HABER MERKEZİ – Siyaset Bilimci Dr. Arzu Yılmaz, Afganistan sonrası ortaya çıkan yeni denklemde genişleme arzusu ile hareket eden İran ve Türkiye’nin, “Yüz yıl önce dört parçaya bölünen Kürdistan’ı bu kez kendi içerisinde parçalara bölme” stratejisi yürüttüklerini söyledi.
Hamburg Üniversitesi’nden Siyaset Bilimci Dr. Arzu Yılmaz, Afganistan’da yaşanan gelişmeler ve bu sürecin Ortadoğu’ya yansımalarına ilişkin JinNews’in sorularını yanıtladı.
ABD’nin Afganistan’daki 20 yıllık işgalini sonlandırıp, bu ülkedeki askerlerini geri çekmesinin ani bir karar olmadığını, arka planında süreklilik arz eden politikalar olduğuna dikkati çeken Yılmaz, bu sürekliğinin Demokratlar, Cumhuriyetçiler ya da hangi başkanın Amerika’yı yönettiğinden bağımsız olduğunu belirtti. Bu sürekliliğin ise bir “zorunluluğa” dayandığının altını çizen Yılmaz, “Çünkü Amerika artık bir hegemon güç olarak hem içeride hem dışarıda karşılaştığı sorunları yönetme kabiliyetinde, askeri ve ekonomik gücünü korusa da bunu yönetme kabiliyetinde farklılaşan sorunlara, kendi iç dinamiğindeki farklılaşmalara bağlı olarak ciddi bir yorgunluk ve kapasite sorunu yaşıyor” dedi.
‘PAX AMERİKANA DÖNEMİNİN SONUNA GELİNDİ’
Bunun “Pax Americana (Amerikan Barışı)” döneminin sonuna gelindiği anlamı taşıdığını vurgulayan Yılmaz, “Henüz bu devir kapanmadı ama bu devrin kapanışının farklı evrelerine tanıklık ettiğimiz bir süreci yaşadığımızı düşünüyorum” diye belirtti.
Yılmaz, 300 bin kişilik orduya sahip Afganistan hükümetinin 70 bin kişilik Taliban’ın ilerleyişini engelleyememesinin nedenlerini de açıkladı.
Yılmaz, “Her şeyden önce modern anlamda devletleşme, bu coğrafyalarda sömürge dönemi ile başlayan bir deneyim ve ondan sonrasında Amerika’nın merkezinde olduğu, her zaman dışarıdan ve yukarıdan aşağıya bir toplum mühendisliği ile kotarılmaya çalışılan bir sistem. Bunun altını çizmek gerekiyor. Bu bağlamda sadece Afganistan üzerinden değil, Ortadoğu’yu da içine alan daha geniş bir coğrafya üzerinden düşündüğümüzde, devletleşme denilen şeyin bu bölgelerde başarısızlıkla sonuçlanmasının en önemli nedeninin bu olduğunu görüyoruz. İkincisi askeri güçlerin sayılar üzerinden ya da silahlar üzerinden karşılaştırılması ile yapılan analizleri çok açıklayıcı bulmuyorum. Burada göz ardı edilen bir şey var; bir kere istikrar ya da düzen sadece ordular eliyle gerçekleştirilebilecek bir şey değil. Bu böyle olsaydı dünya tarihi çok farklı yazılırdı. İşin diğer tarafıysa zaten ordu denilen şey, sadece sahip olduğu asker sayısı ve silah ile güç açıklanamaz. Ordular en önemli endoktrinasyon merkezleridir. Yani belli bir disiplin, hiyerarşi ve inanç üzerinden örgütlenirler” ifadelerini kullandı.
Bu konuda Irak örneğine işaret eden veren Yılmaz, “Bu söylediğim şeylerden yoksun dışarıdan toparlama bir ordu olarak her ne kadar eğit-donat programları ile trilyonlar yatırılmış olsa da günün sonunda bu ordulara katılan insanların motivasyonları ve oradaki görevlerini nasıl icra ettikleri bunun geçici bir iş kolu olarak görüldüğünü gösteriyor. Afganistan ve Irak’ta kurulan ordularda böyle bir durum var” dedi.
‘ORTADOĞU’DA YENİ BİR GÜÇ DENGESİ ARAYIŞI VAR’
ABD’nin Afganistan yenilgisi ile tüm dünyada yeni bir dizayn oluştuğunu ve ‘kartların yeniden karıldığını” dile getiren Yılmaz, dünyadaki yeni güç rekabetine bağlı olarak Ortadoğu’da da yeni bir güç dengesi arayışı olduğunu kaydetti.
Yılmaz, bu durumu şöyle açıkladı: “Bu arayış içerisinde bir sürü belirsizlik var ancak net olan şu ki 1950’lerden sonra Pax Amerikana sistem içerisinde Amerika’nın başat aktör olduğu bir Ortadoğu bundan sonra olmayacak. Peki yerine ne gelecek? Askeri olarak Rusya Soğuk Savaş döneminde olmadığı kadar Ortadoğu’daki bu denklemde bir askeri güç olarak dâhil olmuş durumda. Çin, İran’la yapılan bir savunma ve güvenlik işbirliği anlaşması ve Cibuti’da ise askeri üssü olmasına rağmen ekonomik olarak dahil olmuş durumda. Başka önemli parametre ise büyük ölçüde coğrafi nedenlerden dolayı ama bunun tabi ki arka planında tarihsel nedenler var; Ortadoğu’daki güç dengesini Batı üzerinden okuduğumuzda bundan sonra Amerika’dan çok Avrupa’nın bu denklemde daha aktif bir rol alacağını öngörebiliriz.
‘KÜRDİSTAN’IN HER BİR PARÇA İÇİNDE BÖLÜNMESİ SÜRECİ YAŞANIYOR’
Şimdi bu tablo içerisinde neler oluyor diye baktığınızda bölgesel ölçekte yeni bir denklem oluşuyor. Bunu isterseniz İbrahim Anlaşması- İsrail Körfez ülkeleri şimdilik Arap ülkeleri Bahreyn ve Fas üzerinden konuşabiliriz. Körfez ülkeleri genel olarak İbrahim Anlaşması ile İsrail ile işbirliğine itirazları olmadığı düşünüldüğünde Mısır, İsrail ve Körfez ülkeleri diye genelleyebileceğimiz bir güç ve askeri- diplomatik işbirliği alanı görüyoruz. Öbür taraftan Irak’ın, Suudi Arabistan ve Ürdün Mısır arasında hatta bu ayın sonunda Türkiye’nin son evrede dâhil edildiği Levant projesi var. İsterseniz İbrahim Anlaşması çerçevesinde isterseniz büyük ölçüde Fransa tarafından desteklenen Levant İnisiyatifi üzerinden bakın, bölgesel ölçekte yeni bir denklem kurulmaya çalışılıyor. Bunun halihazırda sahaya nasıl yansıdığına baktığımızda sözünü ettiğim genişleme arzusu ile bölgede hareket eden özellikle ağırlıklı Kürt nüfusu kendi sınırları içerisinde barındıran İran ve Türkiye açısından baktığımızda yüz yıl önce dört parçaya bölünen Kürdistan’ın bu kez kendi içerisinde her bir parça içinde bölünmesi gibi bir süreci yaşıyoruz.”
İRAN VE TÜRKİYE’NİN GENİŞLEME ARZUSU
Bu durumu ilk bakışta Rojava’da deneyimlediklerini ifade eden Yılmaz, “Güney Kürdistan’da 2017 sonrası süreçte önce tartışmalı alanın kopmasını, ardından Süleymaniye-Erbil arasındaki gerilim üzerinden ve bugün yaşananlar üzerinden okuduğumuzda yeni bir güç dengesi oluşturulmaya çalışılırken bunun kaçınılmaz yansıması olarak da Ortadoğu’da yeni bir bölgesel ölçekte bir güç dengesi oluşuyor ve bu güç dengesinin en önemli mutabakat alanlarından bir tanesi politik sınırların korunması. Genişleme arzusu taşıyan aktörlerin sınırlandırılması, çevrelenmesi de bir başka faktör. İşte buna bağlı olarak Kürtlerin toplumsal sınırları aşan siyasal ve toplumsal hareketlerin önünü kesmek ama aynı zamanda genişleme arzusu taşıyan İran ve Türkiye gibi ülkelerin de çevrelenmesini mümkün kılacak bir denklemde Kürt siyasal alanının şekillenmekte olduğunu da söylemek mümkün” diye konuştu .
KRİTİK POZİSYONDA ŞENGAL VAR
Yılmaz, Türkiye’nin bir süredir hava saldırıları ile hedef aldığı Şengal’in tüm bu tablo içerisinde kritik bir pozisyona sahip olduğunu da vurguladı.
“2010’dan sonra Suriye Irak sınırından 200 km gibi bir sınırı kontrol etme yeteneğine kavuşmuştu. Aynı zamanda her bir Kürdistan parçasının kendi içinde parçalanma sürecine girdiği bu evrede Şengal’in Rojava ve Başur’u birbirine bağlayan ya da ayıracak bir jeostratejik konumda olduğunu da gözden kaçırmamak gerekiyor” diyen Yılmaz, Şengal’in kendilerine aslında bir turnosol kâğıdı gibi politik sınırların korunmasını ve aynı zamanda İran ve Türkiye’nin genişlemesinin ne kadar sınırlanabileceğinin test edildiği bir alan olarak karşılarına çıktığını kaydetti.
Yılmaz, “Mesela Şengal’de halihazırda askeri hareketliliği dışarıdan okumaya çalıştığımızda her ne kadar Kazimi (Irak Başbakanı) farklı bir profil çizmeye çalışsa da tartışmasız bugün Şengal’deki askeri olarak hakim güç İran’ın desteklediği Şii milis gruplar. Türkiye çok uzun zamandır Şengal’e bir kara operasyonu yapmayı arzu etse de hava operasyonları ile sınırlandırılmaya çalışıldığını görüyoruz” dedi.
Kaynak: Mezopotamya Ajansı.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***