YORUM | M. NEDİM HAZAR
Meşhur bir sözdür, “Kötü günler geride kaldı. Sırada daha kötü günler var!”
Felaket tellalı olmayı kimse istemez, lakin artık tozpembe yarınlar hayaliyle kalem oynatma eşiğini çoktan aştığımızı düşünüyorum.
Bir yandan dünya global bağlamda felaketler çağı yaşarken, tüm dünyada ve ülkemizde siyaseten ve yönetim olarak da kabus devri yaşıyoruz. Siyasal İslamcılar cennet ülkeyi cehenneme çevirmek için ellerinden geleni yaptılar ve ne yazık ki bunu başardılar.
Şahsen, siyaseten bir umut göremediğim gibi, değil bir siyasetçi -hâşâ!- İsa Nebi’nin (klişe öyle olduğu için yazıyorum) gökten inmesi halinde bile bu durumu değiştirmesinin epey zaman alacağını düşünüyorum.
Sağ olsun Erdoğan ve kurduğu çete ülkeyi öylesine bir tükeniş eşiğine getirdiler ki, en az 20 yıllık bir çürümüşlük çağı ve bitmişlik dönemi yaşayacağız.
O da, yaşadığımız felaketlere hemen bugün son verilebilinirse!
Aksi halde, toparlanma süresi çok daha uzayacak.
Türkiye’de artık iktidarın bülteni haline gelen medyanın bahsini etmesi mümkün değil. Ancak Dünya Bankası, iklim değişikliğinin Güney Asya, Latin Amerika ve Sahra Altı Afrika bölgelerinde göç üzerindeki etkilerini analiz ettiği ve ilk kez 2018’de yayımladığı “Dip Dalgası” (Groundswell) raporunu Kuzey Afrika, Doğu Asya ve Pasifik, Doğu Avrupa ve Orta Asya bölgelerini de kapsayacak şekilde güncelledi.
Şüphesiz bu manzarada zalim yöneticilerin katkısı büyük, vebali de…
Söz konusu rapora göre, iklim değişikliği söz konusu 6 bölgede giderek daha etkili bir göç sebebi olmaya başladı.
İklim değişikliğinin su kaynakları, tarımsal verimlilik, deniz seviyesindeki yükselişteki etkisi giderek artarken, bu durum bazı bölgelerin yaşanabilirliğini azaltıyor.
Bir başka deyişle, dünyamız her geçen gün daha az yaşanılır bir yer olmaya doğru gidiyor.
İklim değişikliğinin yoksul ve savunmasız bölgeleri en sert şekilde vuracağına ve kalkınma kazanımlarını tehdit edeceğine işaret edilen rapora göre, iklim değişikliği 2050’ye kadar 6 bölgeden 216 milyondan fazla insanı iç göçe zorlayabilir.
Başta küçük gibi gelebilir size bu rakam ancak bölgelerin aynı dönem için öngörülen nüfusunun yüzde 3’üne karşılık geliyor.
Bir başka deyişle, insanoğlunun hızla tahrip ettiği tabiat, artık kendini savunamaz hale gelmiş durumda ve insandan bir tür intikam alma dönemi başlıyor. İş bu sebeple, Doğu Asya ve Pasifik bölgesinde 48,4 milyon (yüzde 2,5), Güney Asya’da 40,5 milyon (yüzde 1,8), Kuzey Afrika’da 19,3 milyon (yüzde 9), Latin Amerika’da 17,1 milyon (yüzde 2,6) ve Doğu Avrupa ve Orta Asya’da 5,1 milyon (yüzde 2,3) insanın iklim değişikliği nedeniyle iç göçe mecbur kalabileceği hesaplanıyor.
Nüfusuna oranla en yüksek iç göçün yaşanabileceği Kuzey Afrika bölgesinde ise su kıtlığı ve deniz seviyesinin yükselmesinin bu bölgeler ve Nil Deltası’nda yaşayan insanları etkileyebileceği öngörülüyor.
Bahsini ettiğim raporda, “İklim değişikliği sosyal, ekonomik ve geçim koşullarını insanları sıkıntı içinde göç etmeye zorlayacak şekilde değiştirebilir. Buna karşı bir planlama yapılmazsa hem göç veren hem de göç alan bölgeler büyük bir baskı altında kalacak. İç ve dış göç nedeniyle 2030’larda sıcak bölgeler oluşacak ve bu bölgeler 2050’ye kadar artacak,” uyarısında bulunuluyor.
Tabii emin olun hiçbir yöneticinin çok umursamayacağı bir rapor olacak bu.
Canlıların en acımasızı ve çevreye en çok zarar vereni şüphesiz insan. Sadece doğaya ve hayvanlara değil, kendi türüne de insan kadar zarar veren başka bir canlı çeşidi yok.
Bundan tam 150 yıl önce Kızılderili şefi Seattle, Amerikan başkanına yazdığı ibretlik mektubunda şöyle demişti:
“Son nehir kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık tutulduğunda; beyaz adam paranın yenmeyen bir şey olduğunu anlayacak.”
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***