YORUM | AHMET KURUCAN
Dini merkeze alan çok boyutlu güncel mevzular ekseninde köşe yazıları kaleme almanın zorluğu bir yazıda ele aldığınız konunun bitmemesi. Bir türlü sonu gelmeyen devam yazıları okuyucuyu konudan uzaklaştırıyor, yoruyor, meselenin bütünlük içinde kavranmasına engel teşkil ediyor. Bununla beraber konunun çekiciliğine bağlı olarak faydadan da hali olmuyor. Özellikle sizi düzenli olarak takip eden bir okuyucu kitleniz varsa.
28 Haziran 2021 tarihinde “Gelecek projeksiyonu… Ve hazır mısınız?” başlıklı bir yazı kaleme almıştım. Dile getirdiğim hayali bir gelecek tasavvurunun okuyucuların ilgisini çekeceği düşüncesindeydim. Nitekim öyle de oldu. Okuyucu yorumlarının çokluğu bunun göstergesiydi zaten. Çünkü konu bütün insanların en zayıf noktası olan çocuklarını alakadar ediyordu. Onların dini kimliklerinin korunması veya terki ya da eğitim ve öğretimi verilen dini değerlerin hayata nasıl yansıyabileceğini öngören hususlara vurgu yapıyordu o yazı.
90’lı yılların ikinci yarısında Zaman gazetesinde “Erken doyum” başlıklı bir yazıda da benzeri bir hususa temas etmiş ve mealen “Aman çocuklarımızın idrak ve algı boyutlarını aşan ölçüde dini öğretime kalkışmayın. Fatiha ezberleyecek yaştaki küçücük çocuğunuza öldükten sonra mezarımın başında okur diye 6 sayfalık Yasin suresini ezberletmeyin, bu erken doyumu beraberinde getirir ve ihtimal çocuğunuz bağımsızlık ve özgürlüğüne kavuştuğu zamanlarda dinden kopabilir” demiştim. O yazıda da beni şaşırtan okuyucu yorumlarının bombardımanına maruz kalmıştım.
Bugüne geri dönecek olursam aldığım okuyucu yorumlarını 3 ayrı kategoride tasnif ederek “Gelecek projeksiyonu üzerine yorumlar ve cevaplar” başlığı ile ikinci, “Elimde sihirli değnek yok!” başlığı ile de üçüncü bir yazı kaleme aldım. Son yazımda din tercihleri konusuna değinmiş ve 6 ayrı başlık halinde kısa kısa bu düşüncelerimi açıklayacağımı yazmıştım. Sonrasında benim gündelik hayatımda çalışmamı etkileyecek engeller devreye girince devam yazılarına ara vermek zorunda kaldım. Gündemle alakalı farklı yazılar kaleme aldım ama bu konu bir kenarda kaldı. Şimdi okumakta olduğunuz yazı ile o konuya geri dönüyorum. Büyük bir ihtimalle 6 başlık dediğim şeyin sayısı biraz daha çoğalacak.
Şöyle başlayacağım: Yazı serisi boyunca çocuklarımıza çocukluk dönemlerinde dini eğitim verme farklı, gençlik ve ilerleyen yetişkinlik dönemlerinde o kimliği bile isteye muhafaza etmeleri veya etmemeleri, itikadi noktada dine inansa bile ibadetlerini yerine getirip getirmemeleri ya da dünya hayatını düzenleyen normatif kuralları, hukuki hükümleri uygulayıp uygulamama yönünden tutumları arasında bir tercihte bulanmam lazım. İlkine dini kimliği inşa, ikincisine göreceli olarak o kimliği ve değerleri muhafaza etme veya terk etme olarak adlandırılabilirim. Ben bu dizide ikincisini esas alacak ve onun üzerinden bir takım değerlendirmelerde bulunacağım.
Daha anlaşılabilir bir dille açacak olursam, çocuklarımız neden anne babaları gibi veya onların beklentileri ölçüsünde dindar olmuyorlar? Ya da neden İslam dinini terk edip başka bir dini ya da inancı benimsiyorlar? Yahut aldıkları eğitim ve yaşadıkları çevrenin etkisiyle kendilerini Müslüman olarak tanımlasalar da neden bu kimliklerini yer yer ve zaman zaman saklama ihtiyacı hissediyorlar? Soruları uzatmak mümkün ama maksadın hasıl olduğu düşüncesiyle kısa kesiyorum.
Öncelikle şunu ifade edeyim ki 17-18 yaş ve sonrasında din ile arasına mesafe koyma ile başlayıp din değiştirmeye veya Tanrı tanımazlığa kadar uzanan sürecin hangi safhasında olursa olsun karşımıza çıkan tablo sebep değil sonuçtur. Dolayısıyla sonuca odaklanıp sürekli ondan şikayetvâri bir üslupla konuşma yerine bu sonucu doğuran sebepler nelerdir sorusunu sorup onlara ve onların cevaplarına yoğunlaşmak lazım. Ben bu hususun çok önemli olduğunu düşünüyorum. Eğer iki cümle ile izah etmeye çalıştığım bu düşünceme katılıyorsanız şimdi o sebeplere geçebilirim.
Söyleyeceğim ilk şey, bu sonucun bir tane sebebi yok aksine onlarca sebebi var. Nitekim konu üzerinde yapılan çalışmalar bunun üzerinde “multifactorial” tabirini kullanarak ısrarla durur. Şimdi bir, iki, üç deyip sıralamaya başlayacağım bu sebepleri ama ehemmiyet sıralaması yapmayacağım. Zira her bir sebep yerine, zamanına, kişisine göre ehemmiyet sıralamasında değişkenlik arz edebilir, ulaşılan sonuçta farklı rol oynamış olabilir. Burada önemli olan her bir sebebin kendi iç dinamikleri içinde etkisi olduğu ve sebeplerin toplamının o sonuçta katkısı bulunduğunun kabulüdür.
İlk sebep: İslam dünyasının hali pürmelâli. Bir Müslüman olarak kendisini ister istemez İslam dünyasına ait gören gencimiz hangi perspektiften bakarsa baksın İslam ülkelerinin hemen hemen hayatın her alanındaki geri kalmışlığından hareketle din ile arasına mesafe koyabiliyor. Zira söz konusu o geri kalmışlık tablosunun en etkin sebeplerinden birinin din olduğunu varsayıyor. Keşke var saymakla sınırlı kalsa böyle olduğuna inanıyor ve bu inancını temellendirecek haklı gerekçelere sahip.
Buradan devam edeceğim.
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***