YORUM | PROF. MEHMET EFE ÇAMAN
Uzunca zamandır oluruna bırakılmış, serbest düşüşte, herkesin kendi işine baktığı bir ülke oldu Türkiye. İtiraf etmeli ve kayda geçirmeli: Bugünlerde, öncesinde ve sonrasında ne varsa her şeyini enine boyuna eleştirdiğimiz Cumhuriyet, aslında hiç bugün olduğu kadar dibe vurmamıştı.
Bir maskeli balodur gidiyor. Herkes aslında ne olduğunu biliyor. Ülkenin gidişatı bir sır değil. Normal standartlarda ahlakı olan, kendine dürüst hiçbir insan bu gidişattan memnun değil. Fakat çoğunlukla kısa vadeli çıkarlarını tehlikeye atmamak adına susuyor, yaşananları sineye çekiyor. Elbette ciddi oranda bir kitle var ki, onlar da bir takım grupların bugün içinde oldukları zor durumdan memnun. “Düşmanımın düşmanı dostumdur” ilkesiyle, olan bitenlere ses çıkarmıyor, başını öteki tarafa çeviriyor. Hatta birçoğu tempo tutarak rejimi destekliyor. Rasyonalize ettiği için susmak zorunda kalan da, sinsice sevinen de, aslında gayet iyi biliyor ki sonuçta Türkiye yaşanmaz bir memleket haline gelmiştir.
Herkesin bildiği gerçekler var, kulaklara fısıldanan. Karanlık odanızda kendinizle baş başa kaldığınızda neyin ne olduğunu hepiniz çok iyi biliyorsunuz. Mutlu olmak varken, başkalarına duyduğunuz kinle ve öfkeyle tutuşturduğunuz ülkenizdeki yangının mağduru oldunuz. Cumartesi anneleriyle, Gezi protestocularıyla, Sivas Katliamı mağdurlarıyla, Hrant Dink’le, malına çökülen Ermenilerle, Rumlarla, Yahudilerle, hapislerde çürüttüğünüz solcularla, köyünü kentini yaktığınız, anasını öldürüp cesedini sokaklarda kokuşturduğunuz Kürtlerle birlikte bitirdiğiniz ülkede, savunmadığınız mağdurlarla aynı kadere uğradınız, uğruyorsunuz, uğrayacaksınız. Sevmediğiniz birilerini yok etmek uğruna, denizin ortasında beraber yolculuk ettiğiniz gemiyi delip batırmanın iyi bir taktik olmadığını anlayacak herkes. Tek bir kişinin bile hak ve hukukunun ihlal edilmesinin hepimizin problemi olduğunu görmeliyiz artık.
15 Temmuz sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi bir araştırma komisyonu kuruyor ve “darbe girişimini” araştırıyor. O “Yenikapı ortamında” bile, birtakım gerçekleri gizleyemiyorlar; o derece sırıtıyor her şey. Bir rapor hazırlanıyor. O raporu yayınlamama – ya da kamuoyu ile paylaşmama – kararı alınıyor apar topar. Ne kadar baskı, zulüm ve hukuksuzluk olsa da, gerçeklerin ortaya çıkmak gibi kötü bir huyu vardır çünkü. Öyle de oluyor. O raporda dile getirilen bazı ayrıntılar, karanlıkta tutulmak istenen bölgelere ışık tutuyor. Ve o rapor yayınlanmıyor. Üzeri örtülüyor, geçiştiriliyor.
Sedat Peker, 15 Temmuz öncesinde ve sonrasında, devlet eliyle sivillere kayıtsız Kalaşnikof marka silahların verildiğini ifşa etti. Bunu organize edenler arasında Süleyman Soylu’nun olduğunu söyledi. Bu yasadışı işe karışan diğer isimler, Peker’in iddiasına göre, AKP İstanbul Gençlik Kolları Başkanı Taha Ayhan, onun yardımcısı Osman Tomakin, AKP Esenyurt Gençlik Kolları Başkanı Abdülsebur Soğanlı ile İçişleri Bakanlığı memuru Ahmet Onay. Peker, 15 Temmuz 2016 gecesi TRT binasına gelen dönemin Çalışma Bakanı Soylu’nun yanındaki kişilerde bu dağıtılan silahların olduğunu söylüyor. Yani darbe gecesi silah dağıtarak hazırlık yapılmış. İyi de arkadaş, hani siz bu darbenin olacağını bilmiyordunuz? Bilmediğiniz darbeye hazırlık yapmak için silah dağıtmak absürt bir durum değil midir?
Bu silahları nereden temin ettiler? Kim onlara bu silahları verdi? Bu silahları neden 15 Temmuz öncesi dağıttılar? Silahlar kimlere dağıtıldı? Dağıtılma amacı neydi? Bu silahlar kullanıldı mı? Kullanıldıysa nerede, ne zaman, kime karşı kullanıldı? Bu silahlardan çıkan mermiler ile örtbas edilen otopsi sonuçlarından elde edilen kalibreler örtüşüyor muydu? Bu nedenle mi otopsi raporları yayınlanmadı? Eğer bu silahlar 15 Temmuz öncesi dağıtıldıysa, kimler, nasıl 15 Temmuz öncesi bu hazırlığın yapılmasına onay verdi? Bu insanlar 15 Temmuz’un olacağını nereden biliyorlardı?
15 Temmuz’da birçok sivil hayatını kaybetti. Resmi diskura göre bu insanlar darbeci askerler tarafından katledildi. Oysa otopsi raporları yapılmayan veya üzeri örtülen yüksek rakamlarda vaka olduğu biliniyor. Otopsi raporlarında silahların kalibreleri ve menşei öğrenildiğinden, bu uygulamaya gidildi. Şimdi Peker’in ortaya attığı bilgiler doğrultusunda, otopsilerin yapılmamış olmasının nedeni de anlaşılıyor. Daha önce tahmin edilenlerin, şimdi ete kemiğe büründüğünü görüyoruz. 15 Temmuz 2016’da bir askeri kalkışma olacağını bilmiyorduysalar, nasıl bu silahları darbe girişimi öncesi kendi yandaşlarına dağıttılar diye sormayacak mıyız?
Bu silahları dağıtanlar ve dağıtılan bu silahları alanlar bir şeyler biliyordu. TBMM tarafından hazırlanan raporun üzerinin örtülmesinde, “bazı kritik bilgilere vakıf olanların” korunması mı hedeflenmişti? Bu silah dağıtımının sadece bir bölümümü mü? Sedat Peker, hasmı Süleyman Soylu’ya zarar vermek için 15 Temmuz silah muammasının perdesinin yalnızca bir bölümünü araladı gibi geliyor. Peki ya diğer kısımlar? Peker bugün kendi çıkarları doğrultusunda konuşuyor. Belli ki diğer taraftan bazı merci ve şahısları da gayet belli ederek korumaya çalışıyor. Silah dağıtımının “15 Temmuz öncesinde de” yapıldığını söylemesi, her şeye karşın çok önemli bir bilgi.
CHP genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, darbe girişiminin ardından 15 Temmuz’un kontrollü bir darbe girişimi olduğunu söylüyordu. Sonra bir anda bu söylemi bıçak gibi kesti. Böylece AKP ve MHP ile beraber “Yenikapı Ruhu” denilen bir diskur ortaklığına gidildi. Kılıçdaroğlu kontrollü darbe derken neyi kastediyordu? Bu silah içi, darbenin “kontrolünün” bir parçası mıydı? Neden durup dururken bir darbe “kontrol edilmek” istensin? Bu kontrolün amacı ne olabilir? Hukuk devletlerinde darbe girişimleri “kontrol” mü edilir? Normal bir devlette eğer bir darbe girişimi olursa, bu darbe girişimini araştıran parlamento, araştırmanın sonuçlarını rapor ettikten sonra o raporu yayınlamaz mı? O raporun kamuoyu ile paylaşılmamasının nedenleri nedir? Söylendiği gibi “Gülen Cemaati’nin elini güçlendirmemek” için bu raporun kamuoyu ile paylaşılmadığı bilgisi doğru mu? Eğer doğruysa, bundan Gülen Cemaati’ne karşı bir kumpas kurulduğu sonucu çıkmıyor mu? Gizlenen nedir? Neden bir şeyleri gizleme isteği duyan bir rejim var? Ve neden bunu yapan iktidarı eleştirmeyen, bilakis o iktidarın diskurunu korumak için yoğun çaba sarf eden bir muhalefetle karşı karşıyayız? Eğer gizleyecek-saklayacak bir şeyleri yoktuysa, neden durup dururken Türkiye parlamentosunun yürüttüğü bir araştırmanın sonuçlarını halktan gizlediler? Neden muhalefet bu için üzerine gitmedi? Neden Kılıçdaroğlu “kontrollü darbe” ifadesini ve darbeye ilişkin eleştirilerini rafa kaldırma kararı aldı? Selahattin Demirtaş’ın hapiste olmasını nedeni de bu darbe söylemini eleştirmiş olması mıdır? Eğer öyleyse, birileri Kılıçdaroğlu’nu da tehdit mi etti? Bu birileri ne kadar Erdoğan, ne kadar derinler tarafından kontrol ediliyor?
Dedim ya, bir maskeli balo bu! Yani bu oyunun bir kazananı yok. Bu bir “kaybet-kaybet” oyunu. Türkiye’yi mahvedenler kaybedecek. Yok ettikleri hukuku arayacakları günler er geç gelecek. Hukuktan çıkarak cehennemleştirdikleri ülkede iki paralık menfaatleri uğruna masum yüz binleri yaktılar. Şimdi hukuksuzluk ateşi büyüdü. Onları da korkutmaya başladı. Bir gün Peker gibi binlerce kişi itirafçı olacak. Yaptıkları tüm pislikler ortaya dökülecek. Bizi gerçekler özgürleştirecek.
Kaynak: Tr724