YORUM | HAKAN YEŞİLOVA
“Senden nefret etmiyorum. Senden nefret edemem ki. Bizim yolumuz nefret değil. Bizim yolumuz merhamettir.” Rukiye Abdul-Mutakallim, oğlu Süleyman’ı cinayete kurban vermiş bir anne. Amerikalı bir Müslüman. Katiller, suçlarını itiraf eden iki genç. Elinde ailesine aldığı yemekle lokantadan çıkan Süleyman’ın arkasından geldiler, silahı kafasına doğrultup ateşlediler. Acıyla yere düşen Süleyman’ın yemeğini ve cebindeki 60 doları alıp uzaklaştılar. Süleyman öldürüldüğünde 39, katillerden biri 14, diğeri de 17 yaşındaydı.
Maktul dar-ı bekada. Katiller ve maktulün ailesi Cincinnati mahkeme salonunda. Anne Rukiye, katil olmuş gençlerden Javon Coulter’ın karşısına geçmiş “Senden nefret etmiyorum” diyor:
“Ben Süleyman’ı ve diğer çocuklarımı İslam’a göre yetiştirdim. Eğer ondan isteseydiniz, istediğinizi verirdi. Oğlumun anısına hürmeten buradayım. Onun hürmetine, ailecek sana ve senin yanındakilere yardım etmeyi teklif ediyorum. Daha iyi bir hayat yolunu görebilmen için. Oğlum olsaydı o da böyle yapardı. Bu teklifi yaparak onun yoluna saygımı göstermek istiyorum.
“Sen bir bebektin; hala da yardıma muhtaç bir çocuksun. Teklifimi düşün. Sana mektup göndermeme ve seni ziyaret etmeme müsaade et. Oğlumun vefatı kaderinde yazılı olan bir hükümdü. Belki bu hükmün arkasındaki maksat senin kurtuluşundur. Ben ve ailem kendin için daha iyi bir yol bulmanda senin yanında olmak istiyoruz, ki bu yaşanılanlar bir daha tekrarlanmasın. Ben daima senin hayatının bir parçası olacağım. Kast ettiğin her bir hayat sadece kendisinden ibaret değil; bağlı olduğu her şeyle birlikte bir hayat. Bütün bu hayatlar adına istediğimiz şey intikam değil; intikam hiçbir şeyi çözmez, oğlumu geri getirmez.”
Haberi kaleme alan muhabir, Rukiye’nin inancında ebedi bir vedalaşmanın olmadığını not etmiş. Hastanede ağır yaralı bir şekilde yatan oğlu son nefesini vermek üzereyken kulağına eğilerek şunları söylemiş acılı anne: “Seni bir daha görünceye kadar Allahaısmarladık.”
Rukiye, mahkemede elini kana bulamış gençlere sarılıyor, aileleriyle tokalaşıyor. “Onları gerçekten yürekten affettiğinizde onlara yardım etmekten başka bir şey düşünmüyorsunuz,” diyor muhabire şefkat timsali bu kadın.
***
“İslam’a göre, hak sahibi hakkını helal etmedikçe hakka giren kişi Allah’ın rahmetine nail olamaz. Allah’ın merhametine giden kapı açık. O’na (cc) yönel. Gelecek iyi bir hayat için kendine yeni bir sayfa aç.”
Bu sözler de Kentucky’li Abdul Munim’e ait. Oğlu Salahuddin, arabasıyla pizza dağıtımı yaparak geçiniyordu. O gün son teslimatını yaparken soyguncular tarafından bıçaklanarak hunharca öldürülmüştü. Mahkeme günü verdiği mülakatta acılı baba şunları söylüyordu: “İki yıl ve yedi ay ızdırapla, kabuslarla geçti. Başımıza gelenler hep Allah’tandır. İnananlar Allah’a itimat etmelidir.” Abdul Munim huzur bulmak için Kur’an’a yönelmiş ve şu ayet-i kerimeye teslim olmuş: “De ki: ‘Allah bizim hakkımızda ne takdir etmiş, ne yazmışsa başımıza ancak o gelir. Mevlamız, sahibimiz O’dur’” (Tövbe 9:51).
Mahkemede oğlunun canına kastedenlerden birine karşı şu sözleriyle ibretlik bir ders veriyordu Abdul Munim: “Seni yanlış yola saptırdığı ve böyle korkunç bir suçu işlemeye sevk ettiği için Şeytan’ı suçluyorum. Seni suçlamıyorum. Sana karşı hiç öfke duymuyorum. İslam’da en büyük sadaka affetmektir.”
***
Adalet, ekonomi, yönetim, insan hakları gibi temel konularda belli bir seviyeyi yakalamış batılı ülkelerde yaşayan, ya da o ülkelerde yaşamasa da kendi ülkelerindeki perişaniyeti bizzat tecrübe eden ve aradaki uçurumu gören bazı Müslümanların, İslam dünyasının mevcut savruk haline bakarak düştükleri hayal kırıklığı, ümitsizlik, hatta aşağılık kompleksine varan bir moral çöküşü müşahede ediyoruz. “Adamlar almış başını gitmiş”; “Bu insanlara bizim verebileceğimiz hiçbir şey yok”; “Boşuna nefes tüketmeyelim; bizim hayallerimizin ötesinde bir medeniyet kurmuşlar” gibi sözleri sık sık duyuyoruz, belki de kendi ağzımızdan da gayri ihtiyari çıkıveriyor.
Bu yazıya, affeden tarafta Müslümanların yer aldığı iki örneği koymamın sebebi, bize ait değerlerin gerçekten içselleştirildikleri zaman ne kadar da paha biçilmez olduğunu hatırlatmaktır.
Bu örneklerde öne çıkan tablo elbette ki zirvede bir merhamet hissidir. Her iki örnekte de mağdur ebeveynlerin bu seviyede bir merhameti gösterirken dayandıkları asıl gücün inançları olduğu ise aşikar. Bir anne-babanın yaşayabileceği belki de en büyük bir acı karşısında yıkılmayan bir irade gösteriyor, yıkılmadıkları gibi katili adeta teselli eden birer şefkat abidesi oluveriyor, ve de hayata daha güzel bakabileceklerini sağlayacak bir ana caddeye davet iştiyakıyla coşuyorlar. Dünyanın bir imtihan yurdu olması, iman esaslarından sayılan kadere teslimiyet, kul hakkının çiğnenemez bir hak olması, nefisle beraber insanın en büyük bir düşmanı olarak Şeytan’ın varlığı ve Kur’an ve Sünnet’te hususiyetle vurgulanan “af yolunu” seçme gibi değerler, bu samimi Müslümanların dinlerini ne kadar ciddiye alıp yaşadıklarını gösteren deliller.
Bu örnekleri çoğaltmak mümkün. Yüzyıllar önce gerçekten vuku bulup bulmadığı şimdilerde çokça sorgulanan, “gerçek değilmiş, efsaneymiş” denilen, günümüzde yaşanan travmalarla beraber “kandırıldık” söylemine kurban edilen, “hamaset” diye tenkit edilen hadiseler değil bu yazıda anlatılan vakalar. 21. yüzyıl Amerika’sında yaşanmış, her türlü yazılı-görüntülü kaydı olan ve herkesin erişebileceği şekilde haberleştirilmiş vakalar.
Rollerin tersine olduğu örnekler de muhakkak ki çok. Katilin yerine bir Müslümanı, maktulün yerine Hristiyan ya da dinsiz bir Avrupalı ya da Amerikalıyı koyabilirsiniz. Çünkü fazilet hisleri, sadece belli kişi ya da gruplara ait müstakil birer değer değildir. Bu hisler, yeri ve zamanı geldiğinde inkişaf edip istihdam edilmeleri için her insanın maddi donanımına uyumlu olarak manevi yazılımına nakşedilmiş birer cevherdir.
“Hayırda yarışmayı” karşı tarafın kalesine gol atarak mağlup etmek için oynanan bir müsabaka gibi görmemek lazım – bu yarışta istikamet aynı, kulvarlar farklı olsa da.
Cahiliye döneminin efsanevi şairlerinden Hatim et-Tai (v. 578) cömertliğiyle meşhur bir kişiydi. “Hatim’den daha cömert” tabiri bir övgü olarak günlük Arap dilinde halen kullanılıyor. Hatim’in kızı Seffane, bir seriyyeden sonra esir düşünce Efendimiz’den (sas) babasının hatırına serbest bırakılmasını talep eder. Efendimiz (sas) Seffane’den babasının vasıflarını dinleyince, “Senin baban İslam’ın telkin ettiği faziletlerle süslü bir adamdı” diyerek serbest bıraktırmıştır. Hatim’in fıtraten cömert bir insan olduğu anlaşılıyor. Rivayet o ki, annesi kardeşini emzirdiğinde kardeşi Hatim’i ittirirken, Hatim’i emzirdiğinde Hatim kardeşini annesinin göğsüne çekermiş.
Hadisenin faslına bakarsak, insan fıtraten cömertlik, şefkat gibi vasıflara sahip olabilir. Mühim olan, fıtraten başka hususiyetler daha öne çıkmışsa, ya da bu vasıfların üzeri is-pas tutmuşsa, ya da günümüzde olduğu gibi dayanılmaz zulümler karşısında öfke ve mukabele-i bil misil hissi ağırlığını koyduysa – ki, böyle olmasını hiç yadırgamıyorum – işte böyle zaman ve şartlarda bu hislerin inkişaf etmesini sağlayacak dinamiklere sahip olmaktır.
“Gerçek babayiğit, güreşte rakibini yenen değil, öfkelendiği zaman nefsine hâkim olan kimsedir.” Buhârî, Edeb 102; Müslim, Birr 106-108
***
Oğlunu bir cinayete kurban vermiş anne Rukiye’nin bu trajediyi katilin kurtuluşuna vesile olarak görmesi ve bunun için her türlü gayreti ortaya koyma vaadi ne kadar da zor, ama ne kadar asil; ne kadar da tahammülfersa, ama ne kadar Müslümanca; ne kadar da akıl almaz, ama ne kadar insanca… “Rukiye” ismindeki gibi ne kadar da büyüleyici…
Gurbete çıkmış, yeni yuvalarındaki hizmet pusulasını müstakim tutmaya çalışanlar için Rukiye gibi misalleri çok önemsiyorum.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***