YORUM | AHMET KURUCAN
Hatırlar mısınız bilmem. Hatırlamasanız da şaşırmam. Çünkü bu hadiseye benzer o kadar çok hadise yaşandı ve yaşanıyor ki ülkemizde artık hiçbir kötülük şaşırtmıyor bizi veya zihnimizde iz bırakmıyor. Kötülüğün sıradanlaşması denir buna. Erdoğan, AKP iktidarı ve destekçileri bu marifetleriyle ne kadar övünse sezadır!
Mustafa Kabakçıoğlu’dan bahsediyorum. 29 Ağustos 2020’de Gümüşhane Cezaevi’nde beyaz bir sandalye üzerinde hayatını kaybetmişti. Bakmayın siz benim yukarıda hatırlamıyorsanız şaşırmam deyişime. Bir döneme simgesini vuran zulüm fotoğraflarından biridir o ve dolayısıyla unutulmaz, zerre kadar vicdanı olan insan unutmaz onu. Erdoğan zulmünü belgeleyen fotoğraflar arasında ayrı bir yeri var onun ve öyle de olmalı. Nitekim vefatının seneyi devriyesinde hatırlandı o zulüm. Nice insan sosyal medyada kör gözlerin içine soktu onu, yazdıkları yorumlarla sağır kulakları deldi ama elden ne gelir? Çalınan hayatlar geri gelmiyor ve gelmeyecek.
İşin aslına bakarsanız merhum Mustafa Bey’in o fotoğrafının kamuoyu vicdanını hareket geçirmesi gerekirdi. Tıpkı Aylan Kürdi bebeğin fotoğrafının bütün Avrupa, George Floyd’un “Nefes alamıyorum” sözleri arasında öldürüldüğü sahnenin de ABD kamuoyu vicdanını harekete geçirdiği gibi. Hatırlayın pandemi şartlarına rağmen bütün Amerika sathına yayılan protesto gösterilerini. Ama heyhat! Üzerine ölü toprağı serilmiş Türkiye insanını yerinden bile kıpırdatamadı beyaz sandalye üzerinde zulmen vefat eden Mustafa Bey’in fotoğrafı. “Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın!” felsefesinin insanımızın zihninde ne kadar derinlikli bir yer işgal ettiğini bu vesile ile bir kez daha görmüş olduk. 2014 yılında Erzurum’da 65 yaşını aşmış bir taksici amcanın bana dediği gibi “Oğlum bizim millet canına ve cebine dokunmadan uyanmaz” sözü meğer ne kadar doğruymuş. “Dertli söyleğen olur” derler. Ne kadar dertliyim, yaşananların ıstırabını sinemde ne kadar duyuyorum tartışılır ama baştan bu yana söylediklerim aslında ele almak istediğim konuya giriş sadedinde kalemimden dökülen cümleler.
Sadede geleyim. Merhum Mustafa Kabakçıoğlu hapishane yıllarında demiş ki: “Bana kötülük yapanların Allah’ın (cc) mahkemesinde hesabını göreceğim. Çünkü kimseye hakkımı helal etmiyorum ve etmeyeceğim.” Allah’a ve ahirete inancın göstergesi olan bu ve benzeri söylemlerden hareketle bu türlü vefat hadiseleri duyurulurken veya onlar üzerinde yorumlar yapılırken adeta motto haline gelen bir şey söyleniyor sosyal medya hesaplarında: “Bir hesap daha ahirete kaldı.” Açık, seçik ve net ifade edeyim, bu deyimin kullanılmasının doğru olmadığına inanıyorum. Neden mi?
Bir: Her şeyden önce ben de bu deyimi söyleyen kişiler misali Allah’a, ahirete, mizana, kul hakkına raci meselelerde Allah’ın yegane hakim olacağı, gizli-saklı her şeyin ama her şeyin açığa döküleceği, ellerin ayakların insanın aleyhine şahitlik edeceği mahkeme-i kübraya inanıyorum. Dolayısıyla taraflardan birinin vefatı nedeniyle dünyada gerçekleşmeyen o hukuki hesaplaşmanın ahirette olacağından zerre kadar kuşkum yok. Bu zaviyeden bakınca bu deyim doğru: Hesaplaşma ahirete kaldı.
İki: Esas mesele dünyada tarafsız yargı, evrensel hukuk kaideleri ekseninde yapılmış kanunlar ve adil muhakeme usulleri içinde gerçekleşmesi beklenen hak ve adalet arayışı ise – ki öyledir ve öyle olmak zorundadır – bu henüz olmadı. Mazlumun vefat etmesi hak arayışının son bulacağı anlamına gelmez ve gelmemeli. Zira zulmün son bulması, hakkın, hakkaniyetin teslim edilmesi, adaletin tahakkuk etmesi, hakların ve itibarın iadesi için mücadeleye devam edilmesi gerekiyor.
İşte tam da bu noktada inancın göstergesi ve benim de inanıyorum dediğim “bir hesap daha ahirete kaldı” deyimi bu hukuki mücadeleye engel olabilecek bir muhtevaya sahip. Zaten Anadolu insanı büyük çoğunluğu itibariyle protesto kültüründen yoksun. Siyasi irade karşısında hak arayışı adına dirençli değil. Zihniyet planında ve miras aldıkları tarihsel tecrübelerde sözgelimi bir Fransa ve Fransa insanına nispetle yaya durumunda. Bunun üzerine söylenen o söz, mesela, Mustafa Bey’in veya benzeri zulümlere maruz kalarak ahirete irtihal etmiş kişilerin oğullarının, torunlarının, yakınlarının hak arama mücadele azmini kırabilir. Farkında olmadan onları hukuki mücadeleden vazgeçiren bir rol oynayabilir.
Kaldı ki Cemaat mensuplarının büyük çoğunluğu mahalle kavgasına “Aman seni şahit yazarlar da mahkemeye gidersin!” diye kavgayı seyretmemek için kapısını penceresini kapatan bir kültürün çocukları. Karakol görmemiş hatta karakolun önünden geçmemek için yolunu değiştiren zihni arka plana sahip insanlar veya onların evlatları. Allah’a, ahirete imanla ve inançla dopdolu. Şimdi bu insanlara “Bir hesap daha ahirete kaldı” demek, bence çok yanlış. Onun yerine “Evet, bu kişinin vefatıyla ahirete ait hesap elbette ahirete kaldı ama biz hayattayız ve dimdik ayaktayız. Babamızın, arkadaşımızın, kardeşimizin hakkını alıncaya kadar hukuki mücadelemize devam edeceğiz,” denilmeli.
Hasılı, Türkiye’de yaşanan zulümler çok geniş kapsamlı. Dolayısıyla gasp edilen hakları geri alma mücadelesi de kapsamlı olmak zorunda. Bunun da zaman alacağı ve bir insanın tabii ömrü içine sığmayacağı kesin. İnanmıyorsanız Türkiye’deki sair örneklerine bakın. Ermenilere, Kürtlere, Alevilere ve kurucu iradenin kasten kırdığı fay hatları üzerinde oturan gayri makbul vatandaşlara. Onlar 3-4 nesildir hak arama mücadelelerine devam ediyorlar ve daha ne kadar devam edecekleri de belli değil. Öyleyse buna engel olacak, olabilecek, olma ihtimali bulunan her söylemden kaçınmak lazım.
Bu mücadele bugünden yarına, sabahtan akşama bitmeyecek ve hak arama adına açılan davalar büyük bir ihtimalle babadan oğula, oğuldan toruna miras kalacak.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***