Türkiye’de boğazlardan geçişi düzenleyen Montrö Sözleşmesi’ne dair tartışmalar en önemli gündem başlığı.
Bir yandan iç tartışmalar sürerken bir yandan da Türkiye’nin alacağı pozisyonun Batı ve Rusya ile ilişkilerini nasıl etkileyeceği merak konusu.
Gazeteci-Yazar Fehim Taştekin’e göre ; Rusya, Kanal İstanbul projesinin ekonomik ve çevresel boyutlarıyla ilgilenmiyor.
Ve Montrö koşullarını etkilemediği sürece de Türkiye’nin iç meselesi olarak görüyor.
Ancak Taştekin, Türkiye’nin olası bir durumda bu anlaşmadan çekilmesini Rusya’nın savaş nedeni sayabileceğini de sözlerine ekliyor:
”Ruslar, Kanal İstanbul projesinin ekonomik ve çevresel boyutları ile ilgilenmiyor ama Montrö koşullarını etkilemediği sürece de Türkiye’nin iç işidir diyor. Çünkü Montrö sadece İstanbul Boğazı ile ilgili bir şey değil. Karadeniz’de ne kadar yabancı güç bulundurulacağı ile de ilgili. Şimdi biz Kanal İstanbul’u Montrö’de tutarak istediğimizi yaparız denildiği zaman Karadeniz’deki statü değişmiş olacak. O dönem Montrö’ye destek veren aktörlerin, ABD hariç imzası var. Şimdi onların destek vermesinin bir nedeni de Rusya’nın Akdeniz’deki pozisyonunu zayıflatıyor. Şimdi böylesi bir güç dengesinin tam orta yerinde duruyor bu anlaşma’.’
”Bu anlaşmayı değiştirmek çok zor. Bunun yerine neyi koyacaklar? Bir de bu tür anlaşmalar dünya savaşları sonrasında oluşmuş dengeler sayesinde mümkün olabilmiştir. Bunu bozmak veya yenisini inşa etmek böyle bir türbülansı gerektiriyor. Türkiye çekildi diyelim, nasıl ve neye göre yönetecek? Bunun hakimi benim dediğinizde o zaman Rusya’yı ve Karadeniz’deki diğer ülkeleri karşınıza alacaksınız. Yani Ruslar bunu savaş nedeni sayabilirler. Çok iyi düşünülmesi gerekir. Bu tartışmalar geçmişte ciddiyetle yapıldı ama şimdikiler çok basit ve sıradan tartışmalar. Rant hesabıyla Kanal İstanbul projesinin önünü açmak için bu tartışmaların yapılıyor olması çok vahim bir durum’.’
Her ne kadar yeni gibi görünse de özellikle 2008’den bu yana Montrö Sözleşmesi çok sık gündeme geliyor. Fehim Taştekin bu tartışmanın Amerika tarafından gündem haline getirildiği görüşünde. Nedenini şöyle açıklıyor:
‘’Türkiye, Lozan’daki koşulları Montrö ile değiştirdi. Sadece bu değil, Rusya ile Batı arasında da bir denge kurdu bu anlaşma. Türkiye açısından Karadeniz, Marmara, Ege ve hatta Akdeniz’i bir bütün olarak ele alan ve güçler arası savaşı da önleyen bir anlaşmaydı. Bu sayede II. Dünya Savaşı’nda Türkiye daha güvenli bir poziyonda kalabildi. Ama daha sonra Amerikalılar Karadeniz’i bir şekilde uluslararası deniz haline getirmek ve buradaki askeri varlığını arttırmak için Türkiye’yi zaman zaman köşeye sıkıştırdı, baskı kurmaya çalıştı. Türkiye bu anlaşmaya sadakatini sürdürdü. Bu tartışmayı özellikle açıyorlar. Ve Amerikalılar bunun açılmasını istiyor. Şimdi Ukrayna mevzusu yeniden gündemde. Ukrayna’nın NATO’da bir denge unsuru olarak Karadeniz’e girmesi çok isteniyor. Özellikle Amerika ve İngiltere tarafından çok isteniyor. Şimdi hükümet Kanal İstanbul meselesine Montrö’nun bağlayıcı koşullarının burada geçerli olmayacağı hesabı ile hareket ediyor. Ve Amerikalılara da siyasi rüşvet diyebileceğimiz bir teklifte bulunuyor. Hem Kanal İstanbul projesini ilerletmenin koşullarını yaratmak hem de Rusya’ya karşı da ben NATO kampındayım diyerek sanki bunu bir kart olarak kullanıyor. Bu tehlikeli bir durum’.’
İstinye Üniversitesi’nden Prof. Dr. Levent Ürer ise Türkiye’nin bir yandan Rusya ile denge politikası yürütürken bir yandan da Amerika ile ilişki yürüttüğüne dikkat çekiyor. Ancak Montrö masaya yatırılınca Türkiye’nin Rusya’nın boğazdan serbestçe geçme talebine ve boğazların tamamen silahsızlandırılması konusuna sıcak bakamayacağının altını çiziyor.
Prof. Dr. Levent Ürer ise Montrö Sözleşmesi’nin kutsal bir metin olmadığını söylüyor ve Türkiye açısından yerine daha iyisi konulursa yeni bir sözleşmenin olabileceğini ifade ediyor.
‘’Montrö kutsal metin midir? Yani bir anlaşma. Ve dönem itibariyle Türkiye’nin lehine olan bir anlaşma. Daha lehine olan bir anlaşma imzalanır mı? İmzalanabilir. Yani Türkiye tekrar ben boğazları tamamen kontrolüm altında bulunduracağım ve çevresel sorunlar da dahil tüm tehditlere karşı kapatıyorum derse, Montrö’de anlaşmacı olan devletleri de ikna ederse yeni bir anlaşma elbette düzenlenebilir. Anlaşma 1936’da imzalandığında yirmi yıllık imzalanıyor. Ama biliyoruz ki bir anlaşma yirmi yıllık da olsa taraflar itiraz etmediği sürece devam eder. Ve bugüne kadar bu anlaşma devam ettiğine göre oldukça başarılıdır. Bu anlamda anlaşmalar konusunda Türkiye’nin bir istikrarının olduğu da görülebilir. Türkiye, bu konuda bir mücadele ediyorum ve istikrarlı politika yürütüyorum güvencesini de vermiş durumdadır. O nedenle Karadeniz’e kıyısı olan devletler de Türkiye’nin ciddi değişikliklere gideceğine dair bir fikri olduğunu düşünmüyordur. I. Dünya Savaşı’na son vermiş anlaşmaların aslında hepsi ortadan kalkmış durumdadır. Bir tane Lozan var, yine arkasından Montrö var.’’
İstinye Üniversitesi’nden Prof. Dr. Ürer, siyasi iradenin Montrö’den daha geriye dönük bir sözleşmeyi imzalamaya cesaret edemeyeceğine de özellikle dikkat çekiyor.
“Montrö’den daha geriye dönük bir anlaşmayı Türkiye’de hiç bir siyasi partinin imzalayamayacağını bilmemiz gerekir. Bu çok ağır suçlamalara yol açar. Ve buna da hiç bir siyasi parti yanaşmaz diye düşünüyorum açıkçası. Üç tarafı denizlerle çevrili bir ülke ilk defa suyla oynamaya başladı. Türkiye’nin revizyonist bir çabaya girmesini çoğu kişi kabul edemiyor. Türkiye cehpesinden baktığınızda da bizler açısından şöyle bir sorun var. Elimizdekilerin hepsini yitirir miyiz diye korkuyoruz. Cumhuriyet kadrolarının da benzer bir korkusu var. Bunlar bize Sevr’i dayatacaklar ve önümüze hep koyacaklar endişesi var. Doğal olarak Türkiye’nin bir anlaşma ile ben kendimi bağlıyorum demesi ve bu konuda dünyaya ısrarla duyurması pazarlık gücünü ortadan kaldırır. Ve kamuoyu açısından da bu ciddi bir baskıymış gibi siyasal iktidarların üstüne sunulabilir.’’
Gazeteci Taştekin, Montrö tartışmaları ve tepkilerine dair Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından yapılan açıklamaları da meseleyi geçiştirmek olarak yorumluyor.
‘’Amirallerin bildirisi ile şu anda önemli bir tepki oluştu. Ve Erdoğan şimdilik bu meseleyi geçiştiren ama gelecekte bunu yeniden tartışmaya açacak bir perspektif koyuyor. Geçmişteki poziyonunda da bir değişiklik görmüyoruz. Yani Türkiye’nin boğazlar üzerindeki tam hakimiyetini garantileyen bir anlaşma değil diyorlar. Aslında tüm boğazı ilgilendiriyor, Montrö’yu sadece boğazlarla ilgili olarak görmek de yanlış. Bu mesele ciddiye bindiğinde bunun taraflarının ne diyeceği de önemli… Yani iş ciddiye bindiğinde durum değişecektir. Ancak bu konular bir irade beyanı ile hallocak bir mesele değil. Ben istedim oldu şeklinde kolaycılıkla halledilecek meseleler değil.