YORUM | Doç. Dr. MAHMUT AKPINAR
Siyaset bilimi literatüründe “Failed State” diye bir kavram vardır. Bunu Türkçe’ye “başarısız devlet”, “çökmüş devlet”, temel fonksiyonlarını ifa etmekte acze düşmüş devlet olarak tanımlayabiliriz.
Failed State devletin ekonomik ve siyasi açıdan kontrol edilemez hale gelmesidir. Eğer devlet/iktidar vatandaşın can ve mal güvenliğini koruyamıyor, temel ve asli görevlerini yapamıyor, kurumlar koordine olamıyor, ciddi bir güven erozyonuna maruz ise, yönetenlerin meşruiyeti sorgulanıyorsa ve kırılgan bir yapı oluşmuşsa Failed State’den bahsedilebilir.
Failed State tanımına net şekilde uyan örneklere Afganistan’ı, 2011 sonrası Suriye’yi, bir dönemin Irak’ını verebiliriz. Bu örneklerin hepsinde devletin başarısız olması ve çökmesi dış etkenler sebebiyle meydana geldi. İşgaller veya iç savaş sonrası kaos, kargaşa, anomi, kuralsızlık, anarşi oluştu. Mevcut yönetim ülke genelinde meşruiyetini yitirdi, en temel görevlerini yapamaz hale geldi. Türkiye için elbette böyle bir durum söz konusu değil. Hatta devlete hükmedenlerin en güçlü dönemini yaşadığı söylenebilir. Zira sınırlı bir kadro devleti, kurumları keyfi şekilde yönetiyor.
BU YAZIYI YOUTUBE’TA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️
Elbette Suriye-Afganistan düzeyinde bir çökmüş devlet yok Türkiye’de. Ama devletin altının hızla boşaldığını, temel işlevlerini yapamaz, en basit tedbirleri dahi alamaz hale geldiğini açıkça görüyoruz. Yangınlar doğal mıydı, bir hedefe matuf kundaklamalar mıydı bilemiyoruz. Fakat geniş bir kesimde devletin, iktidarın, kurumların sorgulanmasını beraberinde getirdi. Ben bunu Sovyetler yıkılmadan bir kaç sene önce vuku bulan ve içi boşalmış sistemin pimini çeken Çernobil felaketine benzetiyorum. Çernobil felaketi ile, çok güçlü sanılan, kendi insanına demir balyoz olan Sovyetler Birliği’nin gerçekte devlete dair en temel fonksiyonlarını yapmakta acze düştüğünü gösterdi. Sovyetler’in kağıttan kaplan olduğu görüldü. Benzer şeyler bir anda çöken Çavuşesku Romanya’sından, Hitler Almanyasına, Mussoli’nin İtalyasına kadar pek çok otoriter rejim için söylenebilir.
Sovyetlerle kıyaslamak gerekirse Erdoğan rejimi de görüntüde çok güçlü, baskın ve korku salıyor. Halk maruz kaldığı ağır propaganda nedeniyle rejimin her alanı denetlediğini, her şeye muktedir olduğunu sanıyor. Daha doğrusu vatandaşın önemli bir kısmı gerçeklere değil, algılara inanıyor. Ama hayalden, zandan ibaret olan bu düşünceler gerçeklerle yüzleşince sarsılıyor, yıkılıyor.
Erdoğan Rejimi Hitler’in yolundan giderek muhalif bütün medyayı susturdu, sindirdi ve devasa propaganda mekanizmaları kurdu. Halkın önemli kısmının beynini üretilmiş, gerçeklikten kopuk bilgilerle, söylemlerle yıkadı. Bunu uzunca süre götürdü ve halkı yalanlarla oyalamayı, uyutmayı başardı. Ne var ki gerçekler, hayatın normal akışında karşılaşılan vakalar propagandaların boyasını hızla döküyor, Erdoğan rejiminin güçlü şekilde sorgulanmasını getiriyor.
Otoriter yönetimlerde güç temerküzü olur. Basın, muhalifler susturulur, gerçekleri yazan, söyleyen kalmaz. Halk korkar, siner. Memurlar müraileşir, kimse inisiyatif almaz. En basit işler dahi ortada kalır. Nitelikli insanlar dışlanır, kamu görevleri beceriksiz ama sadık kimselerle doldurulur. Yönetenlere sağlıklı ve doğru bilgi akışı olmaz. Zamanla tepe yöneticiler gerçeklikten kopar. Kimse başarısızlıkları, olumsuzlukları üstlenmez. Korku nedeniyle çevresindekiler lidere fikrini dürüstçe söyleyemez. Çözüm üretmesi gerekenler “başkası görsün, yapsın, düzeltsin!” diye düşünür, risk almaz. Lideri her durumda alkışlandığı, hatadan bile övgü ve kahramanlık çıkarılan tuhaf bir ortam oluşur. Kamu görevi yapan memurlar ve siyasetçiler ise “akarken doldurma”, “koltuk kapma”, “köşe dönme”, “rant devşirme” çabasına girişir.
Bu durum uzunca süre devam ettiğinde devletin kadrolarını tamamen yalakalar, kifayetsiz muhterisler, soyguncular sarar. İktidara yakın olanlar yasaları dikkate almaz. Kurallar işlemez, yasalar güven vermez. Hakimler, mahkemeler, kolluk güçleri yasalara değil, iktidara göre hareket eder. Kamu görevlileri garibanı ezer, güçlüye dokunmaz. Günün sonunda adalet ve hakikat ölür. Ülke yönetilemez hale gelir, anomi, kuralsızlık, cezasızlık öne çıkar. Kimse ülkeye yatırım yapmaz, güvenmez. Fırsatını bulan ülkeden kaçmanın yollarını arar.
Bir devletin temel fonksiyonları adalet, güvenlik, eğitim, sağlık, savunma, imar faaliyetleridir. Federatif sisteme sahip veya yerel yönetimleri güçlü devletlerde eğitim ve imar faaliyetleri de merkezi devletin alanı dışında kalabilmektedir. Ama Adalet, güvenlik, savunma bütün yaklaşımlarda devletin asli görevleri arasındadır. Lakin çöken devletlerde Adalet Bakanlığı adaletsizlik dağıtır, güvenlik birimleri güvensizlik üretir. Milli Eğitim, eğitimi bitiren adımlar atar. Milli İstihbarat Kurumu kendi vatandaşını tuzağa düşürmek için kirli planlar yapar. Devlet her türlü illegal faaliyetin rahatça yapıldığı, suç şebekelerinin kamu görevlileriyle iç içe olduğu bir yapıya dönüşür.
Otoriter bir devlet ne kadar adil kalabilir tartışılır. Ama otoriter de olsa adil bir devlet-iktidar yaşar. Ancak adaleti, hukuku öldürürseniz her şey ölür, devlet temelinden çöker. Adında “adalet” olan bir iktidar önce adaleti çökertti şimdilerde devleti çökertiyor!
Yaşanan seller, yangınlar, yönetilemeyen pandemi, bitik ekonomi, her yerden suç fışkırması, kurumların en temel fonksiyonlarını dahi yapamaması Erdoğan’ın içini boşalttığı devletin bittiğini, çöktüğünü gösteren işaretler.
Türkiye hızla çökmüş bir devlete doğru yol alıyor.
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***