Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili genel seçimleri, mevcut koşullarda Haziran 2023’te yapılacak. Seçimlere 1,5 yıldan fazla süre olmasına karşın, siyaset uzunca süredir “erken seçim” tartışmalarına odaklanmış durumda.
İktidar sözcüleri seçimin zamanında yapılacağını ifade etse de, muhalefet başta ekonomi olmak üzere birçok alanda artık “iktidarın ülkeyi yönetemediğini” vurguluyor, 2022 sonbaharında seçim olacağını iddia ediyor.
İktidara “erken seçim” çağrısı yapan muhalefetin “aday belirleme yönteminin nasıl olacağı, parlamenter sisteme geçiş sürecinin nasıl dizayn edileceği” ve çok parçalı muhalefet yapısıyla seçmene nasıl güven vereceği de gündemin önemli tartışma konularından.
Peki siyasetin gündemindeki erken seçim tartışması seçmenin de gündeminde mi? Önümüzdeki seçimlerde oy tercihlerinde hangi etkenler belirleyici olacak, aday belirleme tartışmaları ve çok parçalı yapı muhalefet oylarını nasıl etkileyebilir?
Kamuoyu araştırma şirketi KONDA Genel Müdürü Bekir Ağırdır, yanıtı merak edilen bu konularla ilgili BBC Türkçe’nin sorularını yanıtladı:
Erken seçim tartışmaları gündemden düşmüyor ve son dönemde açıklanan bazı kamuoyu araştırmalarında “seçmenin erken seçim istediğine” ilişkin sonuçlar açıklandı. Sizin bu konuda araştırmanız var mı ve sahiden de seçmen erken seçim istiyor mu?
Erken seçim üzerine öyle bir araştırmamız yok. Çünkü seçmen bu kadarını bilmez. Bunu küçümsemek anlamında söylemiyorum. Ama seçmenin gündelik derdi, gündelik derdin harareti o kadar yüksek ki geçim, işsizlik, pandemi nedeniyle sorunların çözümünü ister. Seçmen “Bana ne siyasetten” demiyor, tam tersine daha çok bu işlerin siyaset marifetiyle çözüleceğini bildiği için siyasi aktörlere bakıyor, aydınlara bakıyor, bu kısmı çok da anlaşılabilir bir şey. Çünkü insanlar ve toplum hem geçim, hem enflasyon, işsizlik, hem de pandemi derdinden, hem de bu suni siyasi gerilimden çok sıkıldı doğal olarak. Çünkü ortada çok da reel dertleri var. Ve o reel harareti o kadar yüksek ki, soyut anlatılar, ideolojik, şoven, din üzerinden hikayeler ona değmiyor şu anda.
Seçmen televizyonu-radyoyu kapatıyor, sofrasında gördüğü bir realite var, ekmeği küçülüyor. Siyaseti daha çok gözlüyor doğal olarak. Bunun sonucu seçime kadar gidiyor mu, bilmiyorum. Çünkü öyle bir soru sormuyoruz biz.
“Seçmenin yarısının bu siyasi aktörlerle sorunların çözüleceğinden umudu yok”
“Seçmenin ekmeği küçüldü” diyorsunuz, ama “Ekonomik sorunu kim çözer?” sorusuna verilen yanıtta Recep Tayyip Erdoğan-AKP birinci sırada çıkıyor. Bunu nasıl yorumluyorsunuz?
Orada Erdoğan ya da AK Parti çıkıyor değil. Evet şu oluyor; “Kim çözer?” dediğiniz zaman AK Parti veya Erdoğan diyenler, CHP diyenlerden fazla ya da hala en yüksek oranda. Ama o cümlenin eksik bir tarafı var, o da şu: Zaten böyle bir adresleme yapan, seçmenin yarısı. Yani o yarının yarısı da Erdoğan diyor. Orada en birinci çıkıyor demek, toplumun Erdoğan’dan umudu var, anlamına gelmiyor. Çünkü zaten toplumun yarısının bütün bu aktörlerle bu sorunların çözüleceğinden umudu yok. Ya da diyelim oy dağılımına baktığımızda, AK Parti hala birinci parti. Ama hangi oranlarla birinci parti?
Bir dönem kendi başına yüzde 52 yapmış AK Parti’yle, bugün artık onun neredeyse ciddi kısmını kaybetmiş bir AK Parti hala birinci sırada diye tatmin olmak mümkün değil, ya da buradan bir çözüm söylemek doğru değil. Seçmenin yarısının bu siyasi aktörler marifetiyle bu sorunlarının çözüleceği inancının düşük olması ya da kararsızların bu kadar yüksek olması kendi başına siyasi ve sosyolojik bir sonuç. Bunu tartışmak ve konuşmak lazım. Yoksa onları yok sayıp birinci sıradakinden bakarak hala AK Parti, Erdoğan demek doğru değil.
“İYİ Parti’nin sıçrama yapması sürpriz olmaz”
Önümüzdeki seçimlerde seçmenin oy tercihinde hangi etkenler belirleyici olacak? En çok konuşulan ekonomideki sorunlar, oy tercihlerinde büyük bir değişime neden olur mu?
Olabilir, elbette olacak da. Genellikle bilim insanlarından, araştırmacılardan, tek cümleyle hikayeyi açıklamasını arıyoruz. Gerçek öyle değil. Evet, ülkede bir grup var ki ne olursa olsun sadece dindarlığından, sadece annesinin mezarının başında Kuran okumasını bilen ve de bunu yapabilen bir cumhurbaşkanına oy verecek, koşullar ne olursa olsun. Ama bir grup da var ki ekonomik sınıflar temelinden bakacak ve yoksulluğundan, gelir adaletsizliğinden verecek. Bir kısmı seküler duyarlılıklarından dolayı veya bir başka grup da iktidarın onları bu kadar yok saymasından, duygusal kırılmadan veya öfkeden oy verecek. Ama şunu söylememiz mümkün, zaten bir süreç içinden baktığımız zaman uzun bir süre; 2014’e kadar Türkiye’de seçimleri 2002 ve 2007 hariç 2009’dan itibaren 2014’e kadar bütün referandumları da seçimleri de yerel seçimleri de belirleyen temel dinamik kutuplaşma oldu. Ama 2015’ten itibaren bu kutuplaşma ülkenin reel sorunları arttıkça, bir yandan da Erdoğan “Biz ve ötekiler” diye ötekileştirici, manevi şiddet yüklü, şoven, dinci bir söyleme yöneldikçe, o kutuplaşma veya sorunlar karşısında erimeye başladı.
Bir grubun harareti yükseliyor ama bir grup da “Bu kadar da değil, biz bu topraklarda beraberiz” diyor. Herkes bu birbirine nefret duygusuyla hareket ediyor değil. Ama örneğin, 2019 yerel seçimlerde belirleyici temel dinamik kutuplaşmanın aşk ilişkisi, sadakat ilişkisi değil, kutuplaşmanın “negatif duygu” dediğimiz, öbür tarafa olumsuzluk duygusu belirleyici oldu. AK Parti’den adam çözülüyor, sorgulamaya başlamış örneğin, “Bu kadar da değil” demiş ya da sınıfsal ekonomik problemleri, dindarlığının önüne geçmiş, ayrılıyor ama CHP’ye oy veremiyor. Ama olumsuz duygusu da güçlü olduğu için ya sandığa gitmedi, ya da Ekrem İmamoğlu gibi kimsenin aleyhine görünmeyen pozisyondaki insanlara oy verdi. Ama CHP’ye oy vermedi. Negatif kimliklenme dediğimiz şey o. Şimdi bizim gördüğümüz negatif kimliklenmenin de çözülmeye başladığı, muhalefet kanadındaki ittifak üzerinden o ittifakın içinde İYİ Parti’nin milliyetçileri, Saadet’in dindarları, DEVA Partisi ve Gelecek Partisi’nin eski AK Parti temsiliyeti geliştikçe artık o negatif duygu da bir aktöre yönelik olmaktan çıkıyor. Çünkü tek başına bir CHP yok karşı blokta, yine kendini iyi hissedebildiği yerden ama bugünkü iktidarın aleyhine ya da karşısına bir pozisyon alma imkanı var. Bizim gördüğümüz eğilim de budur.
CHP’nin oy artışı olmaması şaşırtıcı gelmez ama bu söylediğim dinamik nedeniyle, İYİ Parti’nin, DEVA Partisi’nin Gelecek Partisi’nin ama özellikle de İYİ Parti’nin sıçrama yapması sürpriz olmaz benim için. Özellikle metropollerde yaşayan -ki seçmenin yarısından fazlası 11 metropolde yaşıyor- kentli profillerin içine girmiş, kadını istihdamın içine bir şekilde formal, informal sektörlerde de de olsa istihdama dahil olmaya başlamış, dindar ya da muhafazakar değerleri yüksek olsa bile, artık hayatı sadece dindarlığı ya da ibadeti üzerinden görmeyen, hayatın diğer zevklerinde de arayamaya başlayan yeni kesimler AK Parti’de kopuyor ve onlar bir adres arıyor. Tabii ki temel dürtüleri sadece özgürlük olmadığı için de yine İYİ Parti, DEVA, Gelecek Partisi gibi yerlerde dolaşacaklar.
“Babacan ve Davutoğlu’nun eleştirileri sonuç alıyor”
Ama DEVA Partisi ve Gelecek Partisi’nin oy oranları çok düşük görünüyor…
Tek tek partiler açısından bakarsanız ayrı hikayeler anlatılabilir. İttifaklar açısından bakarsak, CHP’nin, AK Parti iktidarına eleştirileri haklı bile olsa, “Haklılar ama…” dedirtiyor ama Babacan veya Davutoğlu’nun eleştirisi sonuç alıyor. İYİ Parti aradan sıyrılabilir demem de o. Çünkü seçmen özellikle ekonomik dinamiklerden ya da rasyonel muhakemeyle oyunu değiştirmekte olan kentli seçmen aynı zamanda, “Benim ihtiyaçlarım ve taleplerim siyasi ağırlık kazanacak mı, seçimi kazanacak mıyım kazanır mıyım?” diyor.
Sözünü ettiğimiz şikayetçi olan, AK Parti ile belli bir eğitim ya da ekonomik fırsatlar yakalamış, kentleşmiş, hayat tarzı değişmiş insanlar aynı zamanda kazanma ihtiyacına da bakıyor. Çünkü ihtiyacını reel bir yerden kuruyor; soyut anlatılar kimliklerden değil. O nedenle DEVA, Gelecek yükselemedikçe, ama bu iki partinin eleştirileri AK Parti’nin duvarındaki çatlakları açtıkça; o çatlaktan çıkan su, seçimi kazanma arzusu nedeniyle İYİ Parti’ye doğru akabilir.
“Sınıfsal kimliklerin öne çıktığı bir süreç çalışıyor”
Bu süreçte muhalefet cephesinde de yeni partiler kuruldu, Ümit Özdağ, Muharrem İnce kendilerini ayrı bir yerde konumlandırıyor. Örneğin İnce’nin adaylığı seçimlerde, muhalefet açısından bir dezavantaj olur mu?
Hayır. İnce veya Mustafa Sarıgül gibi muhalefetin içinde yer alacağı varsayılan bazı yeni arayışların temel dürtüsü ne? Kimliğinin yeterince güçlü temsil edilemediği ya da CHP’nin yeterince güçlü muhalefet etmediği gibi. İnce başka, Sarıgül başka şey söylüyor ama kabaca neden bu. Ama bu seçmen kimliğinden bakıldığı zaman CHP ya da İYİ Parti’de eksiklik görmüyor ki. CHP’de ve İYİ Parti’de ülke sorununu yönetme maharetinde eksiklik görüyor. Şimdi Beyoğlu’nda insanlarla konuşsak, bütün öfkeli, seküler dünyanın insanları CHP’yi eleştiriyor. Ama işte Ekmeleddin İhsanoğlu’na oy veriyorlar. Çünkü kimlik duygusu o kadar güçlü ki ya da kaygıları korkuları. Dolayısıyla kimlik korkularına cevap üretemiyor değil muhalefet, aksine oradan vücut buluyor. Ama seçimi kazanacak oylara ulaşmak için öbür dünyanın insanlarından oy alması lazım.
Halbuki Muharrem İnce, soyut bir şeyler söylüyor. O soyutluk üzerinden bir seçenek arayışı yok seçmende. “CHP yetmiyor, Kılıçdaroğlu yumuşak davranıyor” diyen seçmen vardı ama sonuçta AK Parti korkusu daha baskın. Kemal Kılıçdaroğlu’nun eksikliğinden ziyade, Erdoğan’a karşıtlık duyguları o kadar güçlü ki, Erdoğan’ı durdurmak ihtimali neredeyse oraya meyledecekler. O yüzden öyle İnce’ nin yüksek ya da kayda değer oy oranlarına ulaşma ihtimalini ben şu aşamada görmüyorum.
İktidar bloğunda, yani AK Parti ve MHP’den bölünmelerin anlamı var. MHP’den bölünmeler de işte İYİ Parti’de vücut buldu. Ümit Özdağ’ın geleneksel kentlerle, metropoller ikileminde veya muhafazakar hayat tarzı içinde olanlarla, seküler hayat tarzı içinde nerede durduğu çok açık değil. Dolayısıyla seçmende sosyolojik ve kültürel karşılığı olduğunu sanmıyorum.
Önemli mesele şudur: Türkiye’de siyaset çok uzun süredir 10-15 yıldır, kültürel kimliklere sıkışmıştı. Aşağı yukarı dünyada da böyleydi. Fakat pandemi, ekonomik krizin boyutları, -hükümet ne anlatırsa anlatsın- yeniden kültürel kimlik kadar sınıfsal kimliklerin de öne çıktığı, ağırlık kazandığı bir süreç çalışıyor. Dolayısıyla bu aktörleri ve partileri o kültürel kimlik ekseninde nereye yerleşiyorlar, sınıfsal kimlik anlamında nereye yerleşiyorlar ve ikisi arasında bir simetri var mı yok mu diye analiz etmek lazım. Yoksa Muharrem Bey’in karizması ağırlıklı mı, Kemal Bey’in eksik mi, Meral Hanım’ın saç rengi söyle mi, bunların çok bir önemi yok.
“AK Parti’den kopanların büyük bölümü adres arıyor”
AKP-MHP arasındaki ittifakın AKP aleyhine bir sonuç doğurduğu yorumları da var. AKP’ye ittifak mı, yıpranmışlık mı kaybettiriyor?
MHP ile ittifak özel olarak kaybettiriyor değil, bir dönemin İslamcılarla, milliyetçiler arasındaki geriliminde takılı kalan seçmen için belki. Ama o da yüzde 1’ler mertebesinde bile değildir. Sosyolojik olarak AK Parti ve MHP seçmeni zaten iç içe girdi ve birbirine benzedi. O iki parti, liderleri istedi diye yan yana değil, tabanları da sosyolojik olarak bir arada artık. Burada sadece siyasi pozisyon olarak şu olabilirdi: Eğer MHP gerçek sorunlar ile AK Parti arasında bir eksende konumlandırsaydı kendini, AK Parti’den çözülenlerin adresi olabilirdi. MHP sorunlar ile AK Parti’nin de ötesinde bir yerde konumladı kendini. Dolayısıyla reel sorunlar nedeniyle AK Parti’den kopan seçmenin uğrak yeri değil MHP. O yüzden birbirlerine oy kazandırma veya kaybettirme durumu yok.
İşte MHP’nin yapamadığını İYİ Parti yapmış oluyor. AK Parti’den kopanların henüz büyük kısmı İYİ Parti’ye gidiyor değil, hala büyük kısmı adres arıyor. Ama gidenlerin önceliği İYİ Parti.
AKP ile Cumhurbaşkanı Erdoğan arasında oy makasının açık olmasını nasıl yorumluyorsunuz? Önümüzdeki seçimlerde, parlamento çoğunluğu başka partide, cumhurbaşkanı başka partiden olabilir mi?
Oradaki farkın nedeni şu; AK Parti artı MHP, Erdoğan’ın oyu. Bir miktar Saadet, yüzde 0,5-1 de DEVA, Gelecek’ten yazdığını düşünün. Ama giderek bu makas da daralıyor. Sadece AK Parti ile Erdoğan arasında değil, MHP ile Erdoğan arasındaki makas da giderek daralıyor ve “diğerlerinin” artı desteği de çok minimuma indi. Eğer seçim 52-48 aralığında gidecek olursa, evet bu dediğiniz ihtimal vardır. Ama bugünden önümüzdeki seçime kadar o makasın 52- 48 aralığında bir seçim oyunu değil, 40-60 aralığında bir seçim oyununa dönüşme ihtimali kuvvetli görünüyor. O zaman o ihtimal düşük olur.
Sadece burada muhalefetin ne yapacağı kritiktir, muhalefetin hata yapmaması önemli ölçüttür. Seçmen AK Parti ile ilgili bir karara ve hükme vardı ama yerine kim olsunla ilgili bir karara ve hükme varmadı.
“Kimin aday olacağı en son tartışılmalı”
Muhalefet bir yandan “parlamenter sistem” vadediyor. Ama aday tartışmaları, parlamenter sisteme geçiş için anayasayı değiştirecek çoğunluğa ulaşıp ulaşmayacakları, geçiş döneminin nasıl olacağı tartışmaları gündemden düşmüyor. Bu seçmende bir güven sorunu yaratıyor mu?
Zaten başlarken güven eksik. Güven vardı da eksiliyor değil. Henüz yeterince güven oluşmuyor. Dedim ya AK Parti ile ilgili seçmenin bir kanaati var. Önemli olan burada muhalefetin doğru ittifak oluşturup oluşturamayacağı, doğru bir aday belirleyip belirlemeyecekleri, bu adayın oy alıp alamayacağı ve asıl önemlisi bu ülkeyi yönetip yönetemeyeceği konusunda güven vermesi meselesi. Bu güven yeterince güçlü değil. Dolayısıyla, eğer ittifak, kim aday olsun tartışmasından değil de, geçiş dönemini nasıl yönetecek, ittifakın ilkeleri ve felsefesi üzerinden tartışma yapabilirse, evet, o zaman muhalefet farklı da kazanabilir.
O zaman ancak bu ilkeleri taşıyacak aday kimdir, bu süreci, bu modeli hayata geçirecek kimdir, tartışmasıyla aday belirlenmelidir. Yani seçmeni kimliklerin içine sıkışmaktan kurtaracak bir ittifak, içerik, ilkelerle aday belirlemek lazım diyorum. Kamuoyu hemen kim aday olacak meselesinden bakıyor ama bence en son tartışılacak o.
CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun Kürt sorununun çözümü için Meclis’i adres, HDP’yi muhatap göstermesine, Eski HDP Eş Başkanı Sezai Temelli’nin “esas muhatap” olarak İmralı’yı göstermesini nasıl değerlendiriyorsunuz? Muhalefet açısından nasıl bir sonucu olur?
Benim baktığım yerden son derece yanlıştır. Sezai Bey’in durduğu yerden üç aşağı beş yukarı biliyoruz, HDP içinde farklı kanatlar veya görüşler var. “HDP Türkiyelileşsin mi yoksa sadece Kürt meselesine takılı mı kalsın” diye kodlayalım. Sezai Bey, “HDP, Kürt meselesinde kalsın” dedi. Bunu da kendiliğinden ve aklına estiği için yapmış olamaz. Eş Başkanlık yapmış, akademik dünyadan gelen ve cümlenin hangi anlama geldiğini bilecek kadar da siyasi tecrübesi olan bir insan. Üstelik de bunu CHP’nin kendinden beklenmeyecek kadar bir açılıma hazırlandığı bir saat ve HDP’nin de gerçekten önümüzdeki 1 ya da 2 yıllık seçim sürecine dair temel yol haritasını açıklamaya hazırlandığı bir dönemin ortasında yaptı. Dolayısıyla zamanlaması açısından bile Sezai Bey bilerek yaptı.
Ama ülke açısından son derece yanlış olmuştur, HDP açısından da son derece yanlış olmuştur. Kendi başına bu İYİ Parti ya da CHP seçmeninde özel bir dalgalanma üretmez amma velakin iktidar kanadının sözcülerinin mahkemeler, yargıçlar, polisler dahil güvenlik güçlerinin aradıkları önemli bir mesnet olacaktır kapatma davasında.
KAYNAK: BBC TÜRKÇE – AYŞE SAYIN
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***