YORUM | AHMET KURUCAN
Geçen yıl yayınlanan Barış Esastır adlı kitabımda “cihat” kavramı üzerinden uzun uzadıya anlatmıştım. Bazı kavramlar vardır ki onlarla bir milletin, bir devletin kaderini değiştirebilir, tarihin akışına yön verebilirsiniz. Dinimizin temel metinleri ve Müslümanların tarihsel tecrübesi açısından bakıldığında “cihat” böyle bir kavramdır. Hıristiyanların Haçlı seferleri öncesi bizatihi Papa II. Urban’ın öncülüğünde yaptıkları Kudüs’te savaşacak ordu için asker toplamaları esnasında kullandıkları “Kutsal Savaş” veya 1979 İran devriminde Humeyni ve çevresindeki teorisyen mollaların ortaya attıkları “velayet-i fakih” kavramları da böyledir.
Biraz açayım. Şöyle yazmıştım Barış Esastır kitabında:
“… 19. asrın ortalarından itibaren uluslararası sömürge faaliyetlerinin Müslümanların sahip olduğu toprakları da içerecek kadar genişlemesi, cihat kavramına o tarihe kadar sahip olmadığı genişlikte siyasi ve ideolojik bir içerik kazandırmıştır. Cihat kavramının bu ölçüde politik ve ideolojik bir muhteva kazanması, Müslüman düşünürler arasında dahi tartışmaya, kavramın yeniden tanımlanmasına ve diğer Kur’ânî kavramlar ile dengelenmesine yönelik yeni akademik ve entelektüel çabaların doğmasına da yol açmıştır.
BU YAZIYI YOUTUBE’TA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️
Bu çalışmalar klasik dönem İslâmî fıkıh, kelâm ve fikrî gelenekteki cihat yorumlarını genellikle modern paradigmalarla bağdaştırmayı merkeze alan bir perspektifle sürdürülmüştür. Ancak bütün dünya toplumlarında olduğu gibi, İslâm toplumlarının kılcallarında da şiddeti ve çatışmayı merkezî argüman ve temel söylem haline getiren siyasi, dini ve sivil yapılar hep var olmuştur. Şiddet ve katılığı esas almış çağdaş cihatçı selefî hareketler bütün tezahürleriyle bunun tipik bir örneğidir. Bu cihatçı yorumlar âyetler ve kavramlar arasında hiçbir hiyerarşi ve sistematik gözetmeyen bir İslâm tasavvuru geliştirerek, klasik İslâm fıkıh, kelâm ve siyaset geleneğinden fikrî ve akîdevî bir kopuş gerçekleştirmişlerdir. Zaten ‘cihat’ kavramına bu kadar tutunmalarının temelinde de bu köklü kopuşu gerçekleştirme argümanı yatmaktadır…..
“Peki, gerçekten öyle mi? Yani ‘cihat’ kavramı her tür ferdî ahlâkî, manevi ve içtimaî sorunu çözen, her tür yöntemi meşrulaştıran, her teze harekî, siyasî ve hukukî meşrûiyet sağlayan bir tür kapı maymuncuğu mudur? Bu kavram gerçekten içi tahrikle doldurulduğunda Müslüman kitleleri her yöne motive eden bir tür ‘tabula rasa’ mıdır? Evet, hiç kuşkusuz ‘cihat’ kavramı Müslüman toplumların zihin, ahlâk, ruh, fikir ve hareket dünyalarındaki tüm refleksleri belirleyen, onları anlamlandıran ve yöneten manevi ve psikolojik bir etkiye sahiptir. İslâm tebliğinin iç dinamiklerinin bütünü bu kavramın tesiri ve manevi otoritesi altındadır. İslâm tarihsel olarak geldiği toplumda manevi ve ahlâkî bir dönüşüm gerçekleştirmiştir. Bu dönüşümü korumak, sürdürmek, geliştirmek ve her kuşakta yeniden üretebilmek için de bu kavramı getirip vaz’ etmiştir. Çünkü İslâm vahyinin temelinde insan ve onun ahlâkî ve manevi dönüşümü vardır. O yüzden gerçekte kavramın doğduğu ana rahim de insanın kendi içinde başarmakla yükümlü olduğu ahlâkî ve manevi dönüşümüdür.”
Bu uzun alıntılamayı neden yaptım? Cihat özelinde kısa bir kesitini sunduğum bu düşünceler aslında “İslam” kavramı için de geçerlidir. Hatta takdir edeceğiniz üzere onun geçerliliği Müslümanlarla da sınırlı değil bütün insanlık alemini içine alacak çok geniş ve kapsamlı bir etki alanına sahiptir. Şimdi lütfen bir dakika durun ve yaklaşık iki haftadır dünya siyasetinin bir numaralı gündem maddesi olan Afganistan ve Taliban haberlerine, orada bazıları tarafından kullanılan “Taliban İslam’ı” tabirine bakın.
Benim gördüğüm şu: Sadece bu kavram başlı başına bir dinin adı olarak İslam hakkında dezenformasyonu bünyesinde barındırıyor. Bu dezenformasyona Müslümanlığı şekle irca etmiş, dini nasslar ve onlar ekseninde bir zamanların sosyal, siyasal, kültürel, ekonomik arka plan hayat şartlarında üretilmiş beşeri düşünceleri mutlak emir olarak algılayan Taliban’ın sunmuş olduğu görüntüleri ilave edin, karşımıza çıkan manzara tam anlamıyla bir yıkımdır.
Özetle ifade edecek olursam, İslam bir dinin adıdır. O din, iman, ibadet ve ahlak adına ortaya konan sabit temel esaslar ile sosyal hayatı düzenleyen değişken normatif değerlerden oluşur. Buna göre Taliban İslam’ı diye bir kavram olmaz ve olamaz. Tıpkı Türk İslam’ı, Pakistan İslam’ı, Malezya İslam’ı, Amerikan İslam’ı olmadığı ve olmayacağı gibi. Olsa olsa Taliban Müslümanlığı, Türk Müslümanlığı vb. olabilir ki burada da kastedilen beşeri yorumların hayat bulmuş şeklidir.
Kavramları kullanırken dikkatli olmak zorundayız. Zira başta da söylediğim gibi bazı kavramları vardır ki olumlu veya olumsuz tarihin akışını değiştirir. Neresinden bakarsanız bakın yanlış olan “Taliban İslam’ı” sonunda İslam dininin ve Müslümanların kaybedeceği olumsuz muhtevaya sahip bir kavramdır.
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***