Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararının yürürlüğe girdiği Perşembe günü, kadına karşı şiddetle mücadele için yeni bir ulusal eylem planı açıkladı.
Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele 4. Ulusal Eylem Planı’nı açıklarken Erdoğan, Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesi ile ilgili olarak ”Kadına yönelik şiddetle mücadelemiz bu sözleşmeyle başlamadı, bu sözleşmeden çekilmeyle bitecek değildir” dedi.
2021-2025 yıllarını kapsayacak eylem planının 5 ana hedefi bulunuyor:
Şiddetle mücadele mevzuatının gözden geçirilmesi ve etkin uygulanması;
Kamu personeline eğitim verilmesi;
Koruyucu ve önleyici hizmetlerin etkili kullanılması;
Toplumsal farkındalığın arttırılması;
Verilerin toplanarak analiz edilmesi
BBC Türkçe’ye konuşan kadın hakları savunucuları, eylem planında açıklanan maddelerin feshedilen İstanbul Sözleşmesi’nde zaten bulunduğunu, ancak uygulanmadığını söyledi, Erdoğan’ın açıklamalarının “güven vermediğini” kaydetti.
Havle Kadın Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Rümeysa Çamdereli, “Bunlar İstanbul Sözleşmesi’nde zaten var olan şeylerdi ve uygulamaya konmuyordu. Halihazırda yürürlükte olan bir sözleşmeyi feshedip, böyle bir eylem planının açıklanması güven vermiyor” dedi.
İstanbul Barosu Kadın Hakları Merkezi Başkanı Şükran Eroğlu da, İstanbul Sözleşmesi’nin imzalanmasının üzerinden 10 yıl geçtiğini hatırlattı ve sordu:
“Zaten bunların hepsi İstanbul Sözleşmesi’nde olan şeyler. Peki neden bugüne kadar uygulamadılar? Biz çıktığımız bir sözleşmenin hükümlerini mi uygulayacağız şimdi?”
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu Genel Temsilcisi Gülsüm Kav ise, benzer ulusal eylem planlarının daha önce de açıklandığını fakat yıllardır etkin bir şekilde uygulanmadığını vurguladı.
‘Mevzuat değişikliği ‘kadının beyanı esastır’ ilkesini tartışmaya açabilir’
Cumhurbaşkanı Erdoğan, eylem planının “şiddetle mücadele mevzuatının gözden geçirilmesi ve etkin uygulanması” olarak belirlenen ilk hedefi ile “mağdurun adalete erişiminin kolaylaştırılması ve şiddet eylemlerinin orantılı şekilde cezalandırılmasını” amaçladıklarını söyledi.
Erdoğan ayrıca, “uyuşmazlıklarda haksız tahrik ve takdiri indirim müesseselerinin nasıl uygulandığının analizlerini yaparak, gerekli değişiklikler için harekete geçileceğini” belirtti.
Kurumsal işbirliğinin sağlanması için Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın koordinasyonunda Adalet, İçişleri, Savunma, Sağlık Bakanlıkları ile Diyanet İşleri Başkanlığı arasında protokollerin imzalandığı bilgisi de Erdoğan’ın yaptığı açıklamada yer aldı.
Fakat Çamdereli, mevzuatın gözden geçirilmesi hedefi ile ‘Kadının beyanı esastır’ ilkesinin tartışmaya açılabileceğini ve bu nedenle hedefi “ürkütücü” bulduğunu söylüyor:
“6284 sayılı kanuna yönelik eleştiriler, ‘Kadının beyanı esastır’ ilkesine dayanan uzaklaştırma kararlarına dairdi. Bu açıklama, bu eleştirilerin dikkate alınması ihtimalini çağrıştırdı bana açıkçası. Böylesi bir mevzuat değişikliği iması bana ürkütücü geliyor.”
Bu madde ile kadınlara yönelik şiddetin engellenmesi konusunda olumlu adımların hedeflenmek istenmiş olabileceğine ilişkin sorumuzu Çamdereli, “Genelde olumlu şeyler söyleyip, olumsuz uygulamalarla karşılaşıyoruz bir süredir. Aynı şey insan hakları eylem planında da olmuştu” şeklinde yanıtladı.
‘Eğitim toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda olmalı’
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın eylem planında açıkladığı ikinci hedef, kamu personeline eğitim verilmesi.
Kadın hakları koruyucuları kamu personelinin eğitilmesi gerektiği konusunda hemfikir, ancak eğitimin içeriğinin toplumsal cinsiyet eşitliği olması gerektiğini söylüyor ve eğitimin de yeterli olmadığını vurguluyor.
Kav, “Eğitim verilsin tabii ki, kamu kurumlarında personellere kadınların 6284 sayılı kanundaki hakları konusunda eğitim verilsin. Toplumsal cinsiyet eşitliği eğitimini bütün kamu çalışanlarına verin, ilk okullardan itibaren milli eğitim müfredatına koyun. Ama şu anda kadınlar hayatta kalmaya çalışıyorsa sadece eğitimle kurtulamayız, önleme tedbirlerini, kovuşturma süreçlerini etkili bir şekilde uygulayacaksınız” diyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıklamasında “toplumsal cinsiyet eşitliği” kavramına değinmediğine dikkat çeken Eroğlu, “İlk olarak bunu öğretmek lazım. Sadece eğitmekle kalmayacaksın, denetleyeceksin, uygulamadaki aksaklıkları raporlayacaksın. Bizim devamlı raporlamamıza rağmen uygulamada hiçbir değişiklik olmuyor” diyor.
‘Sorun bireyselleştirilmeye çalışılıyor’
Erdoğan, “koruyucu ve önleyici hizmetlerin etkili kullanılması” başlığındaki üçüncü hedef kapsamında belirlenen stratejiler arasında, vaka bazlı özel müdahale programlarının hayata geçirilmesini ve şiddet faillerine ya da uygulama ihtimali taşıyanlara yönelik önleyici müdahalede bulunulmasını saydı.
Kav, bu söylemin kadın cinayetlerini toplumsal, siyasi bir sorun olmaktan çıkarıp bireysele indirgeme tehlikesi taşıdığını söylüyor:
“(Eylem planına) ilk bakışta, şiddet sanki bireysel bir sorunmuş gibi bir hava seziyorum. Öfke kontrolü eğitimi, alkol madde bağımlılığı rehabilitasyonundan bahsediliyor. Bireyselleştiriliyor. Bizim ise bütün meselemiz şu, kadına yönelik şiddet politiktir, toplumsal bir sorundur, kamu kurumlarının görevlendirilmesini gerektirir.”
Havle Kadın Derneği’nin şiddetin nasıl görüldüğünü anlamak için bir araştırma yürüttüğünü söyleyen Çamdereli de benzer bir sonuçla karşılaştıklarını söylüyor:
“Bizim özellikle söylemler anlamında dikkatimizi çeken bir konu var. Din, muhafazakarlık, farklı kadın deneyimleri ve şiddet ilişkisine bakarken gördüğümüz önemli bir nokta, kadına yönelik şiddetin politik bir mesele olmaması için temel bir ana akım söylemin olduğu yönünde.”
“Toplumsal farkındalık ve duyarlılığın artırılması” konulu dördüncü başlık altında, kadına yönelik şiddetle mücadelede erkeklerin daha fazla yer almasının sağlanmasının amaçlanacağını belirten Erdoğan, çocuk yaşta evliliğin engellenmesi için “babalara yönelik eğitim ve farkındalık çalışmaları” düzenleneceğini kaydetti.
‘Verilerin şeffaf paylaşılacağı şüpheli’
Erdoğan son başlıkta ise verilerin toplanmasını ve analiz edilmesini sıraladı.
Çamdereli, verilerin toplanmasının çok değerli olduğunu söylüyor ancak nasıl kullanılacağı konusunda şüpheli:
“Kadına yönelik şiddet meselesini bir ihlâl olarak görerek, bir politik mesele olarak görerek veri toplamakla, bunu ülkeyi temize çıkarmak üzerine toplamak arasında fark var. Uzun yıllardır ne kadına yönelik şiddet verileri, ne erken yaşta evliliklere ilişkin veriler paylaşılıyor. O yüzden de böyle verilerin toplanması birincisi perspektif eksikliği potansiyelini taşıyor, ikincisi de şeffaf paylaşılıp paylaşılmayacağını bilmiyoruz.”
İstanbul Sözleşmesi’den çekilme kararından beri ne değişti?
Mart ayında Resmi Gazete’de yayımlanan Cumhurbaşkanlığı kararıyla Türkiye’nin 1 Temmuz itibarıyla İstanbul Sözleşmesi’nden çekileceği duyurulmuştu.
Kadın hakları örgütleri, bu duyurudan beri kadınların gerekli korunmaya ulaşmakta zorluk yaşadıklarını söylüyor.
İstanbul Barosu Kadın Hakları Merkezi Başkanı Şükran Eroğlu, “Karakollardan kadınlar geri çevrilmeye başlandı, adli yardım bürolarımıza başvuran kadınlardan bununla ilgili yoğun şikayetler alıyoruz. ‘Biz gittik ama ‘Biz artık bir şey yapmıyoruz, gidin savcılığa, gidin adliyeye’ diyorlar.’ ‘İyi de’ diyor kadın ‘Ben adliyeye giderken bu adam beni izlerse ve bana bir şey yaparsa? Kim benim can güvenliğimi sağlayacak?’ Bir çoğu da evine dönüyor zaten. Bir cesaret kalkıp gitmiş, orada cesareti kırılıyor. Bir kadın mesela eşinin silahı olduğunu belirtmesine rağmen kendisine yardımcı olunmadığını ve savcılığa gönderildiğini söyledi” diyor ve yaşanan diğer sorunları şöyle sıralıyor:
“Hakimler koruma kararının süresini 15 güne indirdiler. Elektronik kelepçe kararı almakta çok zorlanıyoruz, ‘Bulamıyoruz, maliyeti yüksek’ diyorlar. Birçok tedbir kararını vermiyorlar, sadece ‘küçük düşürücü söz ve davranışlarda bulunmama, iletişim araçlarıyla rahatsız etmeme’ deyip kestirip atıyorlar. Biz gidip hakimlerle konuşup zorla koruma kararı alıyoruz. Bazen koruma kararını hemen vermiyorlar. Koruma kararının süresi bitmiş uzatma istiyorsunuz, bazı hakimler delil istiyor. Delil olur mu, 6284 sayılı kanuna göre kadının beyanının esas olması gerekiyor.”
Bu konuda Kadın Cinayetlerini Durduracağız platformunun henüz kendi gözlem ve analizini yapmadığını vurgulayan Gülsüm Kav, kadınların ‘İstanbul Sözleşmesi kalktı’ söylemiyle karakollardan geri çevrildikleri duyumlarının kendilerine de ulaştığını belirtiyor.
6284’ün İstanbul Sözleşmesi’nden ne eksiği var?
BBC Türkçe’nin ulaştığı kadın hakları örgütleri, 6284 sayılı kanunun kadınları korumakta yetersiz kaldığını söylüyor.
Kav, bunun nedenini şöyle açıklıyor:
“Sözleşmenin 4 temel adımında ikinci adımını kapsıyor 6284. Bu adımlardan ilki önleme. Yani ‘Şiddetin ortaya çıkmaya cesaret bulamayacağı bir toplum yaratın, bunun da ilacı toplumsal cinsiyet eşitliğidir, sağlıklı bir eşitlik iklimi gerekir’ diyor. Siyasette, çalışma hayatında kota konulması gibi birçok bunu uygulama yöntemi var. 6284 bunu karşılamıyor.
“‘Hemen iyi bir toplum yaratamayabilirsin, bir kadın tehdit altındaysa o zaman onu etkili bir şekilde koru’ diyor sözleşme imzacı devlete ikinci olarak. 6284, sözleşmenin bu ikinci maddesini kapsıyor.
“Sözleşme sonra diyor ki, ‘Korumak istedin ama koruyamadın mı, bir zarar söz konusuysa cezasız bırakma, etkili kovuşturma yap’. 6284’ün iç içe geçen yönleri var mesela tedbir ihlâli olursa, zorlama hapis var ceza kanununa göre ama o da uygulanmıyor. Bir kadın cinayeti ya da şüpheli ölüm davasında, Şule Çet en bilinen örneği ama bizim pek çok öyle davamız var, parmak izi bile alınmamıştı. Kadınların mücadelesiyle bunun bir intihar değil cinayet olduğu anlaşıldı. Bunu karşılayan iç kanunumuzda bazı maddeler var ama yeterli değil. Haksız indirimlerin sınırlandırılmasını, kovuşturmanın etkili yürütülmesini yıllardır istiyoruz.
“Sözleşmenin dördüncü adımında da ‘Geleceğe dönük olarak kadınları güçlendirme politikalarını söylemeli ve uygulamalısın’ diyor. Biz hayatta kalmalarını sağlayacak sözleşmeden çekiliyorken, İrlanda’daki gibi eşit işe eşit ücret kısmına geçemiyoruz.”
İstanbul Sözleşmesi’nin ulusal kanunların ötesinde uluslararası bağlayıcılığı olduğunu vurgulayan Çamdereli de, “Bu bütün ülkelerde belirli bir garantiyi ve taahhüdü beraberinde getiriyor. Bu alanda çalışanlara aktivistlere bir zemin hazırlıyor” diyor.
6284 sayılı kanunun İstanbul Sözleşmesi kadar kapsayıcı olmadığını söyleyen Çamdereli şöyle konuşuyor:
“İstanbul Sözleşmesi’nde çok tartışılan ‘cinsel yönelim’ ile anılan kapsayıcılık ilkesi var. İstanbul Sözleşmesi’nde bütün Türkiye halkının içerisinde bulunduğu farklı toplumsal grupların da şiddete uğradığı durumda doğru bir şekilde mücadele edileceği ve öncesinde önlemlerin alınacağı ortamı yerleştirmek öngörülüyor. Halihazırdaki yasanın bu konuda bir eksikliği var.”
Hükümete yakınlığı ile bilinen Kadın ve Demokrasi Derneği (KADEM), röportaj talebimize yanıt vermedi ancak Yönetim Kurulu Başkanı Saliha Okur Gümrükçüoğlu’nun tweetine yönlendirdi.
Perşembe akşamı İstanbul Sözleşmesi’nin feshinin resmileşmesi nedeniyle Türkiye’nin birçok bölgesinde protesto eylemleri düzenlendi.
İstanbul’da kadınlar, “İstanbul Sözleşmesi’nden vazgeçmiyoruz. Bizim için bitmedi” yazılı pankart taşıdı.
KAYNAK: BBC TÜRKÇE – BERZA ŞİMŞEK