmesi, koordine edilmesi gerekiyor. Spontane ve münferit şiddet eylemlerinin aksine, planlanmış, yönlendirilmiş ve organize edilmiş olması gerekiyor.”
HÜKÜMETE KARŞI ÇIKAN HERKES TERÖRİST OLARAK ADLANDIRILIYOR
“Peki bunu Türkiye’deki duruma nasıl uygularız? Bize göre evet devlet farklı güç seviyelerinde aktif olarak bir işkence ve insan kaçırma politikasını desteklemiş ve teşvik etmiş olması gerek. Bu ağır bir bildiri. Burada cahil olmayan yasa koyucudan bahsediyorum. Burada çok net alanlar vardı. Ancak Türkiye’de herkes her şeyi ‘terör’ olarak açıklamaya başladı. Hükümete karşı gelen herkes terörist olmakla suçlandı. Mevzuat uluslararası hukuka aykırı olmasına rağmen ısrarla sürdürüldü.”
İŞKENCE BİR DEVLET POLİTİKASI HALİNE GELMİŞTİR; BU BİR YORUM DEĞİL OLGUDUR
“İşkenceye karşı sıfır tolerans politikası vardı. Öyle olduğu söylendi. Bu nedenle işkence olamaz, kovuşturulmamalıdır dendi. Sıfır tolerans politikası, sıfır kovuşturma politikasına dönüştü. İnandırıcı ve güçlü tanıklar var. Burada belirli işkence tesislerinin, alt yapıların oluşturulduğu ispatlandı. Bu da siyasi bir iradenin arkasında olduğunu gösteriyor. Eğer bir alt yapınız ve bu konuda uzmanlaşmış birimleriniz varsa o zaman tabi ki de bir işkence politikanız vardır. Bu bir yorum değil, olgu. Ve bu ‘makul şüphenin’ ötesinde bir olgudur.”
ERDOĞAN, İNSANLIĞA KARŞI SUÇLARI İTİRAF ETTİ
“İnsan kaçırma konusu… İnanılır 3 ayrı kaynağımız olduğunda onları rapora dahil ettik. Mesela kaçırılan sosyalist bir kişiyi dahil etmedik. Çünkü 3-4 gün tutulmuştu. Bu kaçırmaların doğası gereği organize edildiğini tespit ettik. Uluslararası kaçırmalarda hükümetin kendisi dedi açık açık. ‘Nereye giderseniz gidin sizi buluruz’ dedi. Cumhurbaşkanı söyledi bunu…”
YARGI DA SUÇA ORTAK OLDU
“Savcıların ve hakimlerin AİHM’nin açık kararlarına karşı gelmeleri devletin işkence ve zorla kaybedilme politikasına katılmaları yargıyı ortak sorumlu hale getirmektedir. Bu şekilde çalışmaya karşı gelen hakimlerin işlerinden alındıklarını ya da tutuklandıklarını görüyoruz. Ve bu tekrardan yürütme organlarının sorumluluğunu gözler önüne getirmektedir. Demek ki bir saldırı kesinlikle var. Devletin farklı seviyeleri tarafından desteklenen ve teşvik edilen, bir sivil nüfusa yönelik ve bir politikaya uygun olarak birden fazla işkence ve zorla kaybetme eylemlerinin işlenmesini içeren bir davranış biçiminden oluşan bir saldırı vardır. Bu saldırının var olması için yaygın ve sistematik olması gereklidir. Bu uluslararası teamül hukukuna göre böyle olmalıdır. Rast gele olamaz, büyük ölçekli olmalıdır, sistematik olmalıdır.”
2015 YILINDAN BU YANA AYNI GRUBUN ÜYELERİ HEDEF ALINIYOR
“Yaygın veya sistematik olması eylemin tamamına uygulanmalıdır. Yani işkencenin geniş çaplı ve sistematik olduğunu ispat etmemiz gerekmektedir. Her bireysel eylemin bu saldırıyla ilgili olduğunu göstermemiz gerekiyor. Bunların rastgele olmadığını göstermemiz gerek. Tahminin yılda 3 bin işkence iddiası ve 95 zorla kaybedilme vakası var. Bir de dolaylı bir sonuç gördük. İşkence edilen kişinin ailesinin karşılaştığı acılar da işkence olarak değerlendirilebilir. 2015’ten itibaren sürekli aynı gruptan kişiler hedef alınmıştır. Türkiye içinde ve dışında insan kaçırmalardan bahsediyoruz. Bu gruplardan hiç kimse asla ve hiç bir yerde kendisini güvenli olarak göremez.”
KÜRESEL ÖLÇEKTE BÜYÜK BİR TEHDİT VAR
“Küresel bir ölçekten bahsediyoruz. Hükümet de ‘Hepsini yakalayana kadar devam edeceğiz’ demiştir. Bu tehdit olgulardan daha tehlikeli. Bu çok önemli bir unsur. Rakamlar zaten çok yüksek. 3 bin işkence vakası diyoruz yılda. Herhalde daha fazladır ve sistematik bir şekilde yapılıyor. Bunlar tabi ki kazara ya da tesadüfi değil. Sürekli ve devamlı olarak yapılıyor. Önceden planlanmış saldırılar ve koordine edildiler. Bu şartlar benim açıkladığım politikalarla örtüşüyor. Hedeflenen grubun tamamını ilgilendiriyor. Ve ‘bu hedeflenen gruplar tamamen bitirilene kadar devam edeceğiz’ deniliyor. Sonuç olarak şunu söyleyebilirim; bu saldırı geniş ölçeklidir ve sistematiktir.”
OSMAN KAVALA VE DEMİRTAŞ KARARLARI UYGULANMIYOR
Lanotte, AYM’nin kararının bile Türkiye’de uygulanmadığını söyledi. Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala kararlarını hatırlattı. Ardından Orhan İnandı’nın kaçırılması ve bu skandalın Recep Tayyip Erdoğan tarafından duyurulmasını hatırlattı. Erdoğan’ın o konuşmasındaki sözlerini aktardı. Ardından şunları söyledi:
ERDOĞAN, ORHAN İNANDI’YLA GÜÇ GÖSTERİSİ YAPTI
“Bu insan elini tutuyor. Bir adli doktor ‘işkence görmüştür’ dedi. Kolunun üç yerden kırıldığı ortaya çıktı. Burada Cumhurbaşkanı’nın söylediği ‘biz bunları yakalayabiliriz, işkence edebiliriz ve siz buna karşı hiç bir şey yapamazsınız.’ diyordu. Bu bir güç gösterisiydi. Bu işkenceler, kaçırmalar ve cezasızlık ve bu mevcut sistemin bunu durdurma konusundaki imkansızlığı ve uluslararası yargı sisteminin de bu konudaki yapamadıklarını gösteriyor. Artık bu sistemin değişmesi gerekiyor. Türkiye’deki ‘sözde’ terörizmden bahsediyoruz. Bu sistem altında her şeye izin veriliyor. Hatta işkence yaptığınızı gösterebiliyorsunuz. Terörle mücadele ettiğini söyleyen ülkeler her istediklerini yapabiliyor. Bu nedenle bu sorun önceliklidir. İnsanlığa karşı suçlar işlenmektedir. Burada işlenen insanlığa karşı suçlar öncelikli olarak ele alınmalıdır.”
TÜRKİYE MUHTEMELEN ‘İŞKENCE YOK’ DİYECEK
“Sizce burada Türkiye’nin insanlığa karşı işlendiği ileri sürülen suçlara karşı tepkisi ne olabilir? Faillerin hesap vermesi için ne yapılabilir?” sorusu üzerine Lanotte, “İnsanlığa karşı suç çok sert bir suçlama ve harekete geçilmeli. Türk hükümetinin savunması herhalde ‘işkence olmuyor’ diyeceklerdir. Delilleri bakmayacaklardır. Yargıçlar bağımsız diyeceklerdir. İşkence geniş ölçekli değil diyeceklerdir. ‘Tamam, dünyada çok sorun var ama öncelikli sorun bu mudur’ diyeceklerdir. Uluslararası yasal topluluk eğer tepki göstermezse bu son vaka olmayacaktır. Devam edecektir. Bir insan hakları ihlali varsa bu çözümlenmelidir. Bir devlet AİHM tarafından suçlanırsa bu konuda çözüme gidilmesi gerekiyor ancak bu yapılmıyor. Diğer tarafta Türkiye dışında bazı mahkemeler var. Magnitsky Akti var. Buna da başvurulabilir. Burada çok iyi bir dosyamız var ve bunun öneminin vurgulanması gerekiyor.”
BUNDAN SONRA NE OLACAK?
“Bundan sonra ne olacak? Evet deliller tutarlı bir örüntü ve politika göstermekte. Bunların insanlığa karşı işlenen suçların varlığını göstermekte. Ancak burada incelemekte olduğumuz ülke Roma tüzüğüne taraf değil. Eğer Tribünal bu olguların var olduğuna karar verirse nereye odaklanmalıyız? Uluslararası mekanizmaların bir işe yaramadığına karar verecek olursak acaba bir sonraki adım ne olabilir?” sorusunu ise şöyle cevapladı:
“Ruhinya’dan bahsedelim. Onlar da Roma tüzüğünü kabul etmedi, aynen Türkiye gibi. Ama Ruhinya’yı kabul eden ülke buna taraftı. Uluslararası Ceza Mahkemesi şöyle demiştir; ‘Bu suç Bangladeş’te yapıldığından bizim burada yargı yetkimiz vardır. Burada yetkiliyiz’ dedi. Yani bu uluslararası insan kaçırmalar da Roma tüzüğüne taraf olan ülkelerde başlıyorsa UCM burada yargılama yetkisi vardır. Burada 11 insan kaçırmadan bahsediyoruz. Bu ülkeler UCM’ne taraftır. Burada bunu deneyebiliriz. İkincisi insanlığa karşı suç Magnetski yasasında vardır. Bu da hayata geçirilebilir. Ve bu şekilde insanların, faillerin seyahat etmelerini engelleyebiliriz. Uluslararası çapta yapabileceğimiz şeyler var. Tabi bu konuda çoık çalışma yapmalıyız. Uluslararası Ceza Yasası ve Magnitsky yasası açısından bazı adımlar atabiliriz. Bunun üzerinde 3 yıldır çalışıyoruz. Bu hafta olan biteni biliyoruz. Bu nedenle durmayacağız.”
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***