İSTANBUL – Ortadoğu’nun temel sorunu olarak “ulus devletleri” işaret eden akademisyen Savaş Dede, çözüm olarak savunduğu “Üçüncü Yol” temelinde toplumsal eğitim, hukuk ve siyasetin yeniden inşa edilmesi halinde ulus devletlerin bir öneminin kalmayacağını kaydetti.
Kapitalist sistemin en önemli aparatlarından olan ulus devletin, tekçi, milliyetçi, cinsiyetçi, dinci ve pozitivist bilimci karakteri yaşamı halklar ve inançlar için kıyıma dönüştürdü. Kuruluşundan bu yana tüm dünyada büyük acılara neden olan ulus devletlerin 20’nci yüzyılın başlarından itibaren Ortadoğu’ya da uyarlanması, milyonlarca insanın katliam, sürgün, sömürü kıskacına alınmasına neden oldu. Halklar ve inançlar mozaiği olan Ortadoğu’da tekçi kimlikler üzerine inşa edilen ulus devletlerin inkar, imha ve asimilasyon politikaları hafızalara kazınan en önemli özelliği oldu.
Öte yandan ulus devlet politikalarına karşı geliştirilen sayısız direniş ise sistemin düşünsel düzeyde aşılamaması nedeniyle ya yenilgiye uğradı ya da sistemiçileşmekten kurtulamadı. Bu noktada PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın geliştirdiği Demokratik Modernite paradigması ise sisteme karşı en önemli alternatif olarak öne çıkarken, halklar ve inançlar paradigmayı büyük bir heyecan ve ilgiyle sahipleniyor.
“Bu suça ortak olmayacağız” bildirisine imza attığı için Munzur Üniversitesi’nden ihraç edilen Barış Akademisyeni Savaş Dede, ulus devletlerin kuruluş amaçları, Ortadoğu’ya ihraç edilme süreçleri ve halkları etkileme biçimlerini değerlendirdi.
‘BİZLER VE ONLAR’ SİSTEMİ
Ulus devletin kapitalizmin sömürü havuzlarını oluşturmak ve belli bir kapitalist çevreyi korumak için ortaya çıktığını söyleyen Dede, bunun da kapitalist çevreler için “sigorta” görevi gördüğüne dikkat çekti. Devletin karakterini belli bir kimlik üzerine inşa edilen “biz’lik” olarak tanımlayan Dede, bu tanım dışında kalan herkesin dışlandığını söyledi. Dede, “Siyasetin kendi doğası gereği ortaya çıkan eşitsizlikler var. Mesela hiyerarşi. Bu hiyerarşi her zaman erkek olanı, güçlü olanı kayırır. Çıkar temelli bir özelliğe sahiptir. Dolayısıyla bir ‘bizlik’ oluştuğu anda bu tanıma uymayan etnik kimliklerin yanı sıra dezavantajlıların, engellilerin, kadınların, çocukların ve diğer grupların dışlaması ve üzerlerine baskı oluşturması kaçınılmaz olur” diye belirtti.
KÜRT BAKIŞI
Dede, ulus devletin koruma altına aldığı ve bu durumdan önemli avantaj elde eden kimlikler tarafından kutsandığının altını çizerek, “Örneğin ulus-devletleşme sürecinde Türkler, Türk olmaktan kaynaklı herhangi bir zarara uğramadılar. Bunun acısını bu coğrafyada Ermeniler, Süryaniler, Kürtler vs. çekti. Kürtler hiçbir toplumun çekmediği kadar uzun bir süre çekti ve halen çekiyor. Geçenlerde 13 yaşındaki bir İngiliz çocuğunun Japonya’daki olimpiyatlarda madalya kazanması konuşuldu. Fakat eş zamanlı olarak Şırnak’ta ise bir çocuğun panzer tarafından nasıl ezildiği konuşuldu. Bir Türkün, bir İngiliz’in ve Kürdün ulus devlete bakışının farklı olmasının çok temel nedenlerinden birisi de budur. Çünkü devlet olmanın avantajını hiçbir zaman kullanmayan hatta dezavantajı taşıyan bir Kürt toplumu diğerleri ile aynı açıdan bakamaz” diye konuştu.
ULUS DEVLET KRİZİ
Ortadoğu krizinin iç ve dış olmak üzere iki ana nedeni olduğunu belirten Dede, dış nedenlere ilişkin şu değerlendirmelerde bulundu: ”1648 öncesi Avrupa’da da benzer çatışmalar vardı. Sürekli din ve feodal temelli savaşlar yaşanıyordu. Yüzyıl savaşları, 30 yıl savaşları gibi savaşlar yaşadılar. Fakat bu savaşlar 1648 yılında Westfalya anlaşmasıyla kısmen de olsa durduruldu. Kendi içlerindeki krizi dışarıya ihraç etme çözümünü buldular. 1648 Westfalya anlaşması bu anlamda iki şeyin miladıdır. Birincisi, Avrupa’nın kendi arasında hukuk oluşturması. Devletler artık uymaları gereken minimum bir hukuka sahip olmaya başladılar. İkincisi de, din siyasette aktif bir özne olmaktan çıktı. Bunun sonucu ise krizin dışarıya aktarılması oldu. Bu anlamda Ortadoğu’ya krizin başlangıç milatlarından biriydi. Bana göre Ortadoğu, gelişmiş kapitalist ülkelerin kriz ihraç ettikleri bir yere dönüştü. Bu krizin en büyük dışsal etkeniydi.”
SORUNLAR YENİDEN ÜRETİLİYOR
Dede, ulus devletin etnik kimlikler üzerinden yarattığı kimlik krizinin de önemli içsel nedenlerden olduğuna işaret ederek, “Çünkü Ortadoğu’ya devlet ile olan problem bence iki yönlü. Birincisi, ulus devlete sahip olanların diğer kimlikleri dışlaması, gönüllü ya da zorunlu asimilasyona tabi tutması. Ki, zorunlu asimilasyonun bir ucu soykırıma kadar gider. Bununla ilgili bir problem var. Öte yandan dışarıdaki krizlerin ihraç edildiği bir yere dönüşüyor. Şimdi bakın Amerika Afganistan’dan çekildi. Taliban’ın hukuksal sisteme ve diğer kimliklere bakışı çok belli. Yeni Taliban yönetimindeki Afganistan hükümetini tanıyan güçlerden biri de Çin. Dolayısıyla Afganistan’ın sorunu sadece Taliban ile yani iç sorunlarla sınırlı kalmıyor. Sorunlar dış müdahaleler ile sürekli yeniden ve yeniden üretiliyor” ifadelerini kullandı.
SAVAŞ
Batılı güçlerin Ortadoğu’daki müdahalelerine de değinen Dede, “Körfez krizini hatırlarsınız. ABD’nin Saddam Hüseyin’i tıpkı Taliban gibi besleyip büyüttüğü, İran’a karşı savaşmak için silah verdiği, aynı zamanda alttan da İran’a silah verdiği bir 1980’leri yaşadık. ABD, Irak’ı açık bir şekilde destekliyordu. İrangate skandalında da ortaya çıktı ki alttan alta İran’ı da desteklemiş. Oradan palazlanan Saddam rejimi Halepçe’de Kürtlere kimyasal silah ile saldırmaya başladı. Biz savaşı kendi içimizde yaşamaya başladık. Köyde herkes kimyasal silah atılma ihtimalinden evlerin pencere ve kapılarını kaplamak için naylon almaya başladı. O sırada Fransız bir filozof aslında Körfez Savaşı’nın nasıl bir simülasyon olduğunu anlatıyordu. Diyordu ki televizyonu kapattığında Fransız için savaş bitmiştir. Fakat biz savaşı Van’da, Muş’ta iliklerimize kadar hissediyorduk. Dolayısıyla maddi gerçeklik ile teorik gerçeklik birbirinden kopmuş durumda” diye anlattı.
Ortadoğu’da ikili bir sorunun olduğu tespitinde bulunan Dede, devamında şunları söyledi: “Birinci sorun, egemen olan devletlerin bildiğimiz ulus devlet politikaları. Öteki kimliklere karşı bir ucu günlük olarak, mesela belediyelerin tabelalarını müdahaleden tutalım diğer yönü soykırıma giden politikalar söz konusu. İkinci sorun ise, ezilen kimliklerin kendilerini tam olarak bir yere oturtamamaları. Bir kısmı biraz çağı geçtiği denilen ama geçip geçmediğine pek emin olamadığım bir ulus devlet formu peşinde. Öte yandan devlet dışı alternatif sistem arayışında olanlar söz konusu. Bu konuda nasıl bir siyasal forma dönüşmek gerektiğine dair kafalar karışık. Bir eleştiri olarak söylemek gerekirse Kürtler de bu kafa karışıklığını yaşıyor.”
ÜÇÜNCÜ YOL ALTERNATİFİ
Dede, PKK lideri Abdullah Öcalan’ın Kürt halkı ve Ortadoğu halklarının kurtuluşu için cezaevinde çok sınırlı imkanlarla teoriler geliştirdiğini vurgulayarak, bu düşüncelerin kapsamlı bir şekilde geliştirilmesi ve pratiğe geçirilmesi gerektiğini dile getirdi. Dede, devletin tekelindeki binlerce kurum aracılığıyla varlığını sürdürdüğünü belirterek, bu kurumlar elinden alındıkça devletin de gereksizleşeceğini ifade etti. Toplumsal eğitim, hukuk ve siyaset kurumları oluşturuldukça devletin tahakkümünü yitirerek gereksizleşeceğine vurgu yapan Dede, “Mesela Rojava’daki Uzlaşma Komisyonları. Bir ceza hukuku problemini toplumun kendi içerisinde halletme pratiği devletin bizim hayatımızdan biraz daha çekilmesini sağlar. Bunu diğer kurumlar için de ifade edebiliriz” dedi.
MA / İdris Sayılğan
Kaynak: Mezopotamya Ajansı.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***