YORUM | M. NEDİM HAZAR
“İnsanları anlamıyorum” diyordu Oliver Sacks, “Kapılarını sıkı sıkıya kapatıp, televizyonları açıyorlar!” Bugün hayatımıza ziyadesiyle girmiş pek çok alet edevat, çok değil 5-10 yıl önce olsa, “Bu nedir?” diye hayretler içinde kalırdık. Selfie çubuğu diye bir aparat var, muhtemelen baston sanırdık 15 yıl önce görsek.
Eskiden hastanelerin bekleme salonlarındaki sehpalarda bol bol dergi olurdu. Bekleyen hastalar ve yakınları okurdu bu dergileri. Aslında sehpaların üzerinde hâlâ durur bu dergiler.
Ancak artık kimse pek el sürmüyor. Çünkü bekleme salonlarında herkes elindeki küçük ekrana odaklı yaşıyor. Sadece bekleme salonlarında değil elbette; otobüs, metro, gemi hatta yollarda bile gözleri ekrana odaklı yaşıyoruz.
Şüphesiz teknoloji düşmanlığı yapmak gibi bir niyeti yok bu yazının. Ancak günümüz ailelerinin hepsinin çocuklarıyla yaşadığı ilk ciddi tartışma, çocuğa cep telefonu alınıp alınmamasıyla ilgili oluyor artık. Eskiden ilk bisiklet vesaire filan alınması için yaşanırdı bu kırgınlık ve küskünlükler.
Aklı yeni yeni basmaya başlamış her çocuk için bireyleşmenin ilk adımı sayılıyor cep telefonu.
Ah şu “komşunun çocuğu” örneklemeleri… “Falancanın kızına almışlar, benim niye yok” hemen her ailenin duyduğu gerekçelerden. Ve küçücük telefon ekranları dünyanın tamamını alabilecek kadar geniş artık. Dünya demek iyilikle kötülüğün, güzellikle çirkinliğin bir arada bulunduğu düzlem demek. 10 yaşında bir çocuğun eline verilen cep telefonu, onu tahmin edilemeyecek kadar tehlikeli bir dünyanın ortasında bırakmaktan farklı değil.
BBC News’ten Ed Campbell’in bir haberini hatırlıyorum: Henüz ortaokul çağlarında bir çocuğun Londra’da okuluna devam ederken nasıl IŞİD’e katıldığını kardeşinin bir dedektif gibi çalışmasıyla ortaya çıkardığını aktarıyordu. Sacid isimli 16 yaşındaki genç, kardeşinin aniden ortadan kaybolmasıyla bilgisayarını inceliyor ve şaşırtıcı şeyler buluyor. Zaten daha fazla araştırmasına gerek kalmadan kardeşi Arshad, Suriye’den arıyor ve İslam savaşçısı olmak için örgüte katıldığını bildiriyor.
Sacid, kardeşini bulabilmek ve merakını gidermek adına sosyal medyada Arapça isimli bir hesap açıp “IŞİD ve Suriye” isimleriyle ilgili birkaç hesabı takibe başlıyor. Kendisini de hemen birkaç kişinin takibe aldığını görünce biraz tedirgin olmakla beraber devam ediyor araştırmaya. Bir süre sonra kapatıyor Twitter’ı ve derslerine dönüyor. Tekrar açtığında bir şok yaşıyor 16 yaşındaki çocuk. 5 binden fazla kişi kendisini takibe başlamış çünkü. Birkaç kişi de onunla özel olarak yazışmaya başlıyor. Sosyal medyadan 6 kişi düzenli olarak her gün sohbet ettiği arkadaşlarından oluyor. Ve hemen her gün birkaç tane video linki gönderiyorlar Sacid’e: Sünni Müslümanlara yapılan işkence ve katliam görüntüleri. Bir süre sonra kendisinin de etki altına girmeye başladığını fark ediyor. Bir de anlık mesajlaşma uygulamalarıyla Suriyeli militanlar tarafından yakın markaja alınan çocuk, kaderinin kardeşi gibi olmak üzere olduğunu fark ediyor. İngiltere’den zengin bir adam bir de kız ona çok yakın ilgi gösterip Suriye’ye cihada gidilmesi gerektiğini ısrarla anlatıyorlar.
Sacid, bunun aptallık olduğunu söyleyince bir anda söylemi değişiyor muhataplarının: “Yoksa sen ajan mısın?”
İnternet üzerinden tanıştığı bazı kişilerin terör eylemlerinde öldüğünü, kimilerinin yakalandığı görmek ise onu, geleceği kanlı olan bu kâbustan uyandırıyor. Bu durum muhataplarının hiç hoşuna gitmiyor. Öz kardeşi bile onun hesabını engelliyor sonra.
Suriyeli yazar Heysem Menna’nın, “DAEŞ: Barbarlık Devleti” adlı bir kitabı var. Menna, IŞİD’in yeni hedefinin artık Türkiye olduğunu söylüyor başka bir BBC haberinde. Örgütün Türkiye’de binlerce militanının bulunduğunu ve Suriye’de keza yüzlerce Türk’ün o saflarda savaştığını söylüyor.
Ailelerin, özellikle çocukları başını telefon ekranına gömdüğünde ne yaptığına dikkat etmesi lazım. Tehlike cebimize kadar girmiş durumda zira…
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***