HABER MERKEZİ – Türkiye’nin Cerablus, Azez, Bab ve Efrîn topraklarındaki varlığı devam ediyor. Eğitim kurumları üzerinden bölgenin dokusu değiştiriliyor. Eğitim hakkının kutsallığı adı altında yayılmacı bir politika izleniyor.
“Suriye topraklarında gözümüz yok” vecizesi her Türkiye yurttaşının zihnini bir şekilde iştigal ediyor. 2016 yılında düzenlenen Fırat Kalkanı Operasyonu’ndan günümüze 5 yıl geçti. Acaba Suriye topraklarıyla bağını koparan sorumlu ve barışçıl bir yönetim mi var? Yoksa “barbarları uygarlaştırmak” adı altında mevcut toprakları patronajı altına alan bir paradigma mı? Son günlerde bölgede yürütülen eğitim politikasına bakıldığında “netameli” bir uygarlaştırma amacı güdüldüğü görülüyor.
ANKARA ŞEFKATİ!
Beştepe’ye yakın Anadolu Ajansı’nın İngilizce kısmında Suriye’nin kuzeyinde 700 okulda eğitim hizmeti verildiği haberi müjdeleniyor. Söz konusu habere göre yaklaşık 8 bin 500 öğretmene “istihdam” sağlanıyor ve 200 bin kişiye eğitim veriliyor. Rakamlara bakılırsa Ankara yönetiminin ne kadar da “şefkatli” olduğu düşünülebilir. Lakin bu sadece bir fenomenden ibaret. Karl Marx’ın yazdığı gibi “görünen gerçek olsaydı, bilim yapmaya gerek kalınmazdı.”
KUZEY SURİYE’DE ‘SÖMÜRGECİLİK’
Her “uygarlaştırma” eyleminin asıl amacının mankurtlaştırmak olduğu herkesçe biliniyor. Yani kişiyi kültürüne, diline, emeğine, kimliğine yabancılaştırma niyeti var. Bilindiği üzere Arapça isti’mar sözcüğü, “bir yeri imar etmek, bayındır duruma getirmek” anlamına geliyor. İsti’marın terminolojideki diğer adı “sömürgeleştirmektir.” Müsta’mere ise “sömürge” manasına geliyor. Suriye’nin kuzeyinde görünen tam da bir “isti’mar”. Gaziantep Üniversitesi’ne bağlı Cerablus’ta bir meslek yüksekokulu, Efrîn’de eğitim fakültesi, Bab’da iktisadî ve idarî bilimler fakültesi, Azez’de İslamî ilimler fakültesi açmak, Türkçe öğretmenliği gibi bölümlerde Türkçe öğretmek tek kelimeyle bu bölgeyi “müsta’mereye” dönüştürmektir. Tıpkı Fransızların bir zamanlar “Mağrib’te” yaptıkları gibi. Fas, Cezayir, Tunus ve Libya’daki sömürgeciliğin bir benzeri Suriye’nin kuzeyinde gerçekleşiyor. Gaziantep Üniversitesi eski Rektörü Ali Gür, eğitim hakkının “kutsal” olduğunu, bölgeye insanî ve ahlâkî açıdan yardım edildiğini dile getirmişti. Kolonyalizme egemen sınıf karar verir, sonrası “münevver” sınıfın eline teslim edilir. Louis Althusser’in “devletin ideolojik aygıtları” kavramı burada bir kez daha anlam kazanır. Üniversiteler ve daire-i itaate girmiş “akademisyenler”, mevcut ideolojiyi meşrulaştırmaya başlar.
‘DENİZ FENERİ’ HİZMETTE
Suriye’nin kuzeyinde yürüten eğitim politikasının “taşeronluğunu” İnsanî Yardım Vakfı, Hayrat Vakfı ve Deniz Feneri Derneği gibi dinî vakıfların yaptığı biliniyor. Özellikle adı haksız kazanç, dolandırıcılık ve yolsuzluğa bulaşmış Deniz Feneri’nin Suriye’deki faaliyeti tartışma uyandırıyor. Dernek, “Suriyeli kardeşlerine” yardım ederek günah çıkarıyor. Hala bağış toplamaya devam ediyor. Örneğin İdlib’de yürüttüğü “Deniz Feneri Briket Ev Projesi” için “bağış” çağrısında bulunuyor. Yine derneğin internet sitesine bakıldığında Suriye kamplarında kalan “muhacir kardeşler” için acil yardımlar bekleniyor. Bu acil yardımların, bağışların daha önce nasıl “cukkalandığı” biliniyor. Suriye’de taşeronluk yapan dinî vakıflardan biri de Hayrat Vakfı’dır. Bu vakfın da cinsel saldırılarla gündeme gelen Ensar Vakfı’na “moral” veren kuruluşlardan biri olduğu malum. Milli Eğitim Bakanlığı tarafından Türkiye’deki eğitim politikasının da benzer vakıfların “şefkatli kucağına” teslim edildiği son dönemde birçok kere yazıldı.
MA / İsmet Konak
Kaynak: Mezopotamya Ajansı
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***