YORUM | PROF. MEHMET EFE ÇAMAN
Büyüdüğüm mahallede bir park vardı. Oradaki çok amaçlı spor alanında tüm yazımız geçerdi. Hiç sıkılmazdık. Bütün gün orada arkadaşlarımla beraber zaman geçirirdim. Bazen politik tartışmalar, bazen şamata ve gırgır, en çok da basketbol! Tabi basketbolun yanı sıra, futbol oynadığımız da olurdu. Arada sırada da voleybol…
Parktaki arkadaş grubumuz erkekler ve kızlardan oluşuyordu. Hepimiz arkadaştık ve arkadaşlarımıza karşı cins olarak bakmazdık. Kızlarla erkeklerin arkadaş olabileceklerini, hem de çok iyi arkadaş olabileceklerini, işte on dört, on beş yaşlarında, böyle bir arkadaşlık ortamında öğrendim ben. Oradaki kız arkadaşlarınıza yan gözle bakmamanız gerektiğini, onları bir cinsel objeye indirgemenin hayvanlık olduğunu da.
Yıllar içerisinde birçok arkadaşımız, kız olsun, erkek olsun, grubumuza katıldı. O günlerde ben ve birkaç arkadaşım İstanbul’daki önemli takımların altyapısında basketbol oynamaya başladık. Basketbolumuz o kadar ilerlemişti ki, başka mahallelerden bizlerle maç yapmaya gelenler olurdu. Bazen yirmili, otuzlu yaşlardaki iri yarı adamlarla basket oynar, onların sertlikleriyle tabiri caizse dövülsek de, çoğu kez kazanır, onları evlerine uğurlardık. Arada bizi yenenler de çıkar ama maç sonrası ayrıldıklarında bize saygı duyarlardı.
İşte Aylin’i o arkadaş grubunda tanıdım. Hepimiz aynı mahallede, aynı muhitte oturuyorduk. Ama ortak noktamız basketbol ve o grubun arkadaşlık ortamıydı. Kim onu gruba getirdi bilmiyorum. Ama birileri onu mutlaka ya okuldan ya da başka bir ortamdan tanıyor olmalıydı. Açıkçası formel bir giriş ritüelimiz olmadığından, bir gün öyle pat diye geliverdi. Nasıl oldu, ne zaman oldu bilmiyorum. Daha doğrusu anımsamıyorum. Zaten her gelen öyle pat diye gelirdi. Dışlanma korkusu olmadan, basket sahası yanındaki banklardan birine, grup artık nerede oturuyorsa, yanaşıp oturur, sohbete katılırdı. Her bir sohbetin sonunda basketbol oynamaya başlardık. Eğer voleybol falan oynamıyorsak, kızlar genelde bizi izlemekle yetinir, çoğu kez de makara yapar, bizlerle dalga geçerlerdi. Fakat Aylin, sahaya geldi.
Daha önce kızlarla çok kez basketbol oynamıştım. Genelde kızlarla oynarken, daha dikkatli olunur, nazik hareket edilir, sertlik yapılmaz, canı yanmasın diye özen gösterilir. Ve o tür ortamlar genelde sadece zaman geçirmek içindir. Ciddi maç veya heyecan falan olmaz. Aylin sahaya bizimle beraber girince, herkesin yüzü düştü. Biz ciddi maç yapmak istiyorduk. Her maç sert geçerdi. Sıkı rekabet olurdu. Tabi tek pota (yarı saha) sokak basketbolu oynuyoruz, dolayısıyla da maçlar çok sert geçiyor. Şimdi bu kız da nereden çıktı! Tabi kimse bir şey söyleyemiyor. Kız aramıza yeni katılmış, belli ki bizim nasıl hayvani basketbol oynadığımızı bilmiyor olacak. Aramızda konuşmasak da, herkesin düşünceleri bu yönde!
Neyse, takımlar oluşturuldu. Biz “zaman geçirme” modunda oynamaya başladık. Ben Aylin’le karşı takımdayım. Onun takımında üç erkek, bir de o. Maç başladı. Herkes ağır çekimde oynamaya başladı. Top Aylin’e gelince ben arada bir metre bırakarak sözde savunma yapmaya giriştim. O da ne? O şimşek gibi beni geçti, bir iki başka arkadaşı da duman ederek düğümleyip, basketi buldu. Biz birbirimize baktık. Aylin “Oğlum, savunma yapsana adam gibi!” dedi. Ben gülümsedim. Top onlarda. Aylin belli ki oyun kurucu mevkiine aşina. Mesafeyi bir metreden elli santime indirdim ve yere çömelip bacaklarımı örümcek gibi açarak kendimi genişlettim. Aynı şey! Bir iki hamle, sonrasında yine Aylin sayıyı buluyor!
Bu iş böyle olmayacaktı. Bu kız, “kız gibi” basket oynamıyordu. İşin rengi değişmişti. Aylin bana basket bilmiyormuşum muamelesi yapmaya başlamıştı. Diğer takım arkadaşlarım da aynı durumdaydı. Nasıl oldu bilmiyorum, ama bir müddet sonra biz de normal oyun stilimize ve tempomuza başladık. Aylin’in skorerliği azalsa da, sıfırlanmadı. Hepimiz nasıl oynuyorsak, o da öyle oynuyordu. Bizlere olan sertliklerin aynısı ona da olduğunda, o da “sorun yok” deyip, çak yapıyor, oyuna devam ediyordu. Bu nasıl işti?
Aylin o yaz bizden biri oldu. Artık basket grubunun müdavimlerindendi. Gelmedi mi gözler onu arardı. Çok iyi basketbolcuydu. Onu asla kız diye özel muameleye tabi tutmadık. Tabi fiziksel olarak zorlanıyordu. Fakat hangimiz zorlanmıyorduk? Dediğim gibi, hepimiz altyapı oyuncularıydık. Grupta tutunmak kolay değildi. O yaz Aylin İÜSBK kız altyapısında başladı. Bir sene sonra Türkiye Kız Yıldız Milli Takımına seçildi. Derken Genç Milli oldu. Gruptan hiç kopmadı. Hep grubun en iyi oyuncularından oldu. Ben 18 yaşında Ortaköy birinci lige yükseldiğinde genç takımdan birinci lig takımıyla antrenmana çıkmaya davet edilen birkaç genç oyuncudan biriydim. Böylece birinci lig antrenmanlarına çıkmaya başlamıştım. Başka arkadaşlar da farklı takımlarda oynamaya devam ettiler. Aylin’lerin takımı İÜSBK birkaç kez Türkiye şampiyonu oldu. Biz mahalleden hiç kopmadık. Aylin de bizler de her yaz kesintisiz beraber oynamaya devam ettik. Yıllar sonra Aylin’le bir yerlerde tesadüfen karşılaşacaktık ve o bana teşekkür edecekti. Onunla hiçbir ayrım yapmadan basketbol oynadığımız, onu aramıza aldığımız, onu bizden biri yaptığımız için. Sanırım basketbolunun bu kadar ilerlemesinde önemli dönüm noktalarından biri de buydu.
O gruba Aylin sayesinde birkaç kız daha katıldı. Bazıları Aylin’in İÜSBK’dan takım arkadaşlarıydı. O gruptan çok şey öğrendim. Felsefi ve politik tartışmalardan patates kızartma tekniklerine, en iyi lahmacuncunun Kadıköy Çarşı’daki Halil Lahmacun olmasından 51 oyununun inceliklerine, birçok şeyi o grup bana öğretti. Fakat o grubun bana öğrettiği en değerli şey, kuşkusuz kadınlarla erkeklerin mutlak eşitliğiydi. Her ne kadar ailemde yaşanılan bu olsa da, o ilk gençlik yıllarında Aylin gibi bir güçlü kız figürünün bizlerin hayatında olmuş olması, bir şanstı.
Şunu söylemeliyim, o grupta hiçbirimizin Aylin’e normal arkadaşlık dışında bir davranışı olmadı. Platonik düzeyde dahi ona karşı duygusal bir duygu kimsede yoktu. Fakat onu çok seviyorduk. Tıpkı birbirini seven erkek arkadaşlar gibi! Ve benim en iyi arkadaşım ve ben, o günlerde “eğer günün birinde bir kızımız olursa adını Aylin koyacağım” demeye başladık. Yıllar sonra benim ilk çocuğum, kızım Aylin doğdu. Ondan iki yıl sonra da en iyi dostumun kızı Aylin dünyaya geldi.
Aradan on yıllar geçti. Birbirimizi sosyal medyada bulduk, sevindik, mutlu olduk. Ona bizim Aylin’lerden siz ettik. Güldük, ağladık. Hayatı, dünyayı, Türkiye’yi, Türkiye’de kadınları düşündüm. Aklıma hep güçlü Aylin’imiz geldi. Bizim sıkı dostumuz, aslan arkadaşımız. Aylin aramızda en iyi basketbol kariyerini yapan oldu. Türkiye’de Boğaziçi Üniversitesi’ni bitirene kadar İÜSBK’da ve A Milli Kadın Basketbol takımında oynadı. Ardından, ABD’den spor bursu alarak üniversite eğitimine devam etti.
Türkiye’de bizim büyüdüğümüz mahalle ortalamaya hitap etmiyordu, biliyorum. O günlerde biz bunu bilmiyorduk. Türkiye’nin her yerinde çocuklar bizimle aynı ortamlarda yetişiyor zannediyorduk. Uzun yıllar, bunun böyle olmadığını anlamakla geçecekti. Kadınların yaşamın her alanında Aylin’in sahip olduğu imkânlara sahip olmamasından dolayı üzülecektim. Türkiye’de geçirdiğim her saniyede, kızlara Aylin gibi olanaklar tanınması için çalıştım. Kadının adı olsun – buna inandım, inandık. Kadınlar hayatın birçok alanında büyük başarılara imza atıyor. Birçoğu, Aylin gibi, benden, senden, ondan çok daha başarılı oluyor. Yine o başarılı olanların birçoğuna hayatları boyunca neyi yapamayacakları söyleniyor. Onlar, yine de dilediklerini yapabiliyor. Fakat bir erkek toplumu olan Türkiye’de eşit şartlarda mücadele ettiklerini kim söyleyebilir? Kızınız var mı? Onun herkesten başarılı olmasını istemez misiniz? Benim bir kızım var! Adı Aylin! O da dostum Aylin gibi güçlü.
***
Bu yazıyı neden yazdım?
Dün Türkiye Kadın Voleybol Milli Takımı, dünyanın en güçlü kadın voleybol takımı olan şampiyon Çin’i Tokyo Olimpiyat Oyunlarında 3-0 yendi. Ve o başarıdan sonra, İhsan Şenocak adında bir ilahiyatçı, şunları söyledi: “İslam’ın kızı! Sen oyun alanlarının değil, imanın, iffetin, ahlakın, hayânın, edebin sultanısın. Sen ‘burnunu göstermekten utanan’ anaların evladısın. Ekranlara ve sakallı ağabeylerinin popüler kültürün kurbanlarına ‘sultan’ demesine aldanmayasın! Umudumuz da, duamız da sensin!”
Ben o sporcuların fotoğraflarını gördüğümde aklıma başarı, azim, güç, spor, zafer, Olimpiyat ruhu, insan olmak ve daha bir sürü şey geldi. Ya o adam? O kadın voleybolcuları televizyonda veya fotoğraflarında görünce aklına sadece baldır-bacak, çıplaklık, pornografi, seks, tahrik, cinsel imajlar gelen bu adamla ben aynı ülkede, o ülkenin çocuğu olarak doğdum, yaşadım, orada büyüdüm, orada değer yargılarımı edindim, orada kişiliğim oluştu. O, o oldu. Ben, ben oldum. Taliban, El Kaide, El Nusra, IŞİD, Müslüman Kardeşler, Boko Haram ve diğerleri ile aynı zihniyeti taşıyan bu İslamcı Türkiye insanları, vakti zamanında, daha çocukken, daha ilk gençlik yıllarında, eğer Aylin’le ve Aylin gibilerle aynı ortamda bulunabilmiş olsalardı, Türkiye daha iyi bir ülke olmaz mıydı?
(*) Bu yazı Türkiye’deki tüm cesur kadınlara adanmıştır.
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***