Prof Bozarslan, Gazete Duvar’dan İrfan Aktan’a verdiği söyleşide de, “İktidar kontrolü kaybetti, ‘Başkan Babamızın Sonbaharı’ yaşanıyor” değerlendirmesini yapıyor.
Bozarslan, Marmara Denizi’nde ortaya çıkan müsilaj üzerinden, “Bunu Türkiye’deki iktidara benzetebiliriz. Çürümüş, kokmaya başlayan, ölü ama öldüğünü bilmeyen, hatta öldüğü bilinmeyen ve varlığını sürdüren bir iktidar” ifadesini kullanıyor.
“Sedat Peker’in büyük tablo içinde sadece bir kenar notu olduğunu” söyleyen Bozarslan, “Olup bitenden anladığımız kadarıyla bir yanda Peker, Eken dâhil Mehmet Ağar ve çevresinin oluşturduğu Birinci Susurluk, diğer yanda Soylu ve çevresinin oluşturduğu İkinci Susurluk var. Her ikisi arasında ciddi devamlılıklar ve ciddi kopuşlar var. Bunların birbirlerinden ayrışabilmesi de birbirleriyle bütünleşebilmesi de mümkün değil” görüşünü dile getiriyor ve ekliyor:
“Susurluk döneminde ‘üniformalı çete’ diye bilinen ama aslında 7-8 ayrı çete vardı. Yani tek bir Susurluk çetesi yoktu. Paramilitarizasyonun son derece hızlandırılmış olması ve para-ekonominin gelişmesinden dolayı büyük ihtimalle şu anda da devletin içinde sadece bir-iki değil, çok daha fazla çete yapılanması var. Organik bir şekilde birbirlerine bağlı oldukları halde bir yandan da büyük bir fesat kumkuması olarak birbirlerinin kuyusunu kazan çeteler bunlar. O yüzden buradan gördüğüm kadarıyla Peker gerçekten de sadece bir kenar notu. Fakat çok şey bilen bir kenar notu.”
Peker’in iktidara “Mafya hukukunda birbirine ihanet olmaz” mesajını yolladığını kaydeden Prof Bozarslan, “Bu açıdan Peker bir turnusol kâğıdı, bir katalizör. Öyle görünüyor ki bütünü oluşturan parçalar arasındaki fesat kumkuması çok boyutlu ve durmayacağı kesin” diyor.
Erdoğan’ın da pek rahat olmadığından bahseden Bozarslan, sözlerine şöyle devam ediyor:
“Çünkü Soylu sadece kendini temsil etmiyor. PÖH ve JÖH’lerde Soylu son derece önemli bir aktör ve bu güçler hiyerarşik olarak kendisine bağlı. Diğer yandan işin Suriye’deki bazı cihatçı grupların bağlı olması muhtemel MİT boyutu, SADAT boyutu var. Birbiriyle ayrışan ve birleşen çok boyutlu bir kumkuma var ortada. O yüzden herkes tedirgin. Peker’in söyledikleri ve söyleyecekleri bazılarının kısa vadede işine yarayabileceği gibi herkesi rahatsız, tedirgin edebilecek şeyler. Soylu’nun elinde Erdoğan’a karşı ciddi kozları var ama Erdoğan’ın da elinde Soylu’yu tek imzada devirme gücü var. Öte yandan Hannah Arendt totaliter teşkilatlar için “gün ışığında faaliyet gösteren gizli örgütler” diyor. İktidarın bileşenleriyle birlikte gün ışığında faaliyet gösteren ama aslında gizli bir teşkilat oluşturduğunu söyleyebiliriz. Bu teşkilatın kendine has bir kültürü var ki, sadece Peker’inkiyle sınırlı olmayan “tiyatro” bunu çok iyi gösteriyor. Nitekim Erdoğan’ın, Soylu’nun estetiğine baktığınızda ortada bir devamlılık olduğunu görüyorsunuz. Burada ortaya ikinci bir olgu çıkıyor; pakt.
Fransız filozof Jean Baudrillard mukavele yani kontrat ve pakt arasında fark olduğunu söylüyordu. Mukavele birbirleriyle eşit olan ama çıkarları birbirleriyle uyuşmayanların açık bir müzakere sonucunda vardıkları uzlaşmadır. Halbuki pakt kanla imzalanır, kan bağı gerektirir ve bozulduğunda da kanla bozulur. Susurluk meselesi buydu. Susurluk aynı zamanda devlet içindekilerin birbirlerini kaçırıp işkence veya infaz etmesini de beraberinde getirmişti. Eğer bir pakt içindeyseniz, onun demokratik bir niteliğe sahip olması mümkün değildir. Kan bağıyla oluşturulmuş bir pakt ancak ve ancak kan dökülerek bitirilebilir. Peker de bunu çok açık bir biçimde gösteriyor.
Peker aslında “bana kanla imzalattığınız himaye paktına uymazsanız, ben de asi bir evlat olarak bu paktı kanla çözerim” diyor. Fethullah Gülen olgusu da kısmen böyleydi ve pakt kanla bitirildi. Yarın-öbür gün Peker’inkine benzer yapılarla da böylesi bir pakt sonlanmasına tanık olabiliriz. O nedenle Peker’in psikolojisi, Shakespeare’den yola çıkan iktidarı teatral biçimde dillendirme boyutu, iktidarı bütün çıplaklığıyla ortalığa seriyor. Artık böyle bir iktidarın kendini, kodlarını, kan bağlarını ‘gün ışığında’ gizleyebilmesi son derece zor.”
Prof Bozarslan, İrfan Aktan’ın 1990’lar rejiminin Susurluk’tan sonra dikiş tutturamadığını ve giderek çöktüğünü hatırlatması üzerinden mevcut iktidarın geleceğinin ne olacağı sorusuna ise, “Açıkçası bir öngörüde bulunmak çok zor ama son on yıldır artan bir hızla ağırlaşan, son birkaç yıldır da ciddi bir ekonomik krizle sarsılan yapı var. Bana öyle geliyor ki, Türkiye’de ‘Başkan Babamızın Sonbaharı’ dönemi yaşanıyor” göndermesini yapıyor.
Bozarslan, bu benzetmesini şöyle açıyor:
“Gabriel García Márquez’in 1970’lerde yayınlanan, ebedi bir diktatörün yaşamına dair romanı olan ‘Başkan Babamızın Sonbaharı’ romanına… Bir türlü bitmeyen ama tümüyle çökmüş, çürümüş bir diktatörü anlatıyor roman. Bitmeyen ama hiçbir anlam üretemeyen, hiçbir ikna edici güce, siyasi içeriğe sahip olamayan, böylesi bir muhteva üretemeyen ama muhaliflerini ardı ardına idam etmekten bir türlü vazgeçmeyen, sadece ve sadece dağıttığı rantlarla yaşayabilen, toplumsal olarak anakronik hale gelmiş bir diktatörlük. Türkiye’de de son on yıldır buna benzer bir halden söz edebiliriz. Böylesi iktidarlar her an devrilebileceği gibi, varlığını çok uzun bir süre devam da ettirebilir. Dolayısıyla ‘Başkan Babamızın Sonbaharı’nın ne kadar süreceğini bilmiyoruz, kaldı ki bunun bir de kış dönemi var.”
Bozarslan’a göre, iktidarın kontrolü kaybettiği kesin…
“Sırf Soylu’nun para sayma makinaları üzerinden 17-25 Aralık’ı hatırlatması bile artık her şeyin Erdoğan’ın kontrolünde olmadığını göstermeye yeter” diyen Bozarslan, “Şantaj mekanizması çok büyük, çünkü işlenen suçlar, paktın tarafları arasındaki kriminal tarih çok büyük. O yüzden bunların hepsi birbirlerini şantajla tehdit edebilecek aktörler. Yarın SADAT da MİT Başkanı da Milli Savunma Bakanı da bunu yapabilir. Çünkü herkes çok şeyin içinde, herkesin herkese karşı eli çok zayıf, herkesin herkese karşı eli çok güçlü. Dolayısıyla bence iktidar kontrol mekanizmalarını tümüyle kaybetmiş durumda” ifadesini kullanıyor.
Bozarslan, “Bu, iktidara ömür biçmeyi mümkün kılmıyor mu?” sorusuna ise şöyle yanıt veriyor:
“Hayır, bu iktidar yola devam edebilir. 2009’dan bu yana İran’da her yıl üç-dört tane devasa skandal ortaya çıkıyor. Pastaranlarla iktidar erkleri bir iç savaş yaşıyor ve herkesin kirli çamaşırları ortada. Ama buna rağmen şu anda iktidarı tehdit edecek bir muhalefet yok. Aynısı Cezayir’de yaşanıyor. 1990’larda Cezayir’de ordunun suç işlediğini söylemek çok zordu. 2000’lerde “ordu suç işlemedi” diyen bir general ciddiye alınmazdı. Generallerin hepsi o kadar gevezeleşmişti ki, hepsi birbirinin kirli çamaşırlarını ortaya seriyordu. Fakat bu, sistemin sonuna geldiği anlamına gelmiyordu.”