HABER ANALİZ | MUHSİN AHMET KARABAY
Kadıköy’deki Surp Takavor Ermeni Kilisesine yapılan saygısızlık, bir süre konuşulup üstü örtülecek konulardan sadece birisi. Olayın üç faili yakalanıp gözaltına alındıktan sonra serbest bırakıldı. Ne var ki bu olayın toplumsal barışın suratına attığı falçata izi seneler boyunca silinmeyecek.
Bilindiği gibi Kalkedon Meydanındaki kilisenin önüne gece geç saatte gelenler, araçlarından açtıkları müzik eşliğinde eğlenmeye başladılar. Gece yarısından sonra yüksek sesle müzik çalıp eğlenenlerden üçünü meydanda eğlenmek tatmin etmedi.
Yandaki kilisenin kapısının üzerine çıkıp haç etrafında oynamaya başladılar. Epey bir süre de, ne meydanda müzik eşliğinde eğlenenlere, ne de kilise kapısının üzerinde tepinenlere müdahale eden oldu.
İşte bütün sorun da burada başlıyor. Bu görüntüde o kadar çok çelişki var ki hangisinden başlamalı?
Bir kez, hani gece yarısından sonra müzik yasaktı?
Anlaşılan yasak, sadece adabı ile bir mekânda yiyip içip eğlenenler için geçerli. Sokakta uluorta müzik açıp çevreyi rahatsız ederek eğlenenler için bir yasak söz konusu değil.
Bu işin müzikli eğlenme tarafı.
Daha vahimi bir ibadethanenin kapısının üzerinde tepişmeyi kendi için eğlenceye dönüştürmenin insanlıkla izah edilecek tarafı yok.
Yaşananları sosyal medyada gördükten sonra bir süre bununla ilgili neler yazılmış diye baktım. Kimi Türklüğe yakıştıramamış, kimi Müslümanlığa sığdıramamış. Yazılanlara göre bu olayı nereden bakarsanız bakın anlatacak bir tarafı yokmuş.
Acı bir şey paylaşacağım. Maalesef olayın, bu ülke topraklarının sonradan gelen sakinleri için izah edilebilecek çok yönü var.
ÜÇ ŞEKİLLENDİRİCİDEN SADECE BARUTU KULLANAN ATALARIMIZ
Tarihi üç şeyin şekillendirdiği bilinir. Barut, pusula ve matbaa. Bizim övündüğümüz atalarımız bu üç şekillendiriciden sadece barutu kullanmış. Öbür ikisini şu ya da bu sebeple kullanmamış, kullanamamış.
Siz sadece barutla dünyayı şekillendirmeye kalkmışsanız bazı şeyleri izah edemezsiniz. İzah ettiğini zannederseniz de yaptıklarınız merhum Çetin Altan’ın çok sevdiğim tabiriyle “Türk’ü Türk’e övmek”ten öteye gitmez.
İstanbul’un Türk tarihine baktığımızda coğrafya ve insan varlığının sürekli dışarıdan müdahalelerle değişikliğe uğratıldığını görürüz. Müslüman-Türk geleneğinde bir yer alındığında oranın en büyük mabedi camiye çevrilirdi.
II. Mehmet, kendisine “Fatih” unvanı kazandıran savaşı kazandıktan sonra İstanbul’un en büyük mabedi olan Ayasofya kilisesini cami yaptı. Fetihten sonra cami yapılan sadece Ayasofya değildi. Çok geçmeden 13 kilise camiye çevrildi:
Pantepopes Manastır Kilisesi (Eski İmaret Camii),
Pantokrator Manastır Kilisesi (Zeyrek Camii),
Aziz Thedoros Kilisesi (Vefa Kilise Camii),
San Paolo Kilisesi (Arap Camii),
Pammakaristos Manastırı (Fatih Çarşamba’daki Fethiye Camii),
Andreas Manastırı (Koca Mustafa Paşa Sümbül Efendi Camii),
Bizans İmparatoru I. Jüstinyen’in karısı Theodora tarafından yaptırılan mabet (Küçük Ayasofya Camii),
Kariye(Chora) Kilisesi (Kariye Camii),
Vaftizci Yahya Kilisesi (İmrahor Camii),
Bakire Theotokos Kilisesi (Fenari İsa Camii),
Myrelaion Manastır Kilisesi (Laleli’deki Bodrum Camii),
Theotokos Kyriotissa Kilisesi (Kalenderhane Camii).
Kesin listesini bulamadım. Lakin İstanbul’da irili ufaklı 100’den fazla kilisenin camiye çevrildiğine dair hayli bilgi var.
2010’lu yılların başında eşimle bir gemi yolculuğu sırasında Yunanistan’ın Selanik, Kavala gibi 5 asır Osmanlı toprağı olarak kalan (1422-1912) şehirlerini gezmiştik. Geminin bütün yolcuları İstanbul’dandı. Müslüman insanlardı.
Cami olarak inşa edilen mabetlerin şimdiki hallerini gördüğümüzde yüreklerimiz sızlamıştı. Kimi müze, kimi sergi salonu, kimi kütüphane yapılmıştı.
Zamanında buralar sadece “barut” gücü ile fethedildiği için Balkan Savaşı’nın o kanlı günlerinde yine barut gücü ile o topraklardan sökülüp atıldık.
6-7 EYLÜL 1955 OLAYLARI GEÇMİŞTE BİRKAÇ KEZ YAŞANDI
Başta Rumlar olmak üzere Rum, Ermeni ve Yahudi halkı İstanbul’da yüzyıllar içinde defalarca bu topraklardan uzaklaştırma operasyonuna maruz bırakıldı. (1492’de İspanya’da soykırıma uğrayan Yahudilere kucak açılması tarihte hep övgü ile anıldı. Bu Yahudiler de Osmanlı’ya çok şey kattı.)
Fethin ardından İstanbul’u Müslümanlaştırmak için (o dönemde Türk tabiri kullanılmıyor) 1468-1471 yılları arasında Konya, Larende (Karaman), Aksaray, Ereğli şehirlerinden binlerce aile İstanbul’a göç ettirildi. Bunlar arasında İstanbul’daki Rum nüfusunu dengelemek için Ermeni (Hristiyan) ailelerin sayısı da azımsanmayacak sayıda idi. (Halil İnalcık, Fatih Sultan Mehmed Tarafından İstanbul’un Yeniden İnşası)
İlk dönemlerde yapılanlar nüfus harmanlanması idi. Sonraki yüzyıllarda şu ya da bu şekilde şehirde yaşanan ayaklanmalarda ilk yağmalanıp talan edilen yerler hep Hristiyan ve Yahudilerin ev ve işyerleri oldu.
II. Mahmud (1808-1839) döneminde Yeniçeri neslinin tüketilmesine yönelik yapılan kırımda (1826) bile hiç alakası olmadığı halde şehrin Hristiyan ve Yahudi nüfusu büyük zarar gördü.
Yunanistan’ın İmparatorluk’tan kopup yeni bir devlet olmasına (1821) denk geldiği yıllar olduğu için İstanbul’dan on binlerce Rum, Ege denizinin karşı sahillerine göç etti, ettirildi.
Rum halkının kendi devletlerini kurmalarından sonra Ermeniler de Rumların izlediği yöntemlere başvurdu. Doğu Anadolu’da yapılan eylemlerin ses getirmediğini gören Ermeniler, 28 Temmuz 1890’da Kumkapı Ermeni Patrikhanesi eylemini organize ettiler.
Başarısızlıkla sonuçlanan bu eylemden sonra 30 Eylül 1895’te Babıali Yürüyüşü (Hükümet merkezi) diye tarihe geçen olaylar yaşandı. Devletin doğuda Ermenilere zulmettiğini anlatan ve bunlara son verilmesini isteyen bir dilekçe, 5 bin Ermeni’nin katıldığı bir yürüyüşle 6 büyük Batılı ülkenin büyükelçilerine verildi.
Esas büyük olaylar ise 26 Ağustos 1896’da İstanbul’da Galata’daki Bankalar Caddesi diye bilinen yerdeki Osmanlı Bankası’nın Ermeni eylemcileri tarafından işgali ile yaşandı. Önceden planlandığı gibi eş zamanlı olarak şehrin pek çok yerinde de terör eylemleri başlatıldı.
Olaylar sadece şehrin Avrupa yakasında kalmadı. Kadıköy tarafında da eylemler düzenlendi. Müslümanların da eylemlere karşılık vermesi ile İstanbul iç savaş yaşanan bir şehre dönüştü.
Eylemin üssü olan Galata’daki Osmanlı Bankası’nın merkezinde ise silah ve bombalar peş peşe patladı. İçeride farklı ulustan çalışanlar vardı. Zaten mekân da bu yapı gözetilerek seçilmişti.
Çatışmalar durmak bilmedi, ölen askerlerin cesetleri hemen kaldırıldı yeni askerler çatışma bölgesine sevk edildi. İşgale kalkışan 20 teröristten 3’ü öldürüldü. Ellerinde kaç rehine olduğu öğrenilememişti.
Teröristler, taleplerini banka müdürü aracılığıyla ilettiler. Talepleri arasında Doğu vilayetlerinin Avrupalı bir yüksek komiser tarafından yönetilmesi de vardı. Bütün taleplerinin yerine getirilmemesi halinde bankayı, rehinelerle birlikte havaya uçuracaklarını bildirdiler.
Rus ve Batılı elçiler, gün boyu Yıldız Sarayı’na gidip geldiler. Bankadakilerin sağ kurtarılması için Ermenilerin taleplerinin değerlendirilmesini istediler. Sonuçta bankanın genel müdürü ile Rus elçiliği temsilcisi sorunun çözümü için II. Abdülhamid’den talimat aldılar.
Görüşmeler sonunda 17 terörist, etrafta sıralanan Osmanlı askerlerinin arasından geçirildiler ve Fransa’ya ait bir gemi ile Marsilya’ya götürüldüler.
Sonuç mu? Şehirde manzara korkunç idi. Tarihçi Prof. Dr. Vahdettin İnce’nin verdiği rakamlara göre 120 Osmanlı askeri hayatını kaybetti. Ölen Ermeni sayısı ise 172 idi. Başta Ermeni olmak üzere şehirdeki azınlıkların ev ve işyerlerinin halini ise tasvir etmeye gerek yok.
KİLİSE KAPISININ ÜZERİNDE TEPİŞMENİN ALT YAPISI
15 Mayıs 1919’da İzmir’in Yunanlılar tarafından işgali ile başlayan gelişmeler ve sonrasında yaşanan iki taraf için de kanlı geçen olayları ise hemen herkes biliyor. Bunları anlatmak konumuzu çok aşar.
11 Temmuz 2021 günü Kadıköy Kalkedon Meydanındaki kilise üzerinde eğlenme adı altında yapılan tepinmenin toplumsal kodlarında bunlar var. Ermeni olmayı aşağılık bir durum imiş gibi nitelendiren bir zihinsel birikime sahibiz.
Bu hadsizler, yaptıkları çirkinliğin Ermenilerin en önemli yortularından biri olan Vartavar Bayramına denk geldiğini nereden bilsinler. Ermeniler birbirlerini sulayıp eğleştikleri, gün boyu yaptıkları şenliklerin üzerine bu çirkinliğin hüznünü yaşadılar.
Buradaki bir kilisenin üstünde tepinmeyi kendileri için meşru bir eğlenme ortamı olarak görenler, Avrupa’nın herhangi bir şehrinde bir camiye yönelik en küçük bir çirkin hareket olduğunda ayağa kalkan devlet ricali ve kamuoyu Kadıköy’deki olayı geçiştirmeye çalıştı.
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın’ın makul çıkışı sonrasında İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun Kilise Vakfı Başkanı Arman Bükücüyan’ı arayıp üzüntülerini dile getirmesi ötesinde atılan bir adım yok.
Olayın failleri O.Y., Y.E.U. ile Ö.F.A. sabah evlerinden gözaltına alındı, sonrasında ise serbest bırakıldı.
Surp Takavor Ermeni Kilisesi’nin üyesi Murad Mıhçı’nın dediği gibi yaşanan “tekil bir olay değil, bir zihniyetin ürünü”.
– Kilise önünde 24 saat nöbet tutan polisler o saatte böyle bir toplanmaya nasıl izin verdi?
– Polis, “hassas bölge” gerekçesiyle normal zamanda Kalkedon Meydanında üç kişinin bir araya gelip basın açıklama yapmasına bile izin vermezken bu olay nasıl yaşandı?
– O kadar eğlenen insanın arasından birileri çıkıp da yukarıda tepinenlere, “Arkadaşlar nereye çıktığınızın farkında mısınız?” demedi mi?
– Kilise tepesine çıkanların nereye çıktıklarını bilmediklerini varsayalım. Aynı şüpheliler, “nereye çıktıklarını fark etmeden” bir cami kapısının üzerinde tepinirler mi?
Bütün bunlar siyasetten bağımsız düşünülemez. Siyaset dilinin ürettiği nefret dili ile birlikte düşünmek gerekir.
Türkiye, çevre ülkeler içinde azınlıkların oranının en az olduğu bir ülke durumunda. Bu ülkenin yüzde 99.9’unun Müslüman olduğu ile övündüğümüz için LDP’nin kurucu Genel Başkanı Besim Tibuk’un bir zaman söylediği şu sözler hayli acı idi:
Yapılanları Ermenilere ve azınlıklara yönelik bir nefret söylemi olarak ele almadıktan sonra çözüme kavuşturmak mümkün değil.